Kamer Alhanova

Çağdaş Azerbaycan Hikâye Antolojisi


Скачать книгу

hastadan para istemek olur mu?! Bilmiyorum, kim demiş o haberi Mursakulu’ya, neden söylemiş. Tek bildiğim, Oruç’un oğlu öyle şeyler yapmaz! Benim Memmem hastanın boğazına yapışıparak “Ver!” demez! Demez!.. Sabah evden çıkınca Pericihan’a: “Mursakulu’nun saçmalamasına inanma. İnsanların içinde böyle üzgün üzgün dolaşma!”, dedim. Zavallı annen zamanında baban için çok üzüldü. Sen sağ ol, okul bitince çalışmaya geldin. Bak zavallı annen neler çekti! Oruç’a, bir milyon ceza kestiler. Bakü’den geldiler, bütün dosyaları incelediler, aradılar, taradılar. Mursakulu’yla biz, gelenlerin aslında bunların kendi adamları olduklarını daha sonradan öğrendik. Gelenler ortalığı öyle bir karıştırdılar ki, değil Mursakulu felek dahi olayı çözemezdi. Bir milyon ceza kestiler Oruç’a, herkes dedi ki, yemiş, götürmüş, canavarmış, yırtıcıymış. Vefat edene kadar masumiyetini, suçsuzluğunu kanıtlamak için mektup yazdı… Oruç’un tek derdi vardı, o da sendin! Ben sana kurban olurum! Baban korkuyordu. Ona yaşatılanları görüp de intikam hissi ile yanlış yollara sapmandan korkuyordu. Mektubun başında da sonunda da yazıyordu: “Memme’yi size emanet ediyorum.” Zavallı, göremedi! Memme’sinin doktor çıktığını, nasıl iyi bir doktor olduğunu bilmedi bile gariban Oruç! Ancak Oruç’un ruhu her şeyi görüyor! Görüyor, Mem-me! Başını kaldır, yüzüme bak, duyduklarımın yalan olduğunu söyle. Ben bilmek istiyorum. Seni işten atmışlar. Hangi gerekçeyle çıkarmışlar? Benim her şeyi net öğrenmem lâzım. Öğrenip çiftlikte herkese anlatmam lâzım. Anlatayım da sen lekelenme, şu lanet iftiradan kurtul…

      Memme konuşmuyordu.

      “İlla ki, bir şey olmuş. Zemfira gözyaşları içinde gitti… Sense böyle suskun, sanki hiç o eski Memme değilsin…” Şeppeli yeniden başlayarak, kim bilir daha ne kadar konuşacaktı. Birden burnuna kötü bir koku geldi. Pencerelerin arkasında çınarların yaprakları hışırdadı, evde rüzgâr esti ve sabahtan valizde kalmış etin kokusu içeri yayıldı. Şeppeli Memme’den duyabileceği korkunç cevabı biraz daha ertelemek için fırsat bulmuş gibi, hemen kalkıp, koridora bıraktığı bavulu mutfağa götürdü. Yaklaşık yirmi kiloluk etin tamamen morararak bozulduğunu gördü fakat buna üzülmedi. Şu an çiftlikteki tek odalı dairesindeki malından, mülkünden de, son birkaç yılda, Memme için yetiştirdiği bahçeden de, Memme’nin düğünü için beslediği hayvandan da vazgeçerdi… Yeter ki, Memme Mursakulu’nun dediği Memme olmasındı…

      Şeppeli çarşafa sarılmış eti omuzuna alarak avluya indi, evin meydan ve kafe tarafındaki yoğun ışığın, temizliğin tam tersi yönde; karanlık, pis bir avluda etrafa bakındı. Eti atacak uygun bir yer aradı. Leşi çöp tenekesine atacakken aniden bir kadın belirdi.

      “Ne bu attığın? Ne kötü kokuyor!” Herhalde bekçiydi…

      “Et?!.

      “Tüm sivrisinekleri, kediyi, köpeği buraya mı toplamak istiyorsun ?!”

      Buna benzer laflara devam ederek eti çöpteki kâğıt ve diğer ıvır zıvırla beraber çekerek Şeppeli’nin sırtına yükledi. Sonra da adamın boğazına yapışarak onu tenha, karanlık bir yere götürdü.

      Kadın habire konuşuyordu. Üzerindeki güzelce temizlenmiş, ütülenmiş siyah takıma, gömleğe rağmen onun köylü olduğu kanısına vardı. “görgüsüz, kültürsüz köylü” gibi laflar sarfediyordu.

      Eskiden Şeppeli gelir gelmez hemen onu banyoya sokan, “Yoldan geldin, bir duş al da rahatla…” diye ilgi gösteren, Şeppeli yıkanınca ona çay ikram eden, rus salatası yediren, votka içiren Memme, şimdi Şeppeli’nin eti omuzuna alıp çıktığını bile görmemişti. Ceketin yakasını kravatla birlikte avucunda toparlayıp çeken kadının ardından karanlığa gittiğinde de, eti kuyu gibi yutan derinliğe atarak döndüğünde de, sandalyede hareketsiz oturup sigara içen Memme’yi gören, Şeppeli’nin kulaklarında “Cahiller, eşekler!” diye bağıran kadının sesi çınlayıp duruyordu. Memme’nin omuzunda nasıl bir yük vardı ki, yol yorgunu adamın çabaladığını bile görmüyordu.

      “Bana bak, sen kime güveniyorsun?!”

      Şeppeli deminden beri, ilk kez burada kadının yüzüne baktı ve onun sorusu yerine, gözlerinin altındaki torbalara dikkat etti: “Evet, böbrekleri hastaydı.” Sonra aklına baska bir düşünce geldi: “Bu böbrek hastalığı ne biçim bir hastalıksa, bizim arkadaşı bile mahvetmiş. Bu sabah nasıl bağırdı bana! Hayatımda ilk kez bana bağırıyorlar, bir tek bugün. Sabah Mursakulu, şimdi de bu densiz! Ne istiyor bu benden? Eti öteye at dedi, attım …”

      “Sağır mısın, dilsiz misin be adam?!”

      Kadın ceketini nasıl çekiyorduysa, Şeppeli daha dayanamadı:

      “Ne istiyorsun, be hatun ?!”

      “Dilin de varmış … Bana söyle bakalım, hangi kata çıkıyorsun?”

      “Diyelim ki, ikiye, eee?”

      “İkide kimin dairesine?”

      “Sana ne yahu, niye beni rahatsız ediyorsun?!”

      “Bilmek istiyorum. Rüşveti kime getirdin?”

      “ Ne rüşveti?! Delirdin galiba ?!”

      Kadın ellerini beline koydu.

      “O doktorun, Oruçoğlu mudur, nedir, kebabının dumanı da az daha bizi kör edecek. Herif sanki süpürge çöpü, onca yemeği neresine yiyorsa artık....”

      Şeppeli kendini içeri attı deminki yerine, kanepeye oturdu, nöbetçi kadınsa, hâlâ konuşuyordu.

      “Memme, kurbanın olurum, ben daha dayanamıyorum! Kurbanın olayım, ben dayanamıyorum daha. Başını kaldır da bana bir söz söyle!

      “Ben anlamıyorum, dayı.”

      Şeppeli buna şaşırdı:

      “ Neyi? Neyi anlamıyorsun, yavrum?”

      “Benim rüşvet aldığımı şimdi mi öğrendin?”

      Memme yine sigarasını içine çekti. Duman dağıldı. Ama Şeppeli yıllardır alıştığı, beyaz yüzlü, sakin bakışlı, naif Mem-me’sini gördü. En vahim olansa, Memme her zaman olduğu gibi gülümsüyordu.

      Şeppeli yutkundu.

      “Yalan!”

      “Yalan olan ne, dayı?”

      “Sen öyle birine benzemiyorsun.”

      “Benzemek için nasıl olmalıyım?”

      “Ben sana söyledim, haram yiyen adam farklı olur. Yemesi, oturması, kalkması, göz bebeğibile…

      “Bende bir değişiklik görmüyor musun?”

      “Görmüyorum!”

      “İyice bir bak.”

      “Görmüyorum!”, diye Şeppeli inatla tekrar edince Memme iç çekti.

      “Görmüyorsan, değişiklik benim içimde demek ki dayı. Buna ne diyeceksin?”

      “Yine aynı şeyi söylüyorum: inanmıyorum! Nasıl olur da, senin böyle bir şey yaptığından benim haberim olmaz?!

      “Beni şaşırtan da o ya dayı. Bir saattir konuşuyorsun, ‘Acaba bu adama ne oluyor?’ diye düşünüyorum. İlk rüşveti bana sen vermedin mi?

      “Ben ?! Sana? Rüşvet ?!”

      “İlk kez sen bana kuzu verdin. Hatırlamıyor musun?”

      “Hey kurban olduğum, yahu beni neden üzüyorsun! Bana böyle şakalar yapma! Kuzu, kuzu ha? Söyle bakalım kim dedi, nasıl oldu da Mursakulu öyle kötü haberle gitti memlekete? Sahiden mi seni işten çıkardılar?

      “Çıkardılar hafif kalır, dayı.