Анонимный автор

Ali Akbaş Armağanı


Скачать книгу

seni Millî Şair olarak tanırlar, öyle kabul ederler.

      Bu lafların, cümlelerin hepsi büyük şaire, Ali Akbaş’a, uyar. Onların hepsini zamanla aldı, şiirlerinde halkına geri çevirdi, çeviriyor. Karınca gibi, durmadan çalıştı, ustalığını inceledi, ustalığıyla ağırlaştı, ağırlaştıkça usta oldu, Ali Akbaş bununla Türk halkı, Türk Dünyası tarafından tanındı, millî şair oldu.

      Onu ilk gördüğünde, bir kere bile o bir şair ya da literatür adamı demeyeceksin. O, milyonlarca insan gibi, sıradan bir insan, çiftçi de olsun, doktor da, mühendis de. Bunu düşünerek ya da hiç düşünmeyerek, onun yanından habersizce nicesi geçer, bu geçişte o insanla tanışmamak en büyük kayıplardan birisi olacaktır. Ama kısmetinde varsa o insanın sana bir bakışından anlayacaksın ne derinlik var onun gözlerinde, ne keskin akıl sahipliği oradan yayılıyor. En büyük kısmet düşecek o zaman, usta sana laf atacak, onun yavaş, yağ gibi sesinden, tatlı-şıralı hem ince laflarından, anlayacaksın ne geniş ne verimli bir sanat dünyası var onda. Anlayacaksın, ne kadar sonsuz ince onun iç dünyası, insana insanlığı, ne kadar açık canlı, olgun onun duyguları. Zira bunların hepsi tatlı meyveler olmuş, onun şairlik ağacının dallarında.

      Bana bu büyük şairle tanışmak kısmet oldu. O meyvelerinden tatmak… Allah’a şükrederim. Avrasya Yazarlar Birliğinde, Ali Akbaş Genel Kurul Başkan yardımcısı olarak bütün Türk Dünyası’yla, “Kardeş Kalemler” dergisi baş redaktörü olarak, literatür tarlasına da hizmet eder.

      Can abimin şiirlerini Gagavuz diline çevirirken, daha doğrusu onları Gagavuzcaya uygunlaştırırken dilimize ne kadar yakın olduğuna şaşırdım. Can özünden sızan, duygularımıza uyuyor. Şükür sana, büyük Usta Ali Akbaş!

      Bugün kendimin “Ana Sözü” gazetesinin adından can abimin bu güzel 75. doğum gününde sağlık, uzun ömür, yaşamında, yaratmak yolunda, aile sıcaklığında, Allah sana sağlık versin!

      Saygılarımla.

      BUĞULU GÖYGÖL

      Yasin MORTAŞ

      Gözyaşımız köz olur uzaklara bakınca.

      O, vefa yüzlü şair. Türk-İslam coğrafyasında kanayan yaraları görür de onu durdurmanın rahatsızlığıyla kâğıtlara tutar közlü kalemini.

      Kalemi ağrır, kâğıdı ağrır da tarihimizi, kültürümüzü, dilimizi, bayrağımızı, töremizi içli sagularla anlatır.

      Onun için cümlemiz sağanak yağmurlarız ve deniz olmalıyız olukları maveraya akan.

      Ata ocaklarının tütmesi için kaleminin ucunda çıngılar taşır.

      Eyeri hiç soğumayan doludizgin bir neferdir o ve atını dehler Ural Dağları’na.

      Şiirinin şavkı vurur ufuklara ve o şavktan ışıklar yontar umutlara.

      Bir çınar gölgesinin altına toplar kardeşlerini; ay ve yıldızların altında birliğe, öze dönmeye çağırır.

      İçindeki sükûneti deniz yapar ve Van Gölü’nden Isık Gölü kıyılarına aşk yakamozları serper şiirleriyle.

      İçinde oluşan buğulu Göygöl’den, kuşlar, ceylanlar su içer.

      Yüreğiyle ısıttığı kelimeleri doru bir atın terkisine yükleyip azık yapar ve gittiği “bizden” coğrafyaların yüreğine koyar.

      Selçuklu ve Osmanlı motifli minderlere oturup türküler okur kardeşlerine.

      Bombalara karşı mısraları ateşli mızraktır onun ve onlarla karşı koyar küffara.

      Yeryüzü aynasına baktıkça, hüzne yüzünü kaptıran toprağı ve yüzümüze yansıtan acıyı yazan bir Yemen Türküsü ’dür Ali ağabeyin ruhu.

      Şehitlerine Fatihaları ve Yasinleri göğsünde taşıyan bir Osmanlı beyefendisidir.

      Yağmura bakarken ıslanan kuşları – kanadı kınalı bir ak güvercini yüreğiyle karşılayan ve içten tebessümüyle onlara uçmayı hatırlatan bir telli turna türküsü söyler:

      “Yıldız güzel ay güzel

      Elif’le Umay güzel.”

      Ve özlemenin tarihini uçurtmalara takıp yağmurlu sokaklarda ruhu üşüyen çocuklara Anadolu sofraları kurar.

      Doğa, içinde renklerini bulmuş bir resim gibi durur. Çiğdemle, sümbülle, nergisle konuşur.

      Varoluşun -bir oluşun derinliklerini bir derviş edasıyla anlatır.

      Bazen Yunus, Karacaoğlan ve Köroğlu olur.

      Ve toprak ana onun kavruk, yağmur toplayan yüzüne baktıkça şiir olur. O şiir gelip otağı kurar kalbimizin çöllerine ve çöl mümbit bir ova olur, kişneyen taylar gelip su içer şiir teknelerinden.

      O kardeş dünyaların vefa yüzlü şairidir. Ki o kardeşlerinden bulutlarla, kuşlarla, ırmaklarla selam gönderilmesini bekler de elveda kor olmuş bir türkü gibi yakar kalbini.

      Ağlayan anaların gözlerinden renk alan güllerin bitimsiz ağıtları bülbüllere yara olur. O bu yaraları Tuna boylarında yıkayıp temizler.

      Hüzünleri anaların tülbentlerinden süzer ve acının tortularını kendi yüreğinde saklar.

      O, şiirleriyle avutur elleri kınalı gelinleri ve şiirinin aynalarına bakıp taranmaları için mahnılar söyler.

      Yüreğindeki masal dağına çağırır o annelerini sayıklayan, yanaklarında dolunay büyüyen ve yaralı ceylan gibi seken çocukları. Ve onlara Anadolu yufkası gibi açılmış günlere, umutları dürüm eder de sunar şiirlerinde.

      Onu okurken; hasret yüklü trenler geçer şiirin ortasından ve bir ağıt başlar raylarca uzayan yalnızlıklara ve garlarda ezanlar bekler.

      Yalnızlığı yıkayan köy çeşmelerinde abdestler tazeler.

      Bir ırmak kenarında seccadesi hep açıktır ve “Maveradan gelen ney sesi şiir” lerle dua eder.

      Selam olsun Ali Akbaş Ağabeyime.

      GÖÇ ŞAİRİ: ALİ AKBAŞ

      Halit YILDIRIM

      Sirkeci’den tren gider

      Ona binen verem gider

      Giriş

      Bu coğrafyanın güzelliği dillere destandır. Güzel olunca sevda, sevda olunca hasret, hasretin ardı hicran, hicranın ilacı şiirdir, hoyrattır, destandır. Bu sevdalı gönüllerin şiirleri ile türküleri ile ağıları ile rüzgârlar esmiş, bulutlar bu efkâr ile kararmış ve nihayetinde bu efkârın yağmurları yağmıştır sicim sicim kavruk topraklara, yanık yüreklere… Bu yağmurların ab-ı hayat gibi yeşerttiği gönüller badedenmişçesine ötelerden gelen sesleri yüreklerinde hissetmişler ve duygularını saza söze dökerek bizlerin de duygularına tercüman olmuşlardır. Tıpkı Necip Fazıl Kısakürek, Abdurrahim Karakoç, Bahaettin Karakoç, Vasfi Mahir Kocatürk, Âşık Mahsuni Şerif, Adil Erdem Beyazıt, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu gibi…

      İşte bu yanık yüreklerden birisi de Ali Akbaş’tır. Belki ilk etapta onu tanımayanlar Ali Akbaş da kimdir diyebilir. Hani bir zamanlar bir şiir dolaşırdı radyolarda, televizyonlarda, sahnelerde… “Sirkeci’den tren gider…” diye İbrahim Sadri’nin gönüllerimize astığı bu şiirin yazarıdır Ali Akbaş…

      Ali Akbaş, gerek millî, manevi ve kültürel bütünlüğü yansıttığı şiirleriyle gerek bu birlik ve bütünlüğü