eski püskü bir traktör verdi ona. Araç da zaten eski. Her tarafı yapıldı. Bazen bozuluyor, günlerce yapılmıyor. Sabah erkenden Binnet dedi ki, ‘Anne bugün pazara gideyim de ineğe, mandaya ot alayım.’ Dedim ‘Gitme çocuğum…’ içime girdi sıkıntısı ya başına bir şey gelecek, belâ da peşini bırakmıyor zaten. Gitti, böyle oldu. Gece de kötü rüya görmüştüm. Şimdi ne yapacak, nasıl edecek bilmiyorum. Parası, pulu da yok ki onun… Ağarahim’in sabrı hepten tükendi. Zaman geçti. Güneş evin avlusundan uzaklaşarak dağın tepesine dikildi. Az sonra diğer dağın arkasına çekilecekti.
Kadın kocaman, kütüğe benzeyen bacaklarını sürükleye sürükleye eve doğru gidiyordu. Ne demek gerekiyorsa, misafire demiş, kalbini boşaltmıştı. Artık gerisini bir Allah bir misafir biliyordu.
Tüte tüte, horlaya gürleye avluya bir “Moskiviç” girdi ve Ağarahim’in yanında durdu. Binnet araçtan indi:
“Şükürler olsun, Ejder’i buldum.” dedi.
Ejder “Moskiviç”in kapısını açarak bacaklarını salladı. Öylece oturduğu yerde Ağarahim’e bakarak yüz yıllık arkadaşmış havasıyla gülümsedi ve Ağarahim, Ejder’in ön tarafta ikisi altta, biri üstte toplam üç tane dişinin olduğunu gördü. Alnı kırışık, avurtları çöküktü. Maviye benzeyen, baygın gözlerinde sinsi bir tebessüm vardı. O da Binnet gibi minyon olduğu için onun da yaşını kestirmek imkânsızdı. Binnet ona doğru koştu.
“E insene be Allahsız!”
Ejder, kapıdan tutarak kalktı. Ağzında buz varmış gibi dilini zorlukla oynattı.
“Misafirimiz, hoş gelmiş.” Öne doğru yürüyerek Ağarahim’e el uzattı:
“Sıkma canını kardeş, ben hemen....”
Ağarahim, burnuna votka kokusu gelince Ejder’in neden öyle konuştuğunu anladı.
Ejder:
“Oğlum, araç bu mu?” diyerek Ciguli’ye doğru yöneldi.
Binnet çocuğu arabadan indirdi, koltuğa dökülmüş cam kırıklarını temizledi.
Ejder bir elini beline koyarak dikkatlice Ciguli’ye, Ağarahim de onun Moskviç’ine baktı. Moskviç çürümüştü. Paslıydı. Ne arka koltuk vardı ne de kapıların camı. Yolda giderken muhtemelen içeride yeller esiyordu. Ağarahim’in gözü Ejder’i tutmadı. Onun iyi bir usta olmasına, Alpoud adlı köyde becerikli bir usta olacağına inanmadı.
Ejder, Ciguli’nin darbe almış tarafına geçince dikkatlice arabayı gözden geçirdi. Daha sonra Binnet’e dönerek:
“Oğlum, o kadar da ciddi bir şey değil. Valla bak, şimdi bunun canına okuyacağım.” dedi ve çayırlıkta iki bacağını uzatarak oturdu. Dur bu sig.. sigaarayı içeyim… Bir Aurora yaktı.
Ağarahim arkasını Ejder’e çevirerek Binnet fısıldadı:
“Bu galiba sarhoş.”
“Bu salağın sarhoş olmadığı zamanı yok ki. Şarap fabrikasında işçilik yapıyor hergün hergün içiyor. Ama ne kadar içerse içsin hep bilinci açık. Tezcanlı adam, çok kişinin işini az zamanda yapar. Yoruldum demez. Çok becerikli bu, çok. Sen merak etme, bir saate kalmaz yapar bitirir.”
Ejder, sigarayı içine çekip dirseğine yaslanarak ayağa kalktı.
“Lan!..Binnet! Bu benden mi bahsediyor yoksa? Doğru… Sarhoşum… Oğlum, ben Ejder’im ya…Bir kova içerim ama kurşunu geçiririm. Misafire söyle. Yumruğunu göğsüne vurdu, “Ben Ejder’im.” Binnet gülümsedi:
“Dedim yahu.”
“Haydi git, bir kova su getir, ciğerim yanıyor.”
Binnet su getirmeye gitti. Ejder parmağını diliyle ıslatarak sigaraya bastırdı. Sönen sigarayı omzunun üstünden atarak:
“Kardeş, Ejder’in olduğu yerde gönlünü ferah tut. Yepyeni yapacağım aracını. Yeniden doğmuş gibi. Binnet benim akrabam, biliyor musun? Ne iş yapsam, tek kuruş almam. Akraba akrabadan para almaz. Para ne ki oğlum?” Çenesini kaşıyarak Ciguli’ye baktı. Sonra kafasını çevirerek köyün çıkışındaki dağa baktı. “Şu dağı görüyor musun?” dedi. Onun adı Göyezen. Duydun mu? Ucunun nasıl dik olduğunu gördün mü? Mızrak gibi. Hep çıkayım oraya diyorum zaman bulamıyorum bir türlü.
Binnet’in getirdiği suyu Ejder çenesine, göğsüne dökerek keyifle içti. Ağarahim dudaklarını yaladı ama su istemeye utandı.
Ejder:
“Ya Allah!” diyerek Moskviç’in yük kısmından paslı bir levye çıkardı. Sanki yıllarca dokunulmamış, yağmurun altında, çamurun içinde kalmıştı. Tahta çekiç çıkardı. Dizlerini yere koyarak, kolu Ciguli’nin ezilmiş kanadının altına koydu. Bir çekti iki çekti. Diğer taraftan tahta çekiçle bir vurdu iki vurdu ve ezik kanat kırılarak bir karış uzunluğunda delindi. Ejder durdu.
“Peeh! N’oldu la buna?” dedi. “Lanet olası kâğıttan sanki. Niye delindi bu yahu?”
Ağarahim, sinirli sinirli Binnet’e baktı. Araç kaza yaptığında bile bu kadar üzülmemiş, kızmamıştı. Az daha Ejder’in kolundan tutup öteye itecekti.
Ejder kenara çekildi. Levyeyi, çekici yere attı.
“Oğlum, ellerim niye titredi benim? Binnet biraz su getir bakayım.”
Binnet tekrar eve doğru koştu. Ejder de yeniden çayırlıkta oturdu.
“Düzelecek, sabırlı ol!” dedi. O delinmiş yere aldırma. Yapacağım, yepyeni olacak. Ben hep kocaman arabaları yaptım. Moskiviç filan… Cigulu ilk kez yapıyorum. Düşünme şimdi.... Ejder’in olduğu yerde keder de neyin nesi?” dedi. Bunları derken Ağarahim’den çok kendisini teselli ediyordu.
Binnet bir elindeki ağzına kadar votka dolu kalın bardağı ve diğer elindeki domatesi Ejder’e verdi. Ejder bardağı bir eline aldı, domatesi öteki eline. Dudakları titreyerek bardağa baktı.
“Elli iki yaşındayım, otuz iki yıldır bununla arkadaşlık yapıyorum. Lan ben şu ölümlü dünyada o Göyezen’in tepesine çıkabilecek miyim? İçimde kalır. Orada da içmem lâzım.” Sonra gökyüzüne baktı: “Allahım, anam babam sana kurban olsun affet Ejder’i. Zaten Ejder’in suçu yok, biliyorsun. Olsa da, küçük günahlar, onları da içmeyenlere yükle.” dedi.
Ejder bardaktaki votkayı yarıya kadar içti, ağızını ekşiterek domatesi ısırdı ve çiğnemeden yuttu.
Binnet, utandığı için Ağarahim’in yüzüne bakamıyordu. Ejder’i övmüştü. Ejder’e güvenmişti. Meğerse Ejder’in de beceremediği işler varmış. Binnet içinden, Ejder’e güç diliyordu ki Ejder de onu bu belâdan kurtarsın.
Ağarahim Ejder’le uğraşmıyor, kızgınlıkla Binnet’e bakıyordu. “Bu nedir Allah’ım, beni kimlerle muhattap ettin?” Ejder gömleğinin önünü açarak kemikleri çıkmış göğsünü kaşıdı. Atleti yoktu. Kaburgaları gözüküyordu, karnı neredeyse sırtına yapışmıştı.
Ejder “Ya Allah!” diyerek ayağa kalktı.
Ağarahim, Ejder’in Ciguli’ye yaklaşmaya cesaret edemediğini gördü.
Ejder levye ile çekici alarak:
“Başladık!” dedi ama tam da başlayamamış gibiydi.
Ağarahim onu bu belâdan kurtardı.
“Gerek yok.”
Sanki Ejder’in omzundan birkaç yıldan beri tırmanmak istediği Göyezen dağı kadar yük kalkmıştı ama o, yine de oralı olmadı. Şaşırmış gibi gözükmek istedi.
“Neden