Hüseyin Yıldırım

Kartal Pençesinde Bir Güzel


Скачать книгу

kadar su birikti. Boğazı kuruyan ihtiyarın artık beklemeye takati kalmadı. Turna gözü gibi berrak suyu ağzına doldurup içti. Dağın soğuk suyu ihtiyarın tüm bedenine cıva misali yayıldı, onun bitkin gönlünü şenlendirdi, yüreğine huzur verdi. Azık torbasındaki son parça ekmeğini çıkartıp iştahla çiğnemeye başladı. Sertleşen ekmeğin kenarları suyla karışıp aç boğazdan tıpkı ilik gibi kayıp geçiyordu…

      Ertesi gün kartal geldiğinde önceki gibi çekinmedi, ürküp beklemedi. Gelir gelmez yuvasının ağzına kondu, getirdiği yiyecekleri yavrularına paylaştırmaya koyuldu. Ancak “Hâlâ kamp kurmuş yatıyorsun hey!” der gibi Pelen Avcı’ya ara sıra sakınmadan bakış atıyordu. Kendi görevini tamamladıktan sonra da “misafirinin” yüzüne dikkatli bakmadı. Kartal, uzaklara göz gezdiriyor; bir sonraki azığının kaygısını çekiyordu.

      Kartal, kayadan yükselip yola koyulduğunda ihtiyarın yüreğinde garip bir endişe beliriyordu. İhtiyarlamış kalp, huzursuz çarptı. Özgürce kanat gerip giden kartalın uçuşuna yufka yüreği heves etti. Fakat onun kanatları kırıktı. Kötü düşüncelerden sıyrılıp dikkatini başka noktalara çekmek için, sekinin üzerinde iki tarafa gide gele adımlarını saymaya başladı…

      Pelen Avcı, hanımına “Yarın öğlen gelirim.” deyip çıkmıştı. Doyduk Hanım gönlü rahat, sabırlı bir kadındı. Ava kendini kaptırdığında kocasının iki üç güne bile eve dönmediğini bilirdi. Ama onun bu defaki kadar çok geciktiği olmamıştı. Kendisi de “Üç güne kadar geri dönmezsem aramaya çıkarsınız.” derdi. Ancak bu defa dört gün geçti. Beşinci gün oldu. Gün kavuştu, karanlık çöktü, yatsı oldu, gece yarısını geçti. Avcı gelmedi. Gece boyu gözüne uyku girmeyip Pelen’i bekleyen Doyduk Hanım evde daralıp dışarı çıktı. Parlayan yıldızların ışığı altında dağ, bir karaltı şeklinde görünüyordu. Yüreğini endişe kaplayan Doyduk Hanım, gül yâri hayat arkadaşının yoluna bakarak bin bir türlü kötü düşünceye daldığından yeryüzünün aydınlandığını bile fark edemedi. Evine girdiğinde de gönlü rahat etmedi, durduğu yerde duramayıp ocağın etrafında gezindi durdu. Kime danışacağını düşünüyordu. Pelen Avcı’nın evlenmiş iki kızından başka yakın akrabası da yoktu; onlar da uzakta, çölde yaşıyordu.

      Ancak Pelen Avcı’nın sevdiği tek bir dostu, akranı vardı; adına Nunna Ağa derlerdi. O da ömrünün çoğunu çobanlıkla geçirmişti. Artık iki oğlu büyümüş ve onun eğri değneğini elinden almışlardı. Fakat tüm ömrünü çalışarak geçirdiği için boş boş yatamazdı. Ot biçer, çalı keser, eşeğiyle odun taşırdı.

      Doyduk Hanım beriden selam verip geldiğinde de Nunna Ağa çoktan bir yerlere gitmek için hazırlık yapıyordu:

      “Aleykümselam Doyduk, sağlığın sıhhatin yerinde mi? Avcımız bu kez uzun süredir dönmedi, sanırım.” diyerek, Doyduk Hanım’dan önce davrandı.

      “Evet, ben de tam bunu diyecektim, merakta kalıp yanına geldim. Yarın gelirim deyip gitti. Bugün, tam altı gün oldu. Kötü bir şey olmasa bu kadar gecikmezdi. Dünden beri kalbim bir tuhaf atıyor. Başına bir bela gelmediyse iyidir.”

      “Aaa, kötü bir şey yoktur. Eli boş gelmeye içi el vermediğinden ceylanların peşinde koşturuyordur. Ama sen vesvese getirme aklına. Ne yapmak gerekirse biz çaresine bakarız. Sen rahat ol.”

      “Peki, tamam, size zahmet olacak. Muhtemelen kartallı kayaya gitmiştir.”

      Doyduk Hanım evine döndü. Nunna Ağa dostunun başına bir hâl geldiğini hissedip işini bıraktı. Doyduk Hanım’ın endişesi, şimdi onu da huzursuz etmişti. Köyde sözünün geçtiği kişilere danışmaya çıktı. Avcıyı aramaya çıkmaya karar verdiler.

      Onlar, biri eşekli üç kişi olarak öğleye doğru köyden ayrıldılar. İkindi olduğunda vadiye girip mola verdiler. Dinlenene kadar hava karardı. Aysız gecede iz sürme imkânı yoktu. Onlar sabah olunca ne yapacaklarına karar vermeyi uygun gördüler.

      Şafak söktü. Onların her biri bir tarafa yöneldi. Nunna Ağa vadinin içini arayarak gidiyordu. Arkadaşlarından ses ulaşma mesafesi kadar arayı açtığında önüne eşeğin leşi çıktı. Kurtlar onun kellesi hariç her yerini keyifle didik didik etmişlerdi. Onun ayağına bağlanan ip bile çözülmemiş, diğer tarafında ise eyeri duruyordu. Nunna Ağa, eşeği kafasından tanıdı. Seslenip çağırması üzerine arkadaşları da onun yanına geldi. Nunna Ağa kendi fikrini söyledi:

      “Arkadaşlar, Pelen’in binip gittiği eşek, işte bu. Bu leşin üzerinden epey süre geçmiş olmalı, değilse böyle kurumazdı. Pelen de kısa süre dolaşıp gelme niyetiyle gitmiş ama dönmemiş. Eğer yaşıyor olsa eşeğini kurtlara yem etmezdi. Muhtemelen, şu kayaların bir yerinden yuvarlandı. Ancak ne olursa olsun, her şeye hazırlıklı geldik; yakın civarı iyice arayalım. Bir yerlerde sakatlanıp kalmış olabilir.

      Kayıp avcıyı arayanlar, o gün de sonraki gün de bir sonraki gün de dağda kaldılar. Onların çıkmadığı yokuş, aramadığı vadi kalmadı. Ancak kayıptan iz bulunamadı. Taştan taşa, yamaçtan yamaca tırmanıp ayakları, elleri kabarmış ve mosmor olmuş üç adamın bağıra bağıra sesleri kısıldı ancak dağlar, kayalar cevap verse de kayıp avcı cevap vermedi. Nunna Ağa, arkadaşlarının konuşmalarından ve tavırlarından onların artık köye dönmek istediklerini anladı: “Böyle dolaşıp durursak bizim de leşimizi bulmaları külfetli olur.” Yakın dostunun, akranının cesedini bulmadan eve gitse Doyduk Hanım’ın yüreğinde onulmaz yara açacağını Nunna Ağa biliyordu. Ama arkadaşlarının da gönlünü kıramadı.

      Ancak bulunmayı bekleyen ihtiyar dünyadan bihaber, gece gündüz kayanın kucağında, kurtulmanın yollarını arıyor; çare bulamıyordu. Fakat tek bir dakika bile umudunu elden bırakmıyordu.

      “Misafirine” yüz vermeden gittiği günün ertesi, kartal ganimetle geldi. Pençesine sıkıştırıp büyük bir tavşan getirdi. Yine “misafirine” merhamet etmeden “başköşeye” geçiverdi. Yuvasının ağzına silkinip yerleşti ve getirdiği azığı paylaştırmak için leşe gagasını vurdu. O anda da pençesinden kurtulan tavşanın leşi, kartalın gagasından fırladı ve Pelen Avcı’nın yanına pat diye düştü. Kartal onun peşinden zıplayacak oldu ama duraksadı. Gözlerini oynatarak ihtiyarın yüzüne dikkatlice baktı. “Avımı geri ver, yoksa…” diye tehdit savurur gibiydi. İhtiyar acele etmeden belinden bıçağını çıkardı ve tavşanın etini doğramaya başladı. Sonra da parçaladığı etleri tavşanın derisine sarıp yavaşça yerinden kalktı. Kendisinden ürküp geri çekilen kartala dikkat bile etmiyordu. Adamın bu tavrına kartal şaşkın şaşkın bakıp ne yapacağını bilemedi, onun elinden eti çekip alma fikrinden vazgeçti. Bu esnada da kendisine doğru uzatılan bir parça et kartalı iyice şaşırttı. Tereddüt ede ede adamın elinden et parçasını çekip aldı ve doğruca ağzına attı. Pelen Avcı, kartalları besleyip kendine bıraktığı bir lokma eti boğazından geçirebilmek için dermansız gövdesini yere bıraktı. Onun her daim yanında taşıdığı ağzı büzülmüş beyaz renkli tuz torbası, bu kötü günde de çok işine yaradı. Tuzlu çiğ eti başta midesi kaldırmayacak gibi oldu. Gittikçe aç damarların ağzı açıldı ve tuzlu et dünyanın en lezzetli yemeğine dönüştü.

      Böylece, yavuz insanla kartalın karşılıklı yardımlaşma serüveni başladı. İhtiyar, kartal yavrularına su veriyordu, onları eline alıp okşuyordu, onlarla “konuşuyordu”. Ana kartalın getirdiği “çeşit çeşit” leşleri paylaştırıyordu, kendisi de onların ucundan ölmeyecek kadar yiyordu.

      Pelen Avcı’dan iz bulamadan dönen kişiler onun evine yas götürdü. Gece gündüz gariban Doyduk Hanım’ın sesi dinmedi. Tek dayanağını, hayat arkadaşını yitiren biçare kadın ağlayarak feryat ediyordu: “Ah