Kamer Alhanova

Çağdaş Azerbaycan Hikâye Antolojisi


Скачать книгу

süzülüp gitti. Olsa bir bardak daha içerdi fakat istemedi. Bardağı çocuğa verirken içinden, “Sağ ol!” demek geçse de demedi.

      Genç adam utanarak sordu:

      “Adın ne, amca?”

      Gencin “amca” demesi Ağarahim’i hiç mi hiç memnun etmiyordu. İçinden gelmese de adını söyledi. Çocuk bu tanışmadan çok memnunmuş gibi gülümsedi:

      “Benim adım da Binnet.” dedi. “ Sen dinlen burada, ben usta aramaya gidiyorum. İnşallah köyde bulurum onu. İşinin eri olduğu için hep koşturmaca içerisinde. Sürekli oraya, buraya götürüyorlar. Bozuk arabaların anası. Kendi yapar, kendi boyar. Çok becerikli bir ustadır.” Ağarahim “Alpoud” adlı köyde becerikli bir ustanın olacağına inanmıyordu.

      Çocuk balkona çıktı. Ahşap sedirin üzerinde uykuya dalmaya çalışan kadına bir şeyler söyledi. Kadın vaveyla çekerek elleriyle dizlerini dövdü. Genç adam balkondan inerken sabırsızlıkla:

      “Hemen kızma anne, bilerek yapmadım ya.” dedi.

      Binnet dışarı çıktığında Ağarahim armut ağacının gölgesindeki sandalyede oturuyordu. Avluya bakınca avlunun çok büyük olduğunu gördü. Avlunun açık tarafında kış balkonundan ve eski ahırdan başka yapı yoktu. Evin önünde kocaman, ucu bucağı görünmeyen bir bahçe, bahçenin içindeyse çeşitli ağaçlar vardı. Çiftliği andırıyordu. Ağarahim, “Bu kadar büyük bir bahçesi olan insanın muhtemelen parası da çoktur. Tavuğa, pilice bir bak hele, say say bitmez. İnek, manda, koyun, kuzu da var. Fakir değiller bunlar.” diye düşündü.

      Gelin, üzerine temiz örtü serilmiş sehpayı Ağarahim’in önüne koydu. İnce belli bardakta çay getirdi. Bir kez bile olsun kafasını kaldırmadı, gözünün ucuyla da olsa Ağarahim’in yüzüne bakmadı. Ama Ağarahim gizlice ona baktı ve “Alpoud” adlı bir köyde böyle güzel gelinin olduğuna inanamadı. Esmerdi gelin. Dudaklarının rengi olgunlaşmış kirazı andırıyordu. Parlak, ışıl ışıl gözleri vardı. Tezcanlıydı, yürüdükçe göğüsleri kabarıyordu.

      Gelin, kış balkonunun önünde çömelip otları yoluyordu. Ağarahim yan taraftan ona bakarken iç geçirdi. “Eğer bu güzel kadın Binnet’in karısıysa, yazık… O şeytana benzer herifin nesine tutulmuş ki?” Ağarahim’in aklına kendi eşi geldi. Zaten esmer olan teni biraz da morardı. “Keşke onu dinleseydim, keşke arabada bir tane muska bulundursaydım.” diye düşündü.

      Küçük kız Cigluni’nin yanında durmuş ağlıyordu. Gelin işini yarım bırakarak çocuğun yanına gitti. Ciguli’nin ön kapısını yavaşça açtı. Çocuk hemencecik susarak arabaya binip direksiyonun arkasında oturdu. Ağarahim’in sinirleri tepesindeydi. “Sanki, dedelerinden kalmış yahu.” diye iç geçirdi.

      Ağarahim çaya dokunmadı. Sıkıldı. Kalkıp Ciguliye yaklaştı. Araç gözünden düşmüştü. Bakmak dahi istemiyordu ona. Çocuğa baktı. Kız, bebeği dizinin üzerine koymuştu. İçerisi sıcaktı ama buna rağmen sessizce öylece oturuyordu. Çocuk biraz Binnet’e benziyordu, hele hele gözleri; kocaman, büyük kiraz kadardı. Kestane renkli, kısa saçları yavru kuzunun tüyü gibi kıvırcıktı. Dizinin üzerindeki oyuncak bebek de ilginç bir bebekti. Ağarahim hayatı boyu böyle oyuncak bebek görmemişti. Beyaz ketenden kafa yaparak küçük bir tahtaya monte etmişlerdi. Kocaman, sivri kafanın ortasına siyah kurşun kalemle ağız, burun, kaş göz çizmişlerdi. Bebeğin omuzları yoktu, her omuz yerinden bir çift kol sarkıyordu, üzerine el kadar, etek giydirmişlerdi. Ağarahim, nedense bu komik bebeği dudakları olgun kiraza benzeyen o gelinin yaptığını düşünüyordu.

      “Nerelisin, anam, babam?”

      Ağarahim ani sesten irkilir gibi oldu. Hemen geri döndü. Şişman kadın onun arkasında zar zor nefes alarak duruyordu. Ağarahim:

      “Bakülüyüm.” dedi.

      “Çalışıyor musun?”

      “İnşaat Üniversitesinde öğretmenim. Fizik öğretmeni …”

      “Allah esirgesin seni.” Kadın galiba ayakta durmaya zorlandı. Ellerini yere yaslayarak çayırlıkta oturdu. “Anan, baban hayatta mı?” dedi.

      “Ağabeyim var.”

      “ O da mı çalışıyor?”

      Ağarahim:

      “Evet.”dedi. Bu cevabın yetersiz olduğunu, bu şişman kadının onun kardeşinin öyle herkese muhatap olacak biri olmadığını anlasın diye devam etti:

      “Üst görevde çalışıyor.” dedi.

      “Allah daha üstleri nasip eylesin!”

      Ağarahim anladı ki bu şişman kadın ona bir şeyler söylemek istiyor. Bir niyeti var bu kadının yoksa şişman vücudunu sürükleyerek avlunun o ucundan bu tarafına gelmezdi.

      “Evli misin, yavrum?”

      “Evet. Bir de çocuğum var. Beş yaşında …”

      İhtiyar kadın Ciguli’ye doğru bakarak iç geçirdi.

      “Şansı yok Binnet’in. Doğduğundan beri başı hep belâda. On yaşına kadar hastalıkla filan geçti. Ölür diyorduk, yaşamaz ama ölmedi. Ölmedi ama adam akıllı da büyüyemedi. Kurban olduğum Allah. İllaki bir bildiği var. Elâlemin çocuğu okudu, iş güç sahibi oldu. Bu çocuğun kafası derse de yatkın olmadı. Önünde de bir baba yoktu ki dövsün sövsün okutsun. Binnet beşindeydi babası göçüp gittiğinde. Çiflikte çalışıyordum. Şafak sökmeden işe gider, güneş batınca dönerdim.”

      Ağarahim birden ne düşündüyse Binnet’in yaşını sordu. Kadın aklından bir şey hesaplıyormuş gibi duraksayarak:

      “Büyük oğlum Efendi kırkında. Onun küçüğü kız, evlenip köye gitti. Dört çocuğu var. Kız, Efendi’nin üç yaş küçüğü. Kızla Binnet’in arasında üç yaş fark var.”

      Ağarahim’in hesabına göre Binnet otuz beş yaşındaydı. “Cüceye bak, benden üç yaş büyük ama bana amca diyor. Minyon diye genç duruyor.” Kadın gökyüzüne dönerek ah çekti. Ağarahim kadının yarıya kadar beyaz perde inmiş gözünün kaybolduğunu ve muhtemelen diğer gözünün de kör olacağını düşündü.

      “Bunları yarı aç, yarı tok büyüttüm yavrum. Şimdi emekli oldum, ayda yirmi üç manat maaş alıyorum. Onu vermeseler de geçiniyorum. Benim masrafım ne kadar ki? Efendi çiflikte traktor şoförü. Evi ayrı ama beni de unutmuyor. Allah benim ömrümden alsın, ona versin. Kızdan da razıyım. Ancak bu çocuk… İhtiyar kadın başındaki yemenisinin ucuyla gözünün yaşını sildi. Bacaklarımda romatizma var. Can havlindeyim. Bu çocuk da diğer taraftan ömrümü yedi bitirdi.” dedi.

      Kadının derdini, sitemini dinleyecek hâli yoktu Ağarahim’in. Kalbinin yumuşayacağından, Binnet’e acıyacağından korkuyordu. Kadından uzaklaşmak istedi fakat kadın onun niyetini anlıyormuş gibi burnunu çekip konuşmaya devam etti:

      “Bir yerde tutturamıyor çocuk. Gah çiflikte çalıştı, gah demiryolunda. Sonra Efendi alıp götürdü yanına, traktör kullanmayı öğretti ona. Ordan da kaçtı. Uzun süre serseri serseri dolaştı. Askere gitti, orada da şoförlük yaptı. Döndüğünde çiflikte eski bir araç verdiler. Akıllanmıştı, işiyle uğraşıyordu. Büyüdü sandık, evlendirdik. (Kadın kafasıyla gelini işaret etti.) O helâl sütemmişi aldık ona. Bir kızları doğdu. Şu senin arabadaki… Gelin, ikinci çocuğa hamileyken Allah Binnet’e belâ gönderdi. Arabayı devirdi. Kaza yaptı. Esnaf kandırmış. Çocuk da genç ya heves etmiş, lahanayı doldurmuş araca, sürmüş taaaa Ermenistan’a. Kurban olduğum Allah da gözden çıkardı sanki bunu. Araba uçmuş derenin dibine kadar. Esnaflardan birinin kolu kırılmış, birinin bacağı