mânasının “ibrethâne” veya “uluğlar mektebi” olduğuna dair bir konuşma yapmıştır. Münevver Kaarî, aynı konuşmasında, tiyatro sahnesinin, her tarafı aynalarla kaplı bir eve benzediğini, orada herkesin kendi “hüsn ve kabihligini, ayb ve noksanını” görerek ibret aldığını ve aktörlerin de birer “tabîb-i hâzık” olduklarını ifade etmiştir. Pederküş piyesi, Taşkent’te de büyük alâka uyandırmış, salon tamamen dolmuş, müşterilerin önemli bir kısmı, Semerkand’da olduğu gibi kapıdan dönmek zorunda kalmıştır.28
Piyesin bu başarısı, başka şehirlerdeki gençleri de gayrete getirmiş, onlar da kendi tiyatro gruplarını kurmak üzere harekete geçmişlerdir. Ayrıca maddî imkânsızlıktan kıvranan ve hattâ yer yer kapanan Usûl-i Cedit mekteplerinin ihtiyacı olan parayı temin etmek için bu faaliyetler bir zaruret hâline gelmiştir.29
Türkistan’da Ceditçilerle Kadimciler arasındaki kavga, mekteplerden sonra tiyatro meselesinde de şiddetli bir hâl almıştır. Kadimcilerin tiyatroya karşı tavır almaları, bu sanatın gelişmesinde problemler çıkarmıştır. Daha çok din adamları ve dinî ilimlerle meşgûl olanlardan meydana gelen Kadimciler, modern tiyatro faaliyetlerini, eski temâşâ sanatı gibi “masharabazlik” olarak değerlendirmişlerdir. Bu sebeple Ceditçilere, Behbûdî Efendi’nin eserine izafeten “Pederküşler” (= Baba Kâtilleri), “Masharaçiler” gibi adlar verilmiş; halk arasında, “Pederküşler, hükûmet tarafından tutuklanıyormuş” şeklinde dedikodular yayılmıştır. Namangen’de Abdilkâdirhoca adlı bir zengin, halkı gençler aleyhine tahrik etmiş, tiyatro ile meşgûl olanlara bakkal ve diğer esnafın hiçbir şey satmaması ve hattâ berberlerin onları tıraş etmemeleri için faaliyette bulunmuştur. Buna benzer karşı hareketler, başka şehirlerde de cereyan etmiştir.30
Pederküş piyesinin halktan büyük alâka görmesi üzerine Türkistan şehirlerinde yeni tiyatro toplulukları teşkil olunmuş, devrin kalem sahipleri tarafından kısa zaman içinde birçok tiyatro eseri yazılmıştır. Behbûdî Efendi’den sonra Abdurrauf Samedov (Şehîdî) Mahremler, Hacı Muin – Nusretullah Kudretullah Toy, Hacı Muin Bay ile Hizmetkâr, Köknarı, Mazlûme Hatın, Cüvanbazlik Kurbanı, Eski Mekteb-Yengi Mekteb, Kâzı ile Muallim, Nusretullah Kudretullah Keŋeş Meclisi, Abdullah Bedrî Cüvanmerg, Ahmak, Hamza Hekimzâde Niyazi Zeherli Hayat, İlm Hidâyeti, Mulla Narmuhammed Damleniŋ Küfr Hatâsi, Abdullah Kâdirî Bahtsız Küyav, Abdullah Avlânî Advokatlik Asanmı, Pinek, Biz ve Siz, Gulam Zaferî Bahtsız Şâgird, Abdülhamid Süleyman (Çolpan) Bay, Abdurrauf Fıtrat Begican, Mevlîd-i Şerîf, Ebâ Müslim, Hurşid Bezârı, Ârif ile Ma’rûf, Kara Hatın piyeslerini yazmışlardır. Adı bilinmeyen yazarlar tarafından da Ahmed Parina, Eski Mektebler Hâli, Eşigide Kanlı Köz Yaşlarımız gibi millî darama eserleri kaleme alınmıştır.31
Üç perde dört sahneden ibaret olan Pederküş piyesi, muhtevası itibariyle Ceditçilerin eğitim hakkındaki görüşlerini aksettirmektedir. Hayatın bütün cephelerine ilgi gösteren Ceditçilik hareketi, bilindiği gibi önce eğitimde yenilik hareketi olarak doğmuştur. Çünkü bu hareketi şuurlu bir şekilde ortaya koyan ve Türk dünyasına yayan Gaspıralı İsmail Bey’den başlayarak bütün Ceditçiler, Türk ve İslâm âleminin Hristiyan âlemi karşısındaki perişanlığını daima eğitimsizlik ve cehaletle izah etmişlerdir. İslâm âlemi, zaman içersinde kendisini yenileyemeyen eski eğitim kurumları yüzünden çağın gerisinde kalmış ve Osmanlı Türkiyesi dışında tamamı Hristiyan âleminin işgâline uğrayarak sömürge hâline gelmiştir. İşgâlden ve sömürge olmaktan kurtulmanın tek çaresi, eski eğitim kurumlarını ıslah etmek, yeni eğitim kurumları açmak ve genç nesilleri, yeni eğitim programlarına göre tanzim edilmiş okullarda, çağın gerektirdiği bilgilere sahip insanlar olarak yetiştirmektir; yani cehaletin karanlığından ilmin aydınlığına çıkmaktır. Mahmudhoca Behbûdî Efendi’nin bu maksatla Türkistan’da yeni mektepler açtığı ve yeni bilgileri ihtiva eden ders kitapları hazırladığı, gazete ve dergilerde yine aynı maksatla yazılar kaleme aldığı yukarıda arz edilmişti.
Ceditçiler, eğitimci olarak kendilerine sadece genç nesli değil, bilâkis gençlerle birlikte toplumun bütün kesimlerini hedef seçmişler, bütün herkesi dünyadan ve yeni hayat tarzından haberdar etmeye çalışmışlardır. Onların dergi ve gazetecilik faaliyetleri ve hattâ dil, muhteva ve estetik yönünden Türkiye’deki Millî edebiyat cereyanıyla hemen aynı prensipleri benimseyen yeni bir edebiyat kurma gayretleri, hep aynı maksada hizmet eden çalışmalar olarak değerlendirilmelidir.
Halka yeni bilgiler ve değerler kazandırma iddiasını taşıyan Ceditçiler, ideallerini gerçekleştirmek için çok yeni olmasına rağmen edebî türlerden tiyatroya daha fazla önem vermişlerdir. Çok eski ve çok zengin bir geçmişi bulunmasına rağmen şiir, bu dönemde tiyatro kadar popüler olamamıştır. Ceditçileri tiyatroya yönlendiren en önemli sebep, hiç şüphesiz bu sanat faaliyetinin sahne vasıtasıyla doğrudan etkileme gücüne sahip olmasıdır. İşte bu gücün farkında olan Behbûdî Efendi, Cedit mekteplerini ve yeni tarz eğitimin önemini halka anlatabilmek için tiyatrodan faydalanmak istemiştir. Kitap hâlinde basıldıktan sonra eserinin sahneye konulması için gayret göstermesi ve hattâ bizzat kendisinin rejisörlüğe teşebbüs etmesi, onun tiyatro faaliyetinden ne kadar çok şey beklediğini göstermektedir. Nitekim bu beklentisinde de yanılmamış, Pederküş piyesi, belki onun tahmininden de fazla bir ilgi görmüştür. Hemen arkasından pek çok tiyatro eserinin yazılıp sahneye konulması çığırını başlatan bu piyes, kazandığı başarıyı, kendi kabiliyetinden ziyade gördüğü bu olağanüstü ilgiye borçlu olmalıdır. Türkistan hayatından alınmış basit sayılabilecek bir hadiseyi, millî lisanla ve bir facia şeklinde ilk defa sahneye taşımış olması, eserin şöhretini artırmıştır.
Behbûdî Efendi, Pederküş piyesinde, seyircinin karşısına âdeta nasihat etmek üzere çıkmış bir vâiz edasıyla konuşur. Piyes, esas olarak her şeyin paradan ve para kazanmaktan ibaret olduğunu düşünen “Bay” (= Zengin) ile ona bu düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalışan yenilikçi fikirlere sahip “Dâmulla” (= Büyük Molla) ve Rus mektebinde okumuş modern giyimli milliyetçi “Ziyalı” (= Aydın) bir Müslüman arasında cereyan eder. Behbûdî Efendi, eğitimle ilgili düşüncelerini, Dâmulla ve bilhassa Ziyalı tiplerinin ağzından açıklar. Yazar bu tavrıyla, Ceditçi-Kadimci kavgasının şiddetle devam ettiği bir zamanda, eski medreseyi temsil eden Dâmulla ile yeni mektebi temsil eden Ziyalı’yı aynı fikir etrafında buluşturarak birbirlerine zıt gibi görünen bu iki kutbu âdeta uzlaştırmaya çalışır. Kendisi de medresede eğitim gördüğü hâlde yeni mekteplerin açılıp çoğalması için gayret sarfeden Behbûdî Efendi’nin her iki aydın kesimi de kucaklamaya çalışan bu uzlaşmacı tutumu, kendi devri için çok önemli bir davranış olarak kabûl edilmelidir.
Piyesin birinci perdesinde Dâmulla, evinde ziyaret ettiği Bay’dan oğlu Taşmurad’ın Usûl-i Cedit mektebinde mi, yoksa geleneksel tarzda sadece dinî eğitim veren eski mektepte mi okuduğunu sorar. Çünkü okumak, herkese borçtur, saygı ve fazilet sebebidir. Hâlbuki Bay için saygının yegâne sebebi ise zenginliktir. Bunun için okuma yazma bilmeye de gerek yoktur. Bu sebeple oğlunu hiçbir mektebe göndermemektedir. Dâmulla’nın tespitine göre, son yirmi-otuz yıldan beri Türkistan’da ticaret, cehalet sebebiyle Yahudi ve Ermeniler başta olmak üzere yabancıların eline geçmiş, buna bağlı olarak Türkistan’ın yerli ahalisi de her gün biraz daha fakirleşmiştir. Ancak o ne söylerse söylesin, Bay bunların hiçbirine değer vermez.
Dâmulla’dan sonra ziyaretine gelen Ziyalı da