Bunları dostum olduğun için söylüyorum. Yoksa münasebet almaya hakkım olmadığını çok iyi biliyorum.”
Aydın hiç bir şey demedi.
-8-
Dil kursunun başlamasına çok az kalmıştı ve Mümün “Deutsch für Auslander” kitabının üzerine daha sağlam düştü.
Bu akşam yine taraçaya çıktı, kitap önünde, bir saatten fazla okudu ve yazdı. Nihayet kahve hazırlamak için kalkacaktı ki, kapıda Hasan belirdi:
“Biz hazırız.”
“Bu akşam kulübe bensiz gidin,” dedi Mümün.
“Neden?”
“Dil kurslarının başlamasına çok az kaldı. O zamana kadar kitaptaki bütün dersleri bir defa bari geçmek istiyorum.”
Hasan onun karşısına oturdu:
“Sen hakikaten de bu dili gerektiği gibi öğrenebileceğine inanıyorsun yani?”
“Neden inanmıyayım? Yabancı dil öğrenenler insan değil mi?”
“Öyle canım. Lakin okulda iki yıl fransızca okuduk, altı yıl rus dili ders kitapları elimizden düşmedi. Neticede ne öğrenebildik?”
“Bir defa cabalayacağım. Sen bu dili öğrenmeyi hiç mi arzu etmiyorsun?”
“Arzu etsem de bir şey olmayacağını çok iyi biliyorum.”
“Bir defa uğraşsan kötü olmaz. Birlikte gider geliriz, birlikte hazırlanırız, aramızda konuşmaya çalışarak ben sana, sen bana yardım etmiş oluruz.”
“Bırak şu işi holan. Üç haftadır buradayım, üç söz öğrenebildim mi?”
“Öğrenemedin mi? ‘Guten morgen,’ ‘Danke,’ ‘Aufwiedersehen’ sözleri ne ifade ettiğini biliyorsun artık değil mi?”
“Okadar biliyorum canım.”
“Bu dört sözün yanı sıra daha dört söz kalmıştır aklında. O da hiç çabalamadan. Çabalarsan daha çok öğreneceksin.”
“Ne bileyim…”
“Düşün taşın. Ödeyeceğin ücret her akşam çaya ve kahveye verdiğimizden daha fazla değil. Bu işe haftada üç akşam ikişer saat ayırabilirsin. Kulübün kapısını her akşam haftada dört akşam açacağız. Bunu bir kayıp hesapediyorsan…”
Sokaktan Aydın’ın sesi geldi:
“Haydi hey! Nerede kaldınız!”
“Düşün taşın,” diye tekrarladı Mümün Hasan’ın ardından.
Hasan Mümün’ün sözlerini hiç kulak asmadı, lakin kulüpten dönerken her nedense kurs işi yine aklına geldi. Elini salladı “geç!” der gibi. Yatağa sokulduğunda kurs sorununu yine hatırladı. Sanki arzu eder gibiydi…
“Ne yapsam?” diye sordu kendi kendine. Lakin sonra: “Aylak mı kaldın Hasan? Bozma rahatını!” diye fısıldadı kendi kendine ve diğer tarafına döndü. Koşukavak’ta arkadaşları geldi gözleri önüne. Laf arasında “Altı ayda altı söz de mi öğrenemedin Hasan?” diye sorarlarsa ne diyecekti?
“Bir şey demeyeceğim!” dedi içinden.
“Hasan, uyumıyor musun?” diye sordu Mümün odanın diğer ucundan.
“Uyuyamıyorum. Niçin sordun?”
“Kendi kendine konuşuyorsun gibime geldi.”
Cevap vermedi. Bu kurs işi bir türlü aklından çıkmıyordu işte. Nihayet kestirip attı:
“Sabah ola hayır ola. Son kararı yarın sabah alacağım!”
Gözleri küçülür gibi oldu ve az sonra uyudu gitti.
Sabah uyandığında çok sakindi. Bunun sebebi ne acaba diye kendi kendine sordu kaldı. Lakin cevabını veremedi. Yataktan doğrulurken Aydın’ın da, Mümün’ün de uyanık olduklarını bilirmiş gibi:
“Geleli beri bu gece sefte hiç deliksiz uyudum. İyice dinlenmişim,” dedi.
“Yolculuk ve iş bulma sorunlarının yarattığı gerginlik sona ermiş yani.” diye izah etmeye çalıştı Mümün.
“ Evden mektup aldığımızda daha da sakinleşeceğiz, değil mi Aydın?”
“I-hı…”
“Uyanmadın mı hep daha?”
“I-hı…”
“Bırak, uyusun. Onun deliksiz uykuları çok daha erken başladı.” Dedi Mümün, kalktı ve sabah çayını hazırlamak için mutfağa gitti.
Fabrika kapısından giriyorlardı ki, Hasan Mümün’e sordu:
“Dil kurslarına yazılmak nerede ve nasıl oluyor?”
“Demek kendinde cesaret buldun en nihayet?”
“Kısmetimi bir defa denemek istiyorum. Sen de yardım edersen. Sonra…”
“…Sonrası ne?”
Yutkundu ve dilinin ucunda olanı gizledi ve:
“…Sonrası gidip yazılmak!” diye hımırdandı.
Bu gece uykusu hepten onun dediği kadar deliksiz değildi. Küçümencik kızı girmişti rüyasına. Birinci sınıf öğrencisi olmuş, harfleri öğrenmiş ve şimdi eline geçen her kağıt parçasında gördüğü yazıları heceliyor. Eline yine bir kağıt almış, koşarak babasının yanına geliyor ve soruyor:
“Baba, bu kağıtta olanları okuyamıyorum. Harfleri de değişik, sözleri de.”
Hasan kağıda bir göz atıyor ve izah ediyor:
“Bunlar senin bildiğin harflerden değil kızım.”
“Nasıl değilmiş? Burada yazılı olan harflerin hepsini biliyorum ve okuyorum, ama sözleri anlıyamıyorum.”
“Çünkü onlar başka dilde yazılı.”
“Başka dilde mi? Hangi dilde?”
“Almanca.”
“Sen Almanya’da çalışıyorsun ya, bu yazıyı okuyabileceksin yani?”
Kızcağızına ne diyeceğini bilemediği için ıkınıp sıkınıyor… Derken uyanıverdi. İşte o zaman artık kati karar aldı: Dil kurslarına Mümün ile birlikte o da gidecek!.. Bunun için fabrika kapısından girirken Mümün’e ‘İşte ondan sonra kızımın elindeki kağıtta yazılı olanları sakince tercüme edebileceğim!’ diyecekti, ama ‘sonra’ dedi ve ötesini getirmedi.
“Tamam. İşten çıktıktan sonra çaresine bakarız. Balay sayı dolmuş olmasın.” Diye cevap verdi Mümün.
“Öyle bir tehlike olabilir mi?”
“Olabilir. Alman dilini öğrenmek isteyenler yalnız biz değiliz. Burada kimse işini son ana bırakmıyor. Bunu size anlattığım var değil mi?”
Hasan kendi kendine mırıldandı:
“Ben şap şeker deyinceye kadar mağazalar kapanıyor desen ya!”
İş saatinden sonra Mümün elini yüzünü yıkarken Hasan’a seslendi:
“Haydi, gidiyoruz!”
“Nereye?”
“Nasıl nereye? Kursa yazılmak istiyordun ya!”
“Sayı belki dolmuştur demedin mi?”
“Bu sabah ustabaşına andım. O da bir yolunu bularak seni yazdırmış. Şimdi gidip dilekçeyi dolduracağız ve ücreti ödeyeceğiz.”
Tam