Cemile Kınacı

Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi


Скачать книгу

karşı çıkılıp tepkiler gösterilse de bu durum Osmanlı kadın hareketinin ilerlemesine engel olamaz (Karataş 2009: 1656). Bu dönemde, kadın süreli yayınları üzerinden Osmanlı sahasında yürütülen kadın hareketi hız kesmeden devam eder.

      1920’li yıllarda siyasî alanda da etkin olmaya gayret eden Türk kadınlarının parti kurmalarına her ne kadar izin verilmese de 7 Şubat 1924 yılında Nezihe Muhiddin öncülüğünde siyasî alanda da etkin olmak isteyen bir kadın örgütü olan Türk Kadınlar Birliği kurulur. 1935’te Türk Kadınlar Birliği, Cumhuriyet’in ilk uluslararası Dünya Kadınlar Birliği Toplantısı’na ev sahipliği yapar (Davaz 2014: 149, 153, 156). Türk kadınlarının bu önemli organizasyona başarılı bir şekilde ev sahipliği yapması, o günkü şartlar içinde onlara büyük bir cesaret verir.

      Türk kadınlarının siyasî haklarını elde etmeleri aşamalı bir şekilde gerçekleşir. 1930 yılında öncelikle kadınların belediye seçimlerine katılma kararı kabul edilir. Kadınların belediye seçimlerine katılması sağlandıktan sonraki ikinci aşamada, 1933’te kadınlara muhtar ve ihtiyar heyeti seçimlerine katılma hakkı sağlanır. Son aşamada ise Türk kadınlarına 4 Aralık 1934 tarihinde milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilir (Kaplan 1998: 191). Türk kadınları ilk kez 8 Şubat 1935’te yapılan milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını kullanır (İçke 2014: 57). 1935’te gerçekleşen 5. Dönem Milletvekili Seçimleri’nde Meclis’e 18 kadın milletvekili girmeyi başarır (İçke 2014: 51). Bu durum, Türk Kadınlar Birliği öncülüğünde Türk kadınlarının o dönemde siyasî açıdan gösterdikleri gayretin de bir sonuç verdiğini ve hedefledikleri noktaya ulaştıklarını açık bir şekilde göstermektedir.

      Kadın yenileşmesinin filizlenmesi ve ilk gelişim dönemine bakıldığında, hem Batı’da hem de Türkiye’de (Osmanlı-Cumhuriyet) kadın hareketi aynı şekilde, aşamalı bir gelişim çizgisi göstermiştir. Bu bakımdan, Batı’daki kadınlarla Türk kadınlarının kadının toplumdaki konumunun düzeltilmesi doğrultusundaki faaliyetlerinin ve kadın özgürlüğü konusundaki uygulamalarının genel olarak birbirine benzer bir özellik taşıdığı görülmektedir.

      1917 Ekim Devrimi’ne Kadar Rus Çarlığı Siyasî Egemenliği Altındaki Türk Dünyası’nda Kadın Hareketi

      Dünyada farklı coğrafyalarda ortaya çıkan kadın hareketleri, ortaya çıktıkları ülkelerin kendine özgü koşulları içinde bir gelişme gösterir. Ancak hepsinin ortak bir tarafı vardır ki, o da nerede olursa olsun kadınların verdikleri eşitlik ve özgürlük mücadelesidir. Batı’daki kadın hareketi aşamalı bir süreç içerisinde gelişim gösterir. Batı’daki kadın hareketlerinin ürünü olan kadın kuruluşları, ilk yıllarda kadın eğitimi ve hayırseverlik konularında faaliyetler yürütür, daha sonra ise tam eşitlik talebinde bulunur. Eşitlik talebinin son halkasını ise seçme ve seçilme hakkı mücadelesi oluşturur (Davaz 2014: 6). Türkiye’de de aynı süreç yaşanır. Batı’da ve Türkiye’de bu şekilde bir gelişim süreci geçiren kadın hareketi, Rus Çarlığı siyasî egemenliği altındaki Türk Dünyası’nda da benzer şekilde gerçekleşmiştir.

      Rusya’daki Türk Kadın Hareketi’nin doğuşunu, müstakil olarak kızların eğitim alması için açılan okullarla ilişkilendirmek mümkündür. 1764 yılında Petersburg’da II. Yekaterina tarafından ilk kez Rusya’da kızlar için bir eğitim-öğretim kurumu açılmıştır. Kazan’da buna benzer ilk kız enstitüsünün açılışı ise 1841 yılında olmuştur. 1858 yılında eğitim bakanlığı tarafından kızların eğitimi meselesi de gündeme gelip, “Halk Eğitim Bakanlığı İdaresindeki Kız Mektepleri Hakkında” başlıklı kanunlar da çıkarılmıştır. II. Aleksandr tarafından kabul edilen bu kanun çerçevesinde Rusya’da kızlar için açılan okullar iki farklı gruba ayrılmıştır. Birinci grupta yer alan okullarda kızlar altı yıl, ikinci grupta yer alan okullarda ise 3 yıl süren bir tedrisattan geçmişlerdir. Altı yıllık birinci gruptaki kız okullarından ilki Kazan’da 1859 yılında açılmıştır. 1870 yılında Çarlık tarafından “Kızlar Gimnaziyaları ve Progimnaziyaları Hakkında”2 kanun kabul edilmiştir ve bu tarihten itibaren kızlar, Çarlık yıkılana kadar bu okullarda da okumaya devam etmişlerdir (Mehmutova 2012 a: 75-88).

      1870-1880’li yıllarda Kızlar Gimnaziyaları’nın açılmasıyla birlikte Tatar kızları da birer ikişer de olsa bu gimnaziyalarda görünmeye başlar. Mesela 19. asrın sonunda Petersburg’da tıp eğitimi alarak doktor olan Tatar kızı Raziya Kutlıyarova, Kasım şehrindeki gimnaziyada eğitim gören ilk Tatar kızlarındandır (Mehmutova 2012 a: 91). İdil-Ural sahası dışında mesela, Kazak bozkırlarında eğitimci Ibıray Altinsarin’in öncülüğünde kızlar için okulların açılmaya başlaması da 1890’lara rastlar. İlk olarak Irgız’da ardından da 1891’de Torgay’da, 1893’te Kostanay’da, 1895’te Karabutak’ta ve 1896 yılında Aktöbe’de Altinsarin öncülüğünde kız okulları açılmıştır (Ayan 2015: 25-26).

      Rusya’da 1764’ten itibaren kız okulları açılmış olsa da, Türk kızlarının sistemli bir şekilde okumaya başlaması, Kırımlı bir Türk olan İsmail Bey Gaspıralı’nın 1884’ten itibaren uygulamaya koyduğu Usul-i Cedid hareketi ile olmuştur. İsmail Bey Gaspıralı, özellikle Usul-i Cedid adı verilen eğitim alanındaki yenilikçi faaliyetleri ile Türk kültür tarihine adını yazdırmıştır. 1880’li yıllarda Çarlık Rusya’da Rus okulları ve medreseler vardır. Ancak Rus okullarında Türkler anadillerinde eğitim görmedikleri için bu okullardan çok faydalanamamaktadır. Gaspıralı, bu sebeple millî dilde eğitimin önemine dikkat çekmiştir. O, Rusya’ya hitaben yazdığı yazılarda, devamlı surette Rusya’dan anadilde eğitim hakkını talep etmiştir (Togan 1981: 554). Dönemin medreseleri ise zamana ayak uyduramadığı için oralarda verilen eğitim artık geri kalmıştır ve yeterli değildir. Gaspıralı, Rusya’da yaşayan Müslüman-Türk toplumunun eğitimle ilgili bu sorunlarını tespit ettikten sonra hızla faaliyete geçmiştir. Gaspıralı’nın öncülüğünde başlatılan Usul-i Cedid şu somut esaslara dayandırılmıştır: 1) Mektepler medreselerden ayrılacaktı; 2) İlkokulların kendine has öğretmenleri olacaktı; 3) Öğretmenler “sadaka” değil, aylık alacaktı; 4) Okuma-yazma öğretimi eski usulde düzensiz bir heceleme metoduyla değil, yeni Elifba kitaplarında gösterilen “usûlü savtiye” ile başlayıp okuma işi daha kolaylaşacaktı; 5) Yalnızca okumaya değil, yazma işine de önem verilecekti; 6) Kızlar için ayrı okullar olacaktı ve kızlara da yazı öğretilecekti; 7) Öğretim bir programa göre yapılacak ve her yaş düzeyine göre ders kitapları kullanılacaktı (Taymas 1966: 162).

      İsmail Bey Gaspıralı, Usul-i Cedid esaslarına göre modernleşmeyi mektep ve medreselerden başlatmaya karar vermiştir. İlk olarak her yaştan insana okuma yazmayı öğretmeyi hedefleyen “savtî usul” metoduyla kısa zamanda okuma yazmayı öğretmeye başlamıştır. Bu metoda göre, Arap alfabesini öğretmede kullanılan eski hece metodunun yerine fonetik alfabe metodu uygulanmıştır. Gaspıralı, fonetik esasa dayalı bir okuma kitabını da (Hoca-i Sıbyan) yazarak bu yeni metodu işlevsel hale getirmiştir. Kısa zaman içinde bu usul, büyük başarı kazanmıştır. Kırım’da İsmail Bey Gaspıralı öncülüğünde başlayan bu usul ile eğitim kısa zamanda Türk Dünyası’nın pek çok yerine yayılmıştır. 1905 yılında bu okulların sayısı beş bini aşmıştır. Gaspıralı, bir yandan da Usul-i Ce-did okullarında okutulacak ders kitaplarının yazılması ve hazırlanması işiyle de uğraşmıştır. O güne kadar medreselerde okutulan kitaplar yalnızca dinî içerikli kitaplardır ve çoğunluğu Arapçadır. Din dışı konularda yazılmış olan kitaplar da zamana ayak uyduramamış, bilgi değerini yitirmiş, eski kitaplardır. Dolayısıyla Gaspıralı, Usul-i Cedid okullarında okutulmak üzere zamanın bilgi ve medeniyet seviyesini yansıtan yeni eserlerin yazılması işine de bizzat kendisi öncülük