uygun üretim şeklinin hayvancılık olduğunu anlamıştı. Dolayısıyla Ruslar, bu tarihten sonra Kazakların hayvancılıktaki maharetlerini takdir etmiş ve desteklemişlerdi. Yine aynı dönemde konar-göçerlerin dertleriyle de yakından ilgilenerek, onların hayat şartlarını kolaylaştırmak için çözüm önerileri de aramaya başlamışlardı. Bu amaçla 1961’de Devlet Başkanı Kruşçev, Kazak çadırları için daha dayanıklı maddelerin üretimini istedi. O, çobanların millî ekonomideki işlevlerine dikkat çekerek, çobanlar için çadırlardan vazgeçmeyip, çadırları daha kullanışlı hâle getirme gerekliliği üzerinde durdu (Bacon: 136-137). Hatta incelenen romanlardan Ösken Örken’de tamamiyle bu konu ele alınmıştır. Kruşçev’in Kazak bozkırları için belirlediği bu siyaset, bire bir olarak Muhtar Avezov’un Ösken Örken romanına yansımıştır.
Her kolhozun bir merkezi vardı. Bu merkezde değirmenci, marangoz, toplanılabilecek bir kültür merkezi ve çocuklar için de bir okul olurdu. Kolhoz merkezlerinin çok azında bütün bir yıl oturan bulunurdu. Ancak Rusların da bulunduğu karışık tarım merkezlerinde durum farklıydı. Bölge merkezlerinden ise diğer bütün ihtiyaçlar karşılanırdı. Hastane, kütüphane, postane ve okul bu bölge merkezlerinde bulunurdu. Bazı bölge merkezlerinde, radyo istasyonu, otel, hamam ve berber de olurdu (Bacon: 139).
Kazakların inşa ettikleri evler, Rus evlerinden izler taşır. Özellikle doğuda ağacın çok olduğu bölgelerde, evler ağaçtan yapılır. Kazaklar, ister yılın belirli bir döneminde isterse tamamında bu evlerde yaşasalar bile iç döşeyişi çadırlarınınki gibidir (Bacon: 142).
Sovyet döneminde “halkların eşitliği” sloganıyla Ruslaştırma ve yok etme siyasetine rağmen, Kazak kimliğinin önemli bir unsuru olan yedi ata, ruv ve cüz bağlılığı, yani güçlü akrabalık ilişkileri yaşamaya devam etmiştir. 70 yıllık Sovyet yönetimi altında Kazakların geleneksel akrabalık bağları, şekil değiştirerek de olsa varlığını korumuştur. Sovyet döneminde Komünist Parti ideolojisine aykırı bulunmasına rağmen, Kazaklar şecere geleneği ile toplumsal belleklerini canlı tutmuş, nesiller arasındaki bağlantıyı korumayı başarmış ve böylece kimliklerini de muhafaza edebilmişlerdir (Sahipova 2007: 184, 194). Bu dönemde Kazaklar arasındaki akrabalık ilişkileri şekil değiştirmiş, kolhozlaşmada kolhoz yakın akrabalardan meydana gelmiş, yakın akrabalar kolhoz çatısı altında yine bir arada sıkı ilişkiler içerisinde yaşamıştır (Bacon: 147). Eskiden çeşitli törenlerde bir araya gelen akrabalar, kolhoz sayesinde artık devamlı bir arada bulunmuş, bu da Kazaklar arasında zaten güçlü olan akrabalık ilişkilerini daha da perçinlemiştir. Böylece kolhozlaştırma Kazakların boy akrabalığını bozmak yerine, bilakis güçlendirmiştir.
Sovyet devrinde, şehirlerdeki kültürlü ortamlarda bile geleneklerin yaşamaya devam ettiği görülür. Erkek çocuklar sünnet ettirilir, cenazelerde ve düğünlerde dua edilir, toy olarak adlandırılan törenlerde eskiden olduğu gibi çok sayıda davetli bulunur ve büyük harcamalar yapılır. Bu törenlerde domuz eti yenmemekle birlikte vodkanın içildiği görülür, böylece İslamî uygulamaların biraz yumuşatılarak da olsa yaşamaya devam ettiği dikkati çeker. Eskiden olduğu gibi misafirperverlik ve yaşlılara saygı gibi değerler önemli olmaya devam ederken, yemek yeme alışkanlıkları ve ev içi düzenlenmesi de geleneklere uygun olarak varlığını sürdürür (Roy 2000: 125-126).
Sovyetlerin titizlikle üzerinde durdukları bir konu kadının konumudur. Çünkü kadınlar, ideolojik ve kültürel açıdan Ruslaşmaya engel olan kapalı aile yapısının temel taşını oluşturuyordu. Sovyetler bu sebeple 1927 ve 1928’de kadının konumu üzerinde yoğunlaşarak eskiden kalan geleneklere karşı bir mücadele başlattı. 1927’de adlî sistem ve 1928’de de ceza kanunu değiştirildi ve şeriat mahkemeleri yasaklandı. Yapılan bu değişikliklerle “gelenek kökenli suçlar” cezalandırılıyor, özellikle de başlıkparası, erken yaşta evlilik, zorla evlendirme, çokeşlilik gibi gelenek ve İslamiyetle bağlantılı uygulamalar hedef alınıyordu (Roy 2000: 122). Sovyet Hükümeti’ne göre kadın içinde bulunduğu esaretten kurtarılmalıdır. Hükümet, bu sloganla kadınlar konusundaki reformları başlatmıştır. Kadınları çalışma hayatı içine sokmaya gayret gösterilmiştir. Ancak, konar-göçer kadınları zaten her zaman çalışıyordu ve pek çok sorumluluğu taşıyordu. Kocası olmadığı zamanlar ya da kocasının ölümünden sonra evlenmeyerek boyunu idare eden Kazak idareci kadınlar da vardı. Ancak Sovyet devrinde Kazak kadınlarına sunulan büyük fırsat eğitim almaları olmuştur. Zaten toplumda önemli bir misyonu olan Kazak kadınları Sovyet devrinde kendilerine tanınan olanakları çok iyi değerlendirmiştir. Amengerlik geleneği ve çokeşlilik Sovyet devrinde de tamamiyle yıkılamamıştır. Çok eşlilik, “gelenek kökenli suç” olarak kabul edilip yasaklanmasına rağmen, parti üyesi bazı kolhoz başkanlarının ekonomik durumlarının da elverişli olması sebebiyle birden fazla kadınla, geleneğe uyarak ölen akrabalarının geride kalan dul eşleriyle evlenmelerine de rastlanır (Bacon: 151-152).
Sovyet devrinde eğitim faaliyetleri yaygınlaşmıştır. Devrimden hemen sonra Kazaklar arasında okumuş sayısı düşüktü. Türkistan coğrafyasında kadınlarsa neredeyse hiç okutulmuyordu ve kadınların okuması gereksiz olarak görülüyordu. 1930’ların sonunda Türkistan’da modern anlamda eğitim alan bir zümre yetişmişti, ancak Stalin’in 1937 ve 1938’de gerçekleştirdiği aydın kırımı, Türkistan sahasından yetişmiş eğitimli kişilerin yok olmasına neden oldu (Bacon: 158).
Sovyet devrinde Rusça’nın yaygın kullanımı, Türk toplulukları arasında anadili kullanımını oldukça düşürmüştü. Anadilin geri plana düşmesindeki ana faktörlerden biri, Çarlık devrinde başlayan ve Sovyet devrinde de devam eden Rus iskân siyaseti nedeniyle Türk halklarının kendi yurtlarında nüfus bakımından azınlık durumuna düşmeleriydi (Özönder 1999: 36-37, 38). Sovyet devrinde Kazakistan’a yapılan yoğun Rus göçü nedeniyle Kazaklar arasında da Rusçanın yaygın kullanımı anadili kullanımında düşüşe neden olmuştu. Ayrıca Rusçanın prestijli dil konumunda olması nedeniyle Kazak aileler çocukları ileride Rusça bilmediği için sıkıntı çeker korkusuyla çocuklarını Rus okullarına göndermeyi tercih ediyordu. Bu okullarda Rus öğretmenlerle iyi derecede Rusça öğrenen Kazaklar, kendi ana dillerini daha az kullandıkları için Kazakça, Rusça karşısında gün geçtikçe değerini yitiriyordu (Karabulut 2004: 79). Bununla birlikte, Rus okullarında okuyan Kazak öğrencilerin Rus öğrenci ve hocalarla temasları, onların Rus kültürüne yakınlaşmasına neden oluyor ve ilerleyen süreçte onların Ruslaşmasını kolaylaştırıyordu.
3. Bölüm
Sovyetler ve Edebiyat
Sovyetlerde uygulamaya konulan ideoloji, “Sovyet ideolojisi” olarak nitelendirebileceğimiz, Marksist-Leninist ideoloji üzerine kurulmuştur. Lenin önce, Marx’ın dünya görüşünden etkilenmiş, ardından da kendisi de Marksizm’e katkılarda bulunarak, Sovyetlerde Marksist-Leninist ideolojiyi uygulamaya koymuştur.
Marksizm, genellikle bir iktisadî doktrin olarak ele alınmasına karşın, insan, tarih, devlet, toplum, doğa, Tanrı sorunlarıyla ilgilenen, hem teori alanında hem de uygulamada bu sorunları çözümlemeği ve bir senteze ulaşmayı amaç edinen bir dünya görüşüdür. Marksizm, bu özelliği ile tüm hayatı içine alır. İnsanla uzaktan ya da yakından ilgili olan tüm sorunlar Marksizm’in kapsamına girer. Bir dünya görüşü olarak sadece teoriyi sunmakla kalmaz; dünyanın görünümünü, yönünü değiştirmeyi hedefleyerek, mutlaka bir aksiyon düşüncesini ve bir siyasal programı kapsar (Göze 1983: 326). Lenin, Marksist dünya görüşüne bir katkı olarak Devrimci Parti kavramını ekler. O, parti’ye çok önemli bir misyon yükler. Rusya’da sosyalizmin kurulmasına işçi sınıfı önayak olacaktır; ancak işçi sınıfı, henüz sosyalist bilince ulaşmadığı için ideal sosyalist toplumun kurulmasında parti ona