vazifesi, gençlerin parti ideolojisi doğrultusunda eğitilmesi konusunda devlete yardımcı olmak, gençlerin taleplerini karşılamak, yeni nesli güçlü, yaptığı işe inanan, engellerden korkmayan ve her türlü engeli yenmeye hazır kimseler olarak yetiştirmekten ibarettir.”
Kararda, ideoloji karşısında lâkayt davranmanın ve inançsızlığın Sovyet edebiyatı için yabancı ve halkın menfaatleri için zararlı olduğu önemle belirtilir.
“Dünyadaki en ilerici edebiyat olan Sovyet edebiyatının gücü, halkın ve devletin menfaatlerinden başka menfaat gözetmemesindedir. Zaten başka türlü olması da mümkün değildir.”
Merkez Komitesi, şair ve yazarları, hayatı gerçeğine uygun şekilde tasvir etmeye, Sovyet toplumu ve Sovyet insanı hakkında ideolojik ve estetik bakımlardan yüksek eserler vermeye çağırır.15
Şükrullah’ın ilk eserlerini verdiği 1945-1956 yılları arasındaki edebî hayat kısaca değerlendirilecek olursa, bu dönemde parti baskısının edebiyat ve sanatın üzerinde daha da şiddetlendiğini belirtmek gerekir. Komünizm ideolojisi, sanat hürriyetini açıkça boğar. Komünist Partisi sanat hayatına kaba şekilde müdahale eder. Emredici tavırlar sergilemek, yazarları takip etmek, baskı ve işkence altında tutmak suretiyle edebiyat partinin sadık hizmetkârı hâline getirilmeye çalışılır. Maksud Şeyhzâde, Said Ahmed, Şühret, Şükrullah gibi kabiliyet sahipleri haksız yere hapse atılır, bazıları uzak ülkelere sürgün edilirler. Aybek, Mirtemir, Türâb Tola, Mirkerim Âsım gibi yazarlara “milliy mahdudlik”16 damgası vurulur. Sanat hayatına “konfliktsizlik nazariyesi” hâkim olur. Bu nazariyeye göre, Sovyet hayatının sadece olumlu ve güzel taraflarını göstermek ve bu hayattaki zıtlıkları ve çirkinlikleri tasvir etmemek gerekir. Edebî eserde, hayatta ve insanlar arasında görülen çatışmaları tasvir etmek, haksızlıklardan söz etmek, yanlışlıkları ve çirkinlikleri göstermek, Sovyet toplumuna ihanet olarak değerlendirilir. Bu anlayışa muhalefet eden veya muhalefet etmek ihtimali bulunan sanatkârlar takip altına alınır, siyasî suçlu sayılırlar. Siyasetin edebiyata olan bu müdahalesi, sanat hayatında ciddi olumsuzluklara sebep olur.17 Şükrullah, edebiyatı ideolojinin kölesi hâline getiren bu uygulamanın, esas itibariyle “hiçbir şeye aldırmayarak hakikati söyleyen dili keskin insanlardan kurtulmak, böylece bütün herkesi korkutmak” maksadına hizmet ettiğini belirterek, Kefensiz Kömilgenler’de Sovyet sanat anlayışı hakkında şu değerlendirmelerde bulunur:
“Semerkand, Buhara, Hive gibi şehirleri kuran ve büyüklüğü karşısında çağların hürmetle eğildiği Nevâî, Uluğbey ve Bâbür’leri yaratan Özbek halkına cahil, yoksul, dilenci denilmesi doğru mu? Hayır, bu doğru değil, diyebilir misiniz? Diyemezsiniz! Niye? Başka bir ülkenin radyosunu dinlediğinizi birisine açıkça söyleyebilir misiniz? Bizde din hürriyeti yok, diyebilir misiniz? Söyleyin de görün! Söyleyemezsiniz! Fakat içinizden bütün bunların doğru olmadığını hissediyor musunuz? Hissediyorsunuz! Sadece siz değil, başkaları da hissediyor mu? Hissediyor! Eğer siz de, o da, kısacası çoğunluk bu memnuniyetsizliği dile getirecek olursa, o zaman ne olur? Bu, açık bir memnuniyetsizliğe dönüşmez mi? O zaman ne olur? Ne olacak, memnuniyetsizlik had safhaya ulaşır. Sonunda halk isyan eder. Böyle bir tehlikenin önünü almak için ne yapmak gerek? Tek çare, halkı korkutmak! Bunun için seni de, beni de hapsediyorlar. Hiçbir şeye aldırmayarak hakikati söyleyen dili keskin insanlardan kurtulmak, böylece bütün herkesi korkutmak.” (s. 74)
“Yani kendi sevdiğin, kendi zevk aldığın, kendi hakikat saydığın şeyleri değil, sadece başkalarının hoşuna gidecek şeyleri terennüm etmen gerekiyor. Hayata kendi gözünle değil, başkalarının gözüyle bakman gerekiyor. Ancak o zaman eserlerin ideolojik ve halkçı sayılır, övgüye lâyık görülür. Ancak o zaman ödüller de, makam ve mevkiler de senindir; meclislerin aranan kişisi ve baş tacı olursun. Ancak o zaman seni başka ülkelere güvenerek gönderirler. Aksi hâlde başın tenkitten kurtulmaz, yazdığın eserler basılmaz, sen de daima gözaltında yaşarsın.
Sen eğer bu durumu halkı aldatmak, okuyucunun zihnini bulandırmak ve aşağılanmaya alıştırmak olarak görür de feryat etmeye kalkarsan, hata etmiş olursun. O zaman seni sosyalist gerçekçiliğe karşı çıkmakla suçlarlar. Mahkemenin beni itham ettiği suçlardan biri de bu oldu.” (s. 91)
“İster tutuklulukta olsun, ister âzatlıkta olsun, bir Sovyet şairinin bundan farklı düşünmesi, bundan farklı yazması mümkün değildir. Sovyet basınında hayattan şikâyet eden karamsar şiirler basılamaz.
Eserinin yayımlanıp okuyucuya ulaşmasını isteyen bir sanatkârın, kendi gördüklerini, kendi bildiklerini, bizzat gönlünden geçenleri değil, hayatın çirkinliklerini, noksanlıklarını değil, bilâkis Komünist Partisinin programına uygun şekilde davranarak övgüye değer güzel ve faydalı taraflarını yazması gerekir.
Henüz komünizme erişmişliğimiz filân yok! Hayatımızda eksiklikler, haksızlıklar, adaletsizlikler, rüşvet alıp vermeler, hırsızlıklar yok mu, diye sorulacak olursa, bu sadece bizim toplumumuza mahsus tipik bir durum değil, diyerek yine karşı tarafı suçlarlar.” (s. 151)
Hulâsa etmek gerekirse, sosyalist realizmi yegâne sanat metodu olarak kabul eden Sovyet edebiyatını, emirle yazdırılan, hakikat karşısında susturulup kalemleri zincire vurulan bir edebiyat olarak, aşikâr edilmesine fırsat verilmeyip söndürülen fikir ve hayallerin edebiyatı olarak anlamak lâzımdır.
Bu sıkıntılı dönemde Şükrullah’ın ilk önemli eseri saydığı Çallar adlı destanı 1947 yılında, ilk şiir kitabı olan Birinçi Defter adlı eseri ise 1948 yılında yayımlanır.18 İkinci şiir kitabı olan Kalb Koşıkları ise 1949 yılında yayımlanır.19 Şair, Şark Yulduzı dergisinde yayımlanan “Deŋizde Bir Tün” adlı söz konusu şiirinde, partiyi ve parti ideolojisini terennüm etmediği için, Stalin’i övmediği için, ideolojiden uzaklaşıp kozmopolit sanat anlayışına meyletmesine karar verildiği için 1951 yılı başında tutuklanır. Zira Sovyet ideolojisi, sanatın sadece kendisine hizmet etmesini kabul etmekte, tabiat güzelliği karşısındaki ferdî heyecanlara bile tahammül göstermemektedir. Sovyet sanat anlayışına göre, sanatkâr, eğer eserinde tabiî güzelliklerden bahsetmek istiyorsa, bu güzelliklerin Komünist Partisinin ve komünizmi kurma yolunda sarf edilen emeğin eseri olduğunu mutlaka belirtmek zorundadır. Buna göre, Şükrullah ideolojiye aykırı davranarak siyasî suç işlemiş sayılmaktadır.
Özbek edebiyat tarihçisi Prof. Dr. Naim Kerimov, Kefensiz Kömilgenler kitabından söz ederken, “Kızıl saltanatın kanlı dâhisi” dediği Stalin’in 1950’li yılların başlarında tutuklamalara tekrar hız verdiğini kaydettikten sonra, önce 13 Haziran 1950 tarihinde Til ve Edebiyat Enstitüsü’nde memur olarak çalışan Abdurrahman Alimuhammedov’un tutuklandığını bildirmektedir. Ondan sonra sırasıyla 28 Kasımda Abdurrahman Alimuhammedov’un kardeşi Nebi Alimuhammedov, ertesi gün Şükrullah’ın enstitüden edebiyat hocası Profesör Hâmid Süleyman, iki gün sonra Mirzakalan İsmailî, iki ay sonra 25 Ocak 1951 günü Şükrullah, 10 Şubatta Şühret, 26 Şubatta Mahmud Muradov, 28 Şubatta Meli Cora tutuklanırlar. Bunlardan başka, yine aynı günlerde Maksud Şeyhzâde, Mirkerim Âsım, Yangın Mirza, Ne’met Taşpolat gibi tanınmış şair ve yazarlar da çeşitli bahanelerle tutuklanmışlardır. Bir yıl devam eden sorgulamalardan sonra, 29 Ocak-1 Şubat 1952 tarihleri arasında görülen mahkeme, bu kalem sahiplerinin hepsini birden yirmi beşer yıl hapis cezasına çarptırır. Böylece Kefensiz Kömilgenler kitabının yazarı Şükrullah, 31 yaşında “halk düşmanı” olarak ebedî buz ülkesi olan Sibirya’ya sürgün edilir.20
Baskı