Cemile Kınacı

Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik


Скачать книгу

etme, gelecekten haber verme, kayıp nesneleri bulma gibi işlevleri yerine getiren ve Kazaklar arasında sayılan kişiler yanında, hayvanların kürek kemiğini yakarak fala bakan, kehanette bulunan kişiler de vardı. Halk arasında mollaların Kur’ân’dan ayetler yazarak yaptığı muskalara da inanılırdı. Ondokuzuncu yüzyılda hastaları tedavi etmek amacıyla hem halk hekimlerine hem de mollalara başvurulurdu (Bacon: 56-57).

      Kazaklar arasında en önemli törenler düğün, ölüm ve ölüm yıldönümünde yapılırdı. Bu törenlerde çok büyük ziyafetler verilir ve çeşitli yarışmalar düzenlenirdi (Bacon: 58). Yılın hangi mevsimi olursa olsun, Kazaklar arasında türkü söyleme geleneği yaygındı. Konar-göçer hayatın bir parçası olarak, Kazaklar bir araya gelip sık sık çalıp söyleyerek kendi aralarında eğlenirdi. Göç esnasında, düğünlerde, cenazelerde söylenen türküler vardı (Bacon: 58). Avul avul dolaşarak çalıp söyleyen akın adı verilen halk ozanları, halk tarafından çok sevilir, büyük bir memnuniyet ve hürmetle ağırlanırdı. Kazaklar arasında çalıp söyleyen kişilerin akın olabilmek için akınlık yeteneklerini halk karşısında ispatlamaları gerekirdi. Akın olmak isteyen kişiler, akınlıklarını halka kabul ettirmek için akın olarak kabul edilen başka kişilerle yarışır eğer halk tarafından beğenilirlerse akın olarak kabul görürlerdi, ancak halkın beğenisini almayan kişilerin akınlığı kabul edilmezdi (Mukanov 2005: 162).

      Kazaklar arasında on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar çok zengin bir sözlü gelenek gelişmişti. Okuma yazma oranı Kazaklar arasında çok yaygın olmamasına rağmen, Kazaklar medrese tahsili için ya kuzeye İdil-Ural bölgesine ya da güneydeki Buhara, Semerkant gibi şehirlerdeki medreselere eğitim görmeye gidiyordu.

      Çarlık Devrinde

      Kazak topraklarının Çarlık hâkimiyetine girmesinden sonra, Kazakların verimli topraklarına Rus göçmenlerin iskân edilmesi, Kazakların otlaklarını gittikçe daralttı. Onların kışlak ve yaylak olarak kullandıkları bölgeler tahıl arazileri hâline getiriliyordu. Kuzey ve Doğu Kazakistan’daki en verimli bölgelere Rus göçmenlerinin yerleştirilmesi I. Dünya Savaşı’na kadar sürmüştü (Bacon: 107).

      Rus ticaret kasabaları ve mevsimlik panayırlarla Kazaklar yabancı mallar almaya başladı. Ayrıca, bozkırda geçici pazarlar arasında mal taşıyan Sartlar ve Kazan Tatarları da vardı. Ticaret konusunda bilgisiz olan Kazaklar yüksek fiyata, kötü mallar alıyordu (Bacon: 109).

      Kazaklar arasındaki davaları her iki tarafın saygı duyduğu biyler çözerdi ve kimse bu kişilerin verdiği karara karşı çıkmazdı. Oysa bu dönemde, Kazakların kendi istekleri dışında, Rusların gösterdiği hâkime gitmeleri zorunlu olmuştu (Bacon: 111).

      Çarlık devrinde Kazakistan’da pek çok Rus Çarlık yöneticisi görev yapıyordu. Bu Ruslar, Kazakça bilmedikleri için çoğu Kazan Tatarı olan tercümanlar aracılığıyla Kazaklarla anlaşıyordu. Aynı zamanda, Kazak bölge yöneticileri de Rusça bilmediklerinden onların da bu tercümanlara ihtiyacı vardı. Dolayısıyla tercümanlık ve kâtiplik yapan kişiler büyük önem arzediyor, kimi zaman meseleleri kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlayarak kaydediyordu (Bacon: 112).

      Çarlık devrinde toprak anlayışında da değişiklik oldu. Kazaklarda her boyun belirli yaylak ve kışlağı vardı, bu arazi içindeki otlaklardan faydalanma hakkı da o boya aitti. Ancak bu otlaklar kimsenin mülkiyetinde değil, sadece boylar otlaklar üzerinde hak sahibiydi. Ancak zamanla mülkiyet anlayışı Kazaklar arasında da görülmeye başlandı. Önce kışlaklarda yapılan evlerin mülkiyeti alındı. Bu evler de artık miras bırakılıp satılabiliyordu. Daha sonra, otlaklar da kişilerin mülkiyetine geçerek miras bırakılabildi. Kuzey bölgelerinde Kazaklar topraklarını Ruslara kiralayabiliyordu, ancak maddî olarak güçlenen Ruslar ilgili memuru ikna edip bu kullandıkları araziyi kendi üzerine geçiriyordu. Bu durum Kazakların kendi topraklarını kaybetmesine neden oluyordu. Bazı zengin Kazaklar da nüfuzlarını kullanarak boylarının eski topraklarına sahip olup fakir akrabalarını ırgat durumuna düşürebiliyordu (Bacon: 112-113). Çarlık Hükümeti, istila politikaları gereği Kazaklar arasında geleneksel akrabalık bağlarını zayıflatıp, Kazak topraklarında uruklar arasında çatışmalar yaratıyordu. Özellikle bolıs seçimlerinde urukların arası açılıyordu. Kazaklar arasındaki bu çatışmaları önleyecek en önemli savunma mekanizması da yedi ata geleneği idi. Yedi ata bilinci, Kazak nesilleri arasındaki bağı güçlendiriyordu (Sahipova 2007: 192-193).

      Çarlık devrinde eğitim alanında da önemli değişiklikler meydana geldi. Başlangıçta, Kazak çocukları Kazakların yüksek eğitim veren okulları olmadığı için Rus liselerine gönderiliyordu. 1841’de Kazakların kendi liseleri kuruldu. Çarlık Hükümeti de Kazak çocuklarının Rus okullarında okumasına sıcak bakıyordu. 1813’te Omsk’ta, 1825’te Orenburg’da Kazak öğrenciler için açılan sınıflar vardı. 1850’den sonra ise eğitim, artık Rus şarkiyatçı İlminski’nin stratejik planları doğrultusunda yön verilen bir alan olmuştu. Kazaklar için açılan Rus-Kazak liseleri ve Kazak Öğretmen Okulları Kazaklar arasında aydınlanmaya öncülük eden okullar oldu. Bu okullarda okuyan Kazaklar, Çarlık İdaresi’nin de işine yarıyordu, çünkü Ruslar, Kazak yurdundaki Rus idarecilere yardımcı olabilecek Kazak kâtip ve tercümanları bu sayede yetiştirmiş oluyordu. Amaç ne olursa olsun, Kazaklar arasında açılan Rus sistemine uygun okullar vasıtasıyla sayılı da olsa elit bir Kazak grubu yetişmişti (Bacon: 113-115).

      Sovyet Devrinde

      Sovyet yöneticileri, hayvancılıkla uğraşan konar-göçer Kazakların yerleşik hayata geçirilmesi ve tarım alanına kaydırılması ile yakından ilgilenmiş ve büyük çaba göstermiştir. Çünkü konar-göçer hayat yaşayan Kazakları kontrol altında tutmak oldukça güçtü. 1921-1922’de yapılan toprak ve su reformu ile Yedisu ve Sır Derya bölgesindeki fakir Kazaklara toprak dağıtımı yapıldı. 1926-1927’de, bay olarak adlandırılan zengin Kazaklardan alınan araziler fakir Kazaklara dağıtılmaya başlandı. Kazaklar arasında hâlâ geçerliliğini korumaya devam eden hayvancılığa karşı Sovyetler 1928’de, baylardan aldıkları büyük hayvan sürülerini fakir ve orta hâlli ailelere dağıttı. Bu tarihten itibaren Kazaklar arasında kolektifleştirme politikası uygulanmaya başlandı. Kolektifleştirme şartlar dikkate alınmadan büyük bir hızla uygulandı. Kolektifleştirilme süreci Kazaklar için oldukça çetin geçti. Konar-göçer Kazak aileler kollektif kamplar olan kolhozlarda yaşamaya zorlandı, hayvanları otlak yokluğundan telef oldu, kolektifleştirmeye karşı çıkan Kazaklar “gerici baylar” olarak suçlandı, kimisi sürülürken kimisi de öldürüldü. Sonuç olarak 1926-1939 yılları arasında Kazak nüfusunda azalma yaşandı (Bacon: 131-132).

      Kolektifleştirme ile birlikte Kazak bozkırlarında endüstrileşme de başladı. Güney bölgelerini pamuk tarlaları kapladı. Üç milyon metrekarelik Kazakistan Rusya’nın maden yatağı hâline geldi. Kazakistan’ın zengin krom, bakır, kurşun ve civa madenleri için Kazakistan’ın çeşitli bölgelerinde fabrikalar kuruldu ve işlenen bu madenler Sovyet ekonomisinin önemli bir bölümünü oluşturdu. Böylece Sovyet devrinde Ruslar, Kazakların yer altı ve yer üstü zenginliklerine de el koyarak bir çeşit sanayii sömürgeleştirme siyasetini de yürütüyordu (Akder 1957: 91). II. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş esnasında Kazakistan’a pek çok etnik grup sürgün edildi. Bunlar arasında Koreli, Ukraynalı, Alman, Kırım Tatarı ve başka gruplar yer alıyordu. Çarlık devrinde olduğu gibi, Sovyet idaresi boyunca da mütemadiyen Rus iskân siyaseti Kazakistan’da uygulanmaya devam etti (Bacon: 132). Kazakistan’da uygulanan Rus iskân siyaseti, Kazakistan’ın demografik yapısına çok büyük zarar verdi. Sovyetlerde, ülkelerin yerli halkının yanındaki ikinci en büyük etnik grup Rus grubu olarak görülürken, durum Kazakistan için farklılık arz etti. Kazakistan’da