Yakup İsmail

Hayatımızın Kış Ayları


Скачать книгу

beri buradayız, ama bu beş gün içinde süpürgeyle sokak süpüren görmedim. Fakat sokakları süpüren araç gördüm.”

      “Ne demek istiyorsun?”

      “Sen temizlik işlerinde çalışanları o kadar çok küçümsüyorsun ki, bu anda düşünemez duruma düşmüşsün… Anladığıma göre sokakların temizlik işleri için adamlar teknik araçlar kullanıyorlar. Yani Temizlik Şirketi’nde çalışanlar işlerin daha fazlasını makinelerle icra ediyorlar. Sadece makinenin sokulamadığı yerlere bir-iki süpürge vuruyorlar. Yalnız bizim memlekette temizlikçiler ellerine birer kocaman süpürge alarak bütün gün sokaklarda göklere kadar toz kaldırıyorlar, çöp dolu çuvalları yüzlerce metre uzaklara taşıyorlar. Kış mevsiminde ise günlerce kar kürüyorlar… Demek istiyorum ki Aydın, Batı bazı işlerde bizden çok ileri gitmiş.”

      Aydın artık teslim olmaya hazır gibiydi, ama hep daha inatlığından vazgeçemiyordu. Kati olmayan bir sesle konuştu:

      “Hasan, sen de ben gibi dün sefte çıktın memleketten dışarı, ama Batı’da yıllarca yaşamış gibi konuşuyorsun. Fantazin de çalışıyor galiba…”

      “Fantazimi işletmiyorum, etrafıma bakınıyorum ve gazeteleri izliyorum.”

      Mümün Aydın’ı dürttü:

      “Teslim ol artık. Hasan haklı.”

      “Öyle konuşma Mümün. Sen olsan sokak temizlikçisi olur musun?”

      “Bu sorunun cevabını Hasan sana çoktan verdi.”

      Aydın en nihayet sustu. Soğumaya yüz tutmuş çaydan bir yudum aldı. Sonra etrafına bakınarak hımırdandı:

      “Daha bir kişi olsa da biz de iskambil oynasak.”

      Cevap veren olmadığını görünce yerinden kalktı:

      “Ben karşıki masada oynayanları seyretmeye gidiyorum.”

      Mümün, Aydın’ın ne yapmak istediğini anlayamadı ve soru dolu gözlerle Hasan’a baktı. O, ‘bilmiyorum’ der gibi omuzlarını kıst ve gülümsedi:

      “Madem oynayanlar var, seyirci de olması gerek. Her spor yarışmasında olduğu gibi. Bazı kimseler oynamaktan zevk duyar, diğerleri seyretmekten.”

      Mümün dudak büktü kaldı.

      On dakka geçti geçmedi Aydın geri döndü. Sandalyesine çöktüğünde çehresi bayağı allanmış gibiydi.

      “Ne oldu, oynayanları mı beğenmedin, yoksa oyunlarını mı?” diye sordu Hasan. Aydın önüne baktı:

      “Hiç.”

      “Niçin okadar çabuk döndün? Bu gün sol tarafına mı kalktın, ne yaptın bilmem, ama rahatsızsın gibime geliyor. Az önceki sohbetimiz hoşuna gitmedi ve masadan kalktın. Şimdiyse iskambilcilerin oyununu beğenmedin, öyle mi?”

      “Beğenmedim.”

      “Acemicesine mi oynuyorlar?”

      “Başımı ağartıp durmasan ya Hasan! Dibine darı ekecekmiş gibi sorup duruyorsun! Madem bilmek istiyorsun, söyleyeyim: Beni yanlarından kovdular! Seyirci istemezlermiş! Bu cevap yeterli mi?”

      “Kovduklarını nasıl anladın? Türkçe mi konuşuyorlar?”

      “Bulgarcaya benziyor, ama çok bozuk. Ne konuştuklarını anlamadığımı düşünerek içlerinden biri benim için olmayacak bir şey dedi. Hemen kafasını eziverecektim, lakin sabrettim. Çünkü onlar çoğunluk. Ama o konuşanın suratını belledim. Bir akşam bir köşede elbette ki yalnız kıstıracağım onu!”

      “Sırp olmalılar. Oyunlarına karışacak oldun değil mi?” diye sordu Mümün.

      “Hayır…”

      “İyi ki karışmamışsın. Sakın bunu yapma! Hiç bir zaman! Burası bizim kent değil. Durup dururken aralarında kavga çıkarırlar, lakin anlayıp dinleyinceye kadar birleşirler ve onları ayırmaya gelenlere adamakıllı bir sopa atarlar. Az öncesi ne yapmak istediğini anlasaydım, oynayanların yanına sokulma diyecektim. Kart oynayanlar etraflarında seyirci olmasını istemezler.”

      Aydın onlara hakikati söylememişti. Oynayanların birine “o kartı değil, diğerini at!” demişti alçak sesle ve bul-garca, lakin hepsi işitmişti. Oynayanlardan biri ağız dolusu küfretmiş ve cebinden bir bıçak çıkararak masa üzerine bırakmıştı. Aydın da derhal oradan uzaklaşmaya mecbur kalmıştı.

      Kulübün giriş kapısında büyük bir grup belirdi. Bayağı şendiler.

      “İşte size Bulgaristanlı bir grup!” Dedi Mümün.

      “Nasıl anladın?”

      “Yüksek konuşmalarından… Oho, Şumnulu’nun grupu!”

      Kapıdan girenler Mümün’ü görünce yanına geldiler ve onunla eski dost gibi tokalaştılar. İçlerinden biri Aydın’a ve Hasan’a dikkatle baktıktan sonra sordu:

      “Bunlar kimler oluyor Mümün? Bizden mi?”

      “İkisi de Rodoplardan. Yeni geldiler. Tanışın! Hasan ve Aydın.”

      Onlarla da tokalaştılar. Kim oldukarını sormuş olan izah etti:

      “Bana Şumnulu derler! Bunlar da dostlarım: Deli Veli, Yavaş Sabri, Çakıldak Ahmet!”

      Masaya yerleştiler ve sohbet derinleşti, çaylar bir kaç defa tekrarlandı. Ayrı ayrı yörelerden olsalar da, şimdi vatandan uzak bir yerde oldukları için kendilerini çok yakın hissediyorlardı. Geç vakitlere kadar oturdular. Nihayet ertesi akşam yine buluşmak dileğiyle kalkarken Şumnulu yine izahta bulundu:

      “Bunların adları yerinde olduğunu derhal anladınız değil mi? Sabri ağzını açıp şap veya şeker deyinceye kadar mağazalar kapanıyor. Ahmet konuşmaya başladığında kimse durduramıyor. Çok geçmez Veli de ıspatlar adını.”

      Ertesi gün Aydın daha öğle yemeğindeyken ‘kulüp’ sözünü sayıklamaya başladı. Eve geldiğinde de kulübe gitmek için diğerlerinin kafalarını şişirmeye başladı. Mümün ise Almanca kitabı elinde yine taraçaya atmıştı kendini.

      “Sabırlı ol!” Dedi en nihayet. “Şurada yarım saatlik işim kaldı. Daha beş-altı alıştırmanın da cevaplarını yazdıktan sonra kalkıyorum.”

      Lakin Aydın bir türlü durduğu yerde duramıyordu. Üç-dört defa kapıdan başını uzatarak Mümün çalışmayı hep daha bitirmedi mi diye baktı durdu.

      Mümün de en nihayet önündeki kitabı kapadı ve ayağa kalktı:

      “Hasan, kalk. Beklerken Aydın’ın canı çıktı. Taraça kapısından başını sık sık uzatmasına ben yoruldum, o yorulmadı.”

      Şumnulular kulübe çoktan yerleşmişlerdi. İçlerinden biri elini salladı ve:

      “Haydi be Rodoplular! Çok geç kaldınız!” diye narayı bastı. Elbette ki Çakıldak Ahmet’ti. Mümün gülerek Hasan’ın kulağına fısıldadı:

      “Bir yerde yüksek sesle konuşanlara rasgeldiğinde bilmelisin ki, ya Sırbiya’dan, yahut gene bizim diyardan. Biz Balkanlıların kalabalık olduğumuz yere yerliler sokulmak istemiyorlar. Yüksek konuştuğumuza daima kavga ediyoruz gibilerine geliyor adamların.”

      Çağırıldıkları masaya gittiler. Çok geçmedi, Şumnululardan biri sordu:

      “Aranızda İskambil meraklısı yok mu?” hasan cevap verdi:

      “Ben sohbeti yarıda bırakmak istemiyorum. Aydın’ı davet edin.”

      Aydın’ın ise kulakları çoktan kabarmıştı. Hemen ayağa fırladı:

      “…Dördüncü