Tugan Mürze Baranovskiy

Ruslar Ahaltekede


Скачать книгу

Biraz hareket etseler derhal ter boşalıyor, iç giyimlere kadar su içinde kalıyorlardı. Ancak çok geçmeden kuruyorlardı.

      Biraz sonra gök ile yerin birleştiği yerde, Etrek ırmağının karşı tarafında uzayan Pars (Horosan) Dağlarının yüksek tepeleri görünüp, yavaş yavaş seçilmeye başladı. Bir saat geçince de büyüklüğünü, yüksekliğini seçebildik. Yol geçildikçe yandaklı yerlere ve küçük çöl bitkilerine daha çok rastlıyorduk. Bu bitkilerin boyları da, çöldekilere göre daha da büyümeye başlamıştı.

      Sabah 11’de Etrek kıyısında Güdrolum denilen yerde durduk. Böylece 15,5 versta yol geçilmişti. Burada Atlı Dağıstan Alayının 200 atlısına rastladık. Onlar da bizim müfrezemize katıldılar. Etrek ırmağı burada dardı. Kenarları dikti, fazla yüksek değildi. Kıyısında sazak ve kamış bitkisi çoktu. Su yavaş akıyordu. Suyun yüzündeki ot, çöp ve yosun yüzünden suyunu içmek mümkün değildi. Biraz iyi ve duru su almak için kıyılarda küçük çukurlar açılmıştı. Bu çukurların dolması ve suyun durulması için üç saat beklemek gerekiyordu. Bütün bunlara rağmen su tam olarak durulmuyor, içildiğinde yine yosun kokuyordu. Aslında suyun durulmasının tek yolu vardı ve kolaydı. Ancak bunu bilenler azdır. Bu usulü sadece çölde harekete katılanlar biliyordu. Su konulan herhangi bir kabın içine basit bir zek parçasını koyup kısa bir süre bulayarak çıkarınca, bir saat içinde, su dupduru oluyor. Üzerindeki çamur ve diğer tortular da dibe çöküyor. Hiçbir süzme aracı böyle temizleyemezdi. Zek de sadece tecrübeli ve tedarikli askerlerin yanında vardı.

      Güdrolum’da Rusların ilk mezarlarına rastladık. Kont Borh’un kafilesindeki bir asker gömülmüştü. Bu karşılaşmayla birlikte hepimizi ağır ve kaygılı düşünceler sarmıştı. “Belki bu mola yerinde ya da önümüzde yayılan çölün bir yerinde, hatta düşmanın yurduna varmadan, benim de dizanteriye veya güneş çarpmasına yakalanarak can vermem mümkündür” şeklindeki düşünce herkesin kafasında ister istemez belirmeye başlamıştı.

      Ertesi günün mola yerinde geçirileceği bildirildi. Geçilen yerlerde askerler ve hayvanlar çok yorulmuşlardı. Fırsattan yararlanarak karargâhın çevresini dolaştık. Dağıstanlıların yerleştikleri yere vardım. Bunların görünüşü diğerlerinden farklıydı. Yani ortalarında iki sıra halinde atlar dağılmıştı, at yatağının iki yanında üstü kapalı gölgelikler kurulmuştu. Hava sıcaklaştığında Dağıstanlılar, bu gölgeliğin altına girip güneş ışıklarından korunuyorlar, geceleri de üst katlarında yatıyorlardı. Böylelikle buradaki çok sayıda yılanın, kırkayakların ve benzeri börtü böceklerin tehlikesinden uzaktılar. Çadırların yerine kurulan bu gölgeliklerin içindeki bu insanların yüzleri, kısaca bütün özellikleri, Ruslardan çok farklıydı.

      Dağıstanlılar kendilerine has bir halk. Rusya’da böyle bir alayın varlığını da bilen çok azdır. Onlar Kafkaslarda yiğitlik ve at sürmekte büyük şöhrete sahiptirler. Bu alay, Dağıstan bölgesinin savaşçı ve seçilmiş yiğitlerinden teşkil edilmişti. Hepsi emirleri isteyerek yerine getiriyordu. Barış sırasında her birine ayda gümüş paradan 10 ruble ödenen bu insanlar, savaş sırasında da 15 ruble kadar alıyorlar, bunda başka azık, ayrıca da atları için yem veriliyordu.

      Lezgileri bu alaya katılmaya zorlayan şey sadece para değildi. Onların köylerinde savaşa katılmayanları adam yerine koymuyorlardı. Her biri savaşta ne kadar üstünlük gösterse, ne kadar ödül alsa kendi memleketinde o oranda saygı görüyor, istediği kızla evlenebiliyordu.

      Dağıstanlıları savaşa katılmaya teşvik eden bir başka sebep de düşmandan ganimet toplamak ümidi idi. Aslında onlar yarının ne olacağını, ne getireceğini hiç düşünmüyordu. Müslüman olmalarına rağmen, bulduklarında içki içmekten ve eğlenmekten geri durmuyorlardı.

      4 Ağustos sabahı saat 06.30’da yola koyuldukç Etrek ırmağının sağ kolunu izleyerek çölde yürüdük.

      Güdrolum’dan başlayan kupkuru upuzun çöl yine önümüzdeydi. Bazı yerlerde büyüklü küçüklü çukurluklara rastladık. Fakat hareketimize engel değildiler. İstihkâm birlikler her türlü iniş ve çıkışlarda gerekli tedbirleri alıyordu. Öğleden sonra saat 15’te, 18 versta yol yürüyüp Bayathacı denilen yere vardık. Önceki yıl burada küçük bir Rus istihkâmı vardı. Etrek ırmağının kenarında büyük bayırın üstünde kurulan bu kalenin kalıntıları bu gün de duruyordu. Bu kale terk edildikten sonra da Ahal Harekâtının sonuna kadar burada yolu korumak amacıyla Piyade Birliğinin bir bölümü ve Dağıstanlıların 100 atlısı bulunuyordu. Kalenin batısında 2 versta uzaklıkta bir harabe vardı.

      Ben bu harabenin eskiden ne olduğunu anlatan iki rivayet duydum.

      Bu rivayetlerden birine göre bir zamanlar Türkmen yurdunda Bayat Hacı adlı takva sahibi bir adam yaşamıştır. O daha ölmeden önce adının bütün doğuya yayıldığını işitir. Herkes onu büyük bir veli sayarmış. Öldükten sonra cesedini buraya getirmişler. Onun için yapılan bu türbeye gömmüşler. Ayrıca yine burada bu velinin kabrini ziyarete gelen insanların dua edip namaz kılmaları için küçük bir mescit kurmuşlar.

      Benim düşünceme göre, şu anlatacağım ikinci rivayet, gerçekten de doğrudur.

      Bu rivayete göre; eski devirlerde burada Türkmenlerin ulu bir yatırı bulunur, 200 versta çevredeki bütün köyler ölülerini buraya getirip gömmüşler. Türkmenlerde cenazenin arkasından mezarlıkta onun ruhunu şad etme geleneği var. Buna göre, ölen kişinin geride kalanları buraya gelerek çeşitli hediyeler (mesela para, koyun, ekmek, başörtüsü, mendil) getirir, ölünün ruhuna ayet okurlar. Gelenlerin ayrıca burada rahat edebilmeleri için ve bu geleneği sürdürebilmeleri için bir de yapı kurulmuş. Sadece bu mezarlıkta değil bütün Türkmen köylerindeki mezarlıklarda da bu şekildedir. Bu mezar evlerinin bir de sahibi oluyor. Bu kişi, mezarlığın bakımım üstüne alıyor. Ölen kişiler için mezar kazmak, mezarların bakımını yapmak ve ayet okumak da bu kişinin görevi. Bayat Hacı denilen kişi de tahminimce yukarıda belirtilen mezarlık görevlisinden başkası değildir. Bayat Hacı öldükten sonra buraya başka ölüler gömülmediği için, onun kurduğu mezar evi ve diğer kabirler zamanla harabeye dönmüş, mezarlardan da hiçbir belirti kalmamış.

      İşte bu rivayetlere göre, Bayat Hacı uzun yıllar burada bulunmuş, böylece Türkmenler arasında büyük bir ün sahibi olmuştur. Bundan dolayı o öldükten sonra, buraya onun adını vermişler ve bu da, zamanımıza kadar yaşamış, unutulmamıştır. Bir zamanlar burada kurulan yapının uzunluğu 5, genişliği 2 kulaç civarında, 4 köşeden ibaretti. Kümbeti içine çökmüştü. Yapının duvarları küçük ve dört köşe kerpiçten örülmüş olup bugüne kadar dayanmışlar. Odaların sayısı 3 olup, girişin karşısındaki küçük oda, belki dış oda olup gelenlerin ayakkabı çıkarmaları içindir. Sağ taraftaki büyükçe yuvarlak oda, belki dua okunan, ibadet edilen yer olarak kullanılmıştır. Sol taraftaki küçük odada, bana göre, Bayat Hacı kendisi yaşamıştır. Yatır harabelerinden biraz ileride 35 kabrin olduğu anlaşılıyor. Bu kabirlerin varlığı, rivayetlerin ikincisinin gerçek olduğunu ispatlıyordu.

      5 Ağustosta gece yarısı saat 03.22’de, güneşin doğmasından çok önce, bütün müfreze ayaktaydı. 46 verstalık yol geçmemiz gerekiyordu. Atların yükünü mümkün olduğunca hafifletmek için askerlerin yüklerini, torbalarını ve başka eşyaları araç gereç kervanına vermek ve develere yerleştirmek için buyruk verildi. Saat 05’te Bayathacı’dan ayrılarak 18 versta yol geçtikten sonra saat 11’de Etrek ırmağının yanındaki Yağlıolum denilen yerde mola verdik. Üç saat dinlendikten sonra da tekrar yola koyulup Tekecikolum’a ulaştık. Yorgunluktan her yanlarımız ağrıyordu. Burada mola vererek geceyi geçirdik.

      Ertesi gün, saat 09’da