anımsadığı yalnız iş odasında, dönen koltuğunda sağa sola dönerek sabah akşam havayı kuşkuyla koklamaktan artık burun delikleri büyümüş.
İNLEYEN ADAMLAR
Çevremizde öyle insanlar var ki, aylarca, kimi zaman yıllarca görmeseniz bile bir yerlerden, her hangi bir delikten hep onların insanın içini daraltan iniltilerini duyarsınız. Onlar hep bir şeyler isterler, seni nedenini bilmediğin halde suçlarlar, sana darılırlar.
Ara sıra kafanı o deliğe sokupta o insanların iniltilerini din lemezsen içinde hep kendine suçlu muamelesi yaparsın.
CEHENNEM GİZEMLERİ
Cehennemin insansız olduğunu düşündüğünde o, insana pek korkunç gözükmüyor.
İRTİCALEN
Son zamanlar insanların maddi vücudu bende acayip pis duygular uyandırıyor. Bunun nedeni ne?
İnsanın elle dokunulan, gözle görülen vücudunun gözle görünmeyen, elle dokunulmayan incecik ruhu karşısında kabalığıdır belki de bunun nedeni?…
ÖFKELİLİK
Bu sabah otobüsün küçük, daracık salonuna binbir güçlükle sakat ellerinin ve ayaklarının yardımıyla binen ortaboylu, şişman adamın mavi, kıpır kıpır gözleri, olduğundan büyük gözüken, kaba ağzı bana haraketsizlikten neredeyse kanı kurumuş bu küçük ellerin ve ayakların büyümesine olanak tanımayan kaba ağızla kıpır kıpır gözlerin varlığından bir şeyler fısıldıyordu.
KURTULMA
Yazın en sıcak günlerinde, sıcaktan beynimin eridiği, yediğim yemeklerin bir anda zehre dönüşerek kanıma karıştığı, rüzgarsız sıcaklığın çevremi daraltarak beni kapana kıstırmak istediği bir zamanda ben bu halimden yalnız yazarak kurtula bileceğimi farkettim.
DOĞU EDEBİYATI
Bu yazın sıcak günlerinde neden Doğuda gerçekçi edebiyatın bulunmadığı sorusuna yanıt buldum.
Sıcak insanın tüm uyanık noktalarına etkisini gösteriyor.
SICAK VE İLAHİ İLİMLER
Bu yazın en sıcak günlerinden birinde onu da anladım ki, meğerse,insan belli bir sıcaklıktan sonra ilahi ilimleri daha iyi farketmeye başlıyor.
Bu güne kadar tüm kitapların sadece sıcak ülkelere gelmesiyle bunun arasında bir ilişki kurarak yeni bir sırrın eşiğine vardığımı hissettim.
BENİM KEŞFİM YA DA LUKRETSİNİN HOKKALARI
Yakın günlerde çevirdiğim ünlü Roma filozofu Lukretsin’in bir lafından adeta titredim: “İnsan ruhu yönetilemez. Bunun nedeniyse onun kendisidir.”
İnsan varlığıyla alakalı bu dahice keşif beni öyle bir etkiledi ki, çeviriyi bir kenara itip uzun süre bu veczin ayrıntılarına kadar inceledim.
Meğerse biz ruhmuşuz, akıl değilmişiz… Akılsız ruh delilik değilmiş. Peki ya ne? Hiçbir Yer kuralını kabul etmeyen, onlardan bihaber, sırlı, büyülü bir varlık… O, bizde… Kafası, gözü, durumu, hali, şekli, şemali belli olmayan, yönetilemez, belirsiz bir ruh. Aklımızın yönetiminden çıkarsak.
… Tüm geceyi, Lukretsin’in bu fikrini evde, yarınsa işte bir kaç kez konuşarak heyecanlandım. Öbür gün iş yerimde yayı nevine vereceğim metni tashih ederken o düşünceyi metnin içinde bulamadım. Onu elyazısında aramak zorunda kaldım ve hayretten yerimde dona kaldım. Zira, bu düşünce elyazısında da yoktu.
Ruhla alakalı düşüncelerin hepsi buradaydı. Aradığım düşünce de işte bu bölümde olmalıydı.
Orijinale bakmak zorunda kaldım. Metni ilk önce bölüm bölüm, daha sonraysa baştan sona kadar tekrar okudum. Ve az daha soluğum kesilecekti.
Böyle bir düşünce orijinalde de yoktu.
BİR SONRAKİ KEŞİF
Son birkaç yıldır ben sadece insan fizyolojisiyle ilgileniyorum. Okuduğum kitaplar genelde bu konuya ilişkin kitaplar oluyor. İnsanın hücreleri, kanının ısısı, oluşum süreçi, bünyesi, iç organları, derisi, saçları ve diğer konular…
Geceler bizler uyurken insanın bünyesinde küçük, sıcak hayvanlar gibi bağırarak çalışan, usul usul, açılıp kapanan, küçülüp büyüyen, çarparak titreyen vücudumuzun uzuvları ben edebi kahramanlardan daha ilginç buluyorum.
Bu hastalıklı ilgim beni rahatsız etse de, son zamanlar bu küçük, sulu uzuvların insanlıkla alakalı edebiyattan ve felsefeden daha kesin şeyler söylediklerini anlıyorum.
BU DÜNYANIN GİZLERİNDEN
Bir ihtiyar tanıyordum: yaşamı süresince ailesine, akrabasına, tanıdıklarına haksızlıklar ederek, rezillikler bataklığında yüzerek, uzun uzun, hastalıksız bir yaşam sürdü. Öldüğü günse o kadar küçüldü ve güzelleşti ki, on altı yaşlı genç delikanlıya benzedi. Ve o genç delikanlı yüzüyle dünyadan ayrıldı.
BÖCEKLERİN KURALLARI
Son zamanlar vardığım kesin sonuçlardan birisi de bu dünyada fiziksel yok olmamamız için mutlaka böceklerin yaşam kurallarını anlamamızın ve bu kurallarla yaşamamızın gerekliliğidir.
ESNEK SÜREÇLER
Zaman geçtikçe, yıllar art arda sıralandıkça, bir şeylerin muhteşem manevi yapıtların, “sonsuz değerler bölümünden” olanların, zamanla bir, hafif, geçici ahenklerle bir yerlere akarak kaybolması, bir şeylerin görünürde hiçbir değeri bulun muyormuş gibi gözükenlerin, bir takım bilinmeyen kurallara uygun, değerini kaybetmeden, olduğu yerde durması bizleri SONSUZLUKla alakalı daha derin düşünmeye zorluyor.
FELSEFE VE EDEBİYAT
Hem edebiyatla, hem de felsefeyle uğraştığım zamanlar hep bana hangisinin daha yakın olduğunu düşünüyorum. Felsefe mi, yoksa edebiyat mı? Hemen de yanıtını veriyorum: “Tabii ki, edebiyat!”
Felsefenin hiçbir gizemliliği yoktur. Felsefe bu ve kimi zaman da klassik olsa da öbür dünyanın kurallarını öğreniyor. Edebiyatsa kurallardan yukarıda duranları öğreniyor.
KAİDE NİZAMSIZLIĞI
Aslında bu dünyayla alakası bulunan ya da bulunmayan tüm yazılmış ve yazılmamış kurallar bu gün çalışmıyor. “Haksız Dünya”, “Adaletsiz Dünya”, “Yalan Dünya”, “Fani Dünya” gibi ibarelerin temelinde de hiçbir zaman çalışmamış bu kuralları çalıştırmak, bir şeylere mantık kılıfı giydirmek yatıyor. Fakat bu gerçekleşmeyecek.
… Her an kıl inceliğiyle çalışansa bizlerin anlamak iktidarında