a: 245-274; Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004:123).
1912 yılına gelindiğinde Gaspıralı’nın öncülüğünde yürütülen faaliyetler somut olarak meyvesini vermiştir. Özellikle Balkan Savaşları, Türk Dünyası’nda hem ortak bir Türklük bilincinin geliştiğini göstermiş, hem de Türk kadın örgütlenmesinin geçirdiği süreç somut olarak Balkan Savaşları’nda gözlemlenmiştir. Gaspıralı, Tercüman’da okuyucularına Avrupa’nın Osmanlı’yı “hasta adam” olarak nitelendirmesine karşı çıkmış, Rus basınında Osmanlı aleyhinde sevinçle verilen haberlerin tam tersine, Osmanlı’nın tekrardan eski gücüne kavuşacağını, bunun bir “bağlılık” hali olduğunu, çözüldüğü takdirde her şeyin yoluna gireceğini okuyucularına Tercüman sayfalarından yazarak, Osmanlı’nın derdi ile dertlenerek ortak bir millet şuurunu ortaya koymuştur (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004:132). Ayrıca, Rus basınının başlattığı yardım kampanyalarına karşılık, Rusya’daki Türk basını da başlattıkları yardım kampanyaları ile Balkan Savaşı’nda savaşan soydaşlarına nakit yardımlar da toplayarak ortak bir millet şuurunun tesis edildiğini ispat etmiştir. Balkan Savaşı, manevî olarak Rusya Türklüğünü derinden sarsmıştır. Rus üniversitelerinde okuyan Türk öğrenciler, Rus basınının Türk düşmanlıklarına sessiz kalmamış ve Rus basınını protesto etmişlerdir. Bütün şehirlerde Türk Kızılayı’na yardım kampanyaları yürütülmüştür. Kırımlı Türk kadınları örgütlenerek önemli miktarda yardım toplamışlar ve topladıkları yardımları o günkü zor şartlarda İstanbul’a göndermeyi başarmışlardır. Petersburg üniversitelerinde okuyan Türk kızları Ümmügülsüm, Rukiye, Meryem Yakupova ve Meryem Pataşova Hanımlar, cephede savaşan Türk askerlerinin yaralarını sarmak için hiç tereddüt etmeden Türkiye’ye gelmişlerdir. Bu dört üniversiteli kız, gönüllü olarak İstanbul’a gelmiş, beş ay boyunca İstanbul’da hastanede yatmakta olan Türk askerlerine hemşirelik yapmıştır. Kazanlı Ümmügülsüm Kemalova Petersburg Üniversitesi’nde Matematik Fakültesi öğrencisi, Petersburglu Rukiye Yunusova Psikoloji Fakültesi öğrencisi, Taşkentli Meryem Yakubova Eğitim Fakültesi öğrencisi ve Meryem Pataşova Tıp Fakültesi öğrencisidir (Kurnaz 2012: 21-27). Bu dört aydın Türk kızının, Balkan Savaşı’ndaki Türk kardeşlerinin acısını ve ızdırabını yüreklerinde hissederek, Türkiye’ye gelip kendi ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’deki kadın hareketini de örgütleme gayretleri, Gaspıralı öncülüğünde başlayan eğitim ve kültürel yenileşme hareketinin bir halkası olan, Türk Dünyası Kadın Hareketi ruhunun zirvesini teşkil etmiştir. Elbette bütün Rusya Türklüğü içindeki Türk kadınları, döneme göre muazzam bir örgütlenme gerçekleştirmiş olsalar da bu dört cesaretli ve cevval Türk kadını, Balkan Savaşı sırasında gösterdikleri gayretle Rusya’da doğup gelişen Türk Kadın Hareketi’nin adları tarihe kazınan temsilcileri olmuşlardır.
1917’ye gelindiğindeyse artık Rusya’daki Kadın Hareketi’nde aktif bir mücadele dönemi başlamıştır. Bu son aşamada Türk Kadın Hareketi’nin temsilcileri siyasal alanda da eşitlik arayışına girmişlerdir. Türk Kadın Hareketi’nin temsilcileri, Rusya Müslüman-Türk Kadınları Kongresi’ni organize etmiş, kendilerine dair devamlı tartışılan meseleler ile ilgili kararlar almışlardır. Yine 1917 yılı Haziran ayında Müslimeler Komitesi kurulmuştur. Komite özellikle, kadınların tüm hukukî haklarını savunmak, kadınların sosyal ve siyasal hayata katılımını sağlamak için gerekli bilim ve bilgileri öğretmek, Kurucu Meclis için seçim hazırlıklarına katkıda bulunmak, kadınların hukukî kazanımlarını korumak için kongrelerde alınan kararları uygulamaya koymak gibi amaçlara tüzüğünde yer vermiştir. Kadın komiteleri zamanla şehir ve kasabalar yanında köylerde de kurulmuştur. 1 Mayıs 1917’de toplanan Rusya Müslümanları Birinci Kongresi’ne 112 kadın delege de katılmıştır. İsmail Bey Gaspıralı’nın kızı Şefika Hanım da bunlar arasında yer almıştır. 1905-1906 ve 1914’te gerçekleştirilen diğer genel kongrelerde tek bir kadın temsilci bulunmazken, bu kongreye kadın katılımı oldukça dikkat çekicidir. Üstelik artık kongreye katılan kadın delegeler erkeklerin alışageldiği gibi, erkeklerle yanyana durmaktan veya oturmaktan bile çekinen, utanarak gözlerini kaçıran, sesinin duyulmasından dahi ürken, çarşaf altında kendini gizleyen kadınlar değil, erkeklerin gözlerinin içine bakarak, taassup ve cehalete savaş açan, haklarını talep eden, kendilerine yapılan hakaretlere hiç çekinmeden karşılık veren, sorunlarını dile getirip çözümler bulmak için kongre kapılarını tutarak erkeklerin dışarı çıkmasına izin vermeyecek kadar eylemci ruhu gelişmiş Türk Kadın Hareketi’nin temsilcileridir. Söz konusu kongrede Fatih Kerimi, Musa Carullah Bigi, Sadri Maksudi ve Ayaz İshaki gibi Rusya Türklüğü’nün tanınmış kadın hakkı savunucuları da Türk Kadın Hareketi’nin sözcüsü ve destekleyicisi olmuşlardır (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004: 152, 161).
Sonuç olarak Rusya Müslümanları arasında özellikle eğitim alanında yapılan köklü reformlar, toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda bir canlanmaya yol açmıştır. Matbaa, gazete ve dergiler, dernekler, kongreler, mitingler, tiyatrolar, sanatsal faaliyetler hem nicelik hem de nitelik bakımından büyük gelişme göstermiştir. Bu faaliyetlerin sonucunda, ortak bir Türklük bilinci ortaya çıkmış ve Türk Kadın Hareketi de işte bu ortamda doğmuş ve tüm alanlarda gelişme kaydetmiştir. Rus Çarlığı idaresindeki Türk Kadın Hareketi’nin temsilcileri, tıpkı Batı’daki ve Türkiye’deki kadın hareketlerinde olduğu gibi hayırsever faaliyetler ile işe başlamış, açlara el uzatmış, Balkan Savaşları’nda örneğini gördüğümüz şekilde gönüllü hemşireler olarak yaralı Türk askerlerin yaralarını sarmışlardır. Nihayetinde, cesaretle kongre kapılarını tutarak siyasal haklarını aramışlardır. Rusya idaresi altındaki Türk Dünyası’nda 1800’lerin sonlarından itibaren filizlenmiş ve süreç içinde gelişmiş Türk Kadın Hareketi, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra ise yeni bir aşamaya girmiştir. Ekim Devrimi’nin akabinde kurulan Sovyetler Birliği çatısı altında artık yeni bir “kadın” kimliği söz konusudur: Sovyet Kadını.
1917 Ekim Devrimi’nden Sonraki Yıllarda Sovyetler Birliği’nde Kadın Meselesi
I. Dünya Savaşı devam ederken Rusya’daki olumsuz yaşam koşullarından en çok cephe gerisindeki kadınlar etkilenmişti. Ekim Devrimi öncesinde Rusya’da yaşanmakta olan ekonomik ve toplumsal çalkantılar, en çok çalışan sınıftan ve köylü kökenden gelen şehirli Rus kadınları vurmuştu (Karakışla 2015: 49). Bu sebeple tarihe damgasını vuran 1917 Ekim Devrimi’nin daha ilk kıvılcımlarının yakılmasında sahnede kadınlar vardır.
23 Şubat Uluslararası Kadınlar Günü, öğrenci ve fabrika işçilerinden oluşan binlerce kadın, Petrograd’ın merkezine doğru yürür. Ekmek kıtlığını protesto için grevde olan, tekstil fabrikalarında çalışan binlerce kadın işçi, “Kahrolsun Çar!” sloganlarıyla önlerine çıkan polis kordonunu aşmayı başarır. İzleyen bir hafta boyunca kadın işçilerin gösterileri bütün işçileri kapsayan Çar karşıtı kitlesel bir harekete dönüşür (Wert 2008: 27-28). Kitleselleşerek büyüyen bu işçi ayaklanması neticesinde, Rus Çarı II. Nikolay, tahtını terk etmek zorunda kalır. 1917 Ekim Devrimi’nin hazırlayıcısı olan bu hareket, Şubat Devrimi olarak tarihe geçer. Böylece, 1917 Ekim Devrimi’nin ilk kıvılcımı niteliğinde olan Şubat Devrimi’nin meşalesini ilk olarak tutuşturanlar da kadınlar olur.
Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nin akabinde siyasî, ekonomik ve sosyal alanda pek çok değişiklik yaşanmıştır. Değişimin en çok hissedildiği alanlardan biri de kadının toplumsal konumuyla ilintilidir. Kadın özgürleşmesi ve kadının sosyal hayatta var olması sorunu, Marksist-Leninist ideoloji içinde önemli bir yer tutuyordu. Çünkü Marksist ideolojide bir toplumun gelişim düzeyi ile o toplumdaki kadının konumu arasında sıkı bir ilişki söz konusuydu