kavuşturmak istedi. Bunun için cehaleti yenerek çağın gerektirdiği şartları taşıyan yeni bir nesil yetiştirmeye çalıştı, modern usûlde eğitim veren mekteplerin açılmasına önderlik etti, yeni ders kitapları hazırladı, Türkistan dışına öğrenciler gönderilmesi için gayret sarf etti, gazete ve dergiler çıkardı, yazılar yazdı, bütün kurumların ıslah edilerek modern hâle getirilmesi düşüncesini telkin etti, Türkistan Muhtariyeti’nin kuruluşunda görev aldı, Türkistanlı aydınları etrafında toplayarak istikbâl için yeni bir heyecan yarattı, eserleriyle yeni bir edebiyatın doğuşunu gerçekleştirdi, Rus hükûmetlerinin lehçe ve şive farklılıklarını istismar ederek laboratuar milletleri yaratmayı plânladığı yıllarda Türkistan’da konuşulan bütün dillerin esas itibariyle Türkçenin şubeleri olduğunu anlatarak kabile ve boy farklılıklarına dayanan iç çekişmeleri sona erdirip millî birliği sağlamaya çalıştı. Pek çok aydın gibi o da, hayatı pahasına da olsa, Türkistan Türklerine düşünce ve hayalleriyle yeni bir ruh, yeni bir heyecan kazandırmak için çırpındı. Bütün bunları yaparken Türkiye’nin tecrübelerinden de istifade edilmesi gereğine işaret etti.
Behbûdî Efendi’nin eserlerini verdiği yıllarda Türk birliği ideolojisinin revaçta olduğu malûmdur. Aynı dönemde bu yolda Türkiye’de ve Türkiye dışında yürütülen çalışmaları, yaşanan heyecanları hatırlamak gerekir. Yapılan incelemeler göstermektedir ki, Sovyetler Birliği’nin hüküm sürdüğü dönemde Türkiye’de de daima küçümsenen, alay mevzuu edilen ve hattâ suç sayılan bu çalışmalar, bu heyecanlar, nihaî hedefe ulaşmak bakımından bugün zannedildiğinden çok daha ileri bir merhaleye ulaşmıştır. Dil ve tarih çalışmaları, gazete ve dergi yayınları, Usûl-i Cedit mektepleri, kaynağını millî heyecandan alan yeni edebiyat, Rusya’nın ve Türkiye’nin yaşadığı şartlar ve bu şartların tabiî sonucu olan siyasî faaliyetler, Türk dünyasındaki aydınların birbirlerini tanımasını ve benimsemesini kolaylaştırmış, Gaspıralı İsmail Bey’in “dilde” ve “fikirde” birlik hayalini gerçekleştirmiş, “işte” birlik idealini gerçek olmanın eşiğine getirmiştir. Türk dünyası, Rusya’da Bolşevik ihtilâlinin yaşandığı 1917 yılında, ortak bir düşünceye sahip olmak ve bu düşünceyi gerçekleştirmek bakımından bugünkünden çok daha arzulu ve kararlı bir manzara arz etmektedir. Dünyanın yeniden şekillenme sancısı çektiği günümüzde, Türkiye’nin ve bütün Türk dünyasının kendi geleceği için yüz yıl geride kalan o dönemi çok iyi incelemesi gerekmektedir.
(2003)
TÜRKİSTAN’DA İLK TİYATRO FAALİYETLERİ VE PEDERKÜŞ PİYESİ
Mahmudhoca Behbûdî Efendi (1875-1919)’nin edebiyat tarihi bakımından en önemli özelliği, bütün Türkistan’da tiyatro yazarlığını başlatmış olmasıdır. Bir idealist olarak tiyatro edebiyatına alâka göstermiş olmasının, onun eğitimciliğiyle doğrudan ilgisi bulunmaktadır. Eğitim hakkındaki kanaatlerini sahne vasıtasıyla halka duyurmak istemesi ve yazdığı Pederküş adlı piyesinin seyirci üzerinde fevkalâde tesir uyandırması, diğer kalem sahiplerinin de dikkatini çekmiş ve bu suretle Türkistan’da ilk doğuşundan itibaren çok canlı bir tiyatro edebiyatı ortaya çıkmıştır. Tiyatro, Ceditçilerin halka yaklaşmalarında, halkın gündelik hayatına ve fikir dünyasına nüfûz etmelerinde ve kendi fikirlerinin yayılmasında büyük kolaylıklar sağlamıştır. Bu sebeple Ceditçi kalem sahiplerinin önemli bir kısmı, piyes yazarlığına ve sahne faaliyetlerine ayrı bir önem vermişlerdir. Hakikaten bu faaliyetler eğitim, ilerleme, aydınlanma, hürriyet ve istiklâl düşüncelerini halka taşıyan en önemli yollardan biri olmuştur (Rızayev, 1997:8)46
Türkistan’daki geleneksel halk tiyatrosu, Cedit tiyatrosu ve piyes yazarlığının teşekkülüne tesir etmiş, gelişmesine yardımcı olmuştur. Bilhassa komedi tarzındaki eserler, doğrudan halk tiyatrosu esas alınarak yazılmıştır. Ayrıca hiçbir kültür hareketinin kendi zemininden faydalanmaması da düşünülemez. Bununla birlikte, Cedit tiyatrosu, Türkistan’daki siyasî, sosyal ve kültürel hadiselerin akis bulduğu bir zemin olarak tanınmaktadır. Geleneksel tiyatroda, eserin hem müellifi, hem de sahneye koyan ve icra edenlerinin aynı kişiler olması gibi Cedit tiyatrocuları da ilk teşekkül devresinde aynı fonksiyonları yerine getirmişlerdir. Geleneksel tiyatronun yanı sıra, 1870’lerden itibaren Türkistan’a gelmeye başlayan Rus, Azerî ve Tatar aydınlarıyla birlikte, Avrupaî tarzdaki tiyatro temsillerinin de somut örnekler olarak Ceditçilere tesir ettiği ve Ceditçilerin asıl tiyatroyu bunlardan öğrendikleri bilinmektedir (Rızayev, 1997: 20).
Çar ordularının Türkistan’ı işgâl etmesinin hemen ardından hükûmet tarafından Ruslaştırma politikalarını gerçekleştirmek maksadıyla kültür programlarının da uygulamaya konulduğu hakikattir. Rus okullarının açılması, mahallî okulların kontrol altına alınması, gazete ve dergi yayınları, Rusçanın öne çıkarılarak Türkistan Türkçesinin geri plana itilmesi, diyalektolojiye itibar edilmesi gibi faaliyetler, Ruslaştırma programının unsurlarını oluşturmaktadır. Ancak bütün bunların yanında bir husus daha dikkatleri çekmektedir: Çar hükûmeti, siyasî emellerini gerçekleştirmek düşüncesiyle, Rus ordusuyla birlikte Rus kültürünün de Türkistan’ı işgâl etmesini programına dâhil etmiştir. Rus kültürü, Türkistan’a Rus askerleri ve Rus ilim adamlarıyla beraber gelmeye başlamıştır. İşgâlciler, kendi mevkiilerini daha kuvvetli bir şekilde devam ettirebilmek için mahallî kültür yerine kendi kültürlerini ikâme etmeye çalışmışlardır.
Sahne faaliyetlerinin doğrudan göze ve kulağa hitap ederek seyircileri çabuk ve derinden etkilemesi sebebiyle çok büyük önemi bulunmaktadır. İşte bu sebeple Ruslar, daha Türkistan’ın tamamına hâkim olamadan 1867 yılında Taşkent’te Heveskârlar Drama Tögeregi adlı ilk amatör tiyatro topluluğunu kurmuşlar, ardından 1876’da Semerkand’da Musikalı Drama Tögeregi, 1890’da Heveskârlik Cemiyeti’ni, Hokand Hanlığının yıkılışının ardından Hokand’da Dramatik San’at Heveskârları Tögeregi’ni faaliyete geçirmişlerdir. Bu tiyatro toplulukları, Rus ve Avrupa tiyatrosunun seçkin örneklerini sahneye koymuştur.
Bu mahallî tiyatro topluluklarının yanı sıra, Rusya’dan da birçok profesyonel tiyatro topluluğu Türkistan şehirlerinde temsiller vermiştir. F. İ. Nadler idaresindeki Rus tiyatro topluluğu, 1877’den 1880’e kadar Türkistan şehirlerini dolaşarak daha çok komedi, melodram, fars ve vodvilleri, bazen de ciddî dramatik eserleri sahneye koymuştur. N. İ. Rcevskiy topluluğu da Gogol, Lermontov ve Moliér’in piyesleriyle Goethe’nin Faust ve Puşkin’in Yevgeni Onegin romanlarını sahneye koymuştur. Bunlardan başka, 1880’li yıllardan 1917’ye kadar V. Vasilyev-Vyatsskiy (1890-1896), N. D. Kruçinina (1894-1899), V. İ. Yakov (1900-1903), Z. A. Malinovskaya (1903- 1917), N. P. Kazanskiy (1904-1906), M. S. Kocevnikov (1907-1908), V. F. Komissarcevskaya (1910), M. Şumskaya (1912-1913), A. S. Kostanyan (1913), D. H. Yucin (1916), L. V. Sobinov (1912, 1915) gibi sanatkârların tiyatro ve konser toplulukları, Rusya’dan Türkistan’a gelerek Taşkent, Semerkand, Hokand, Buhara, Hocend, Margılan, Aşkâbâd, Çarcoy gibi şehirlerde temsiller vermiş, müzik geceleri düzenlemişlerdir. Bu toplulukların repertuarlarında Offenbach operetleri, C. Verdi, M. Glinka, P. İ. Çaykovskiy operaları, A. N. Ostrovskiy ve A. P. Çehov’un vodvilleri, Shakespeare ve Schiller’in trajedileri, A. S. Griboyedov, N. V. Gogol, A. S. Puşkin, A. N. Ostrovskiy, A. N. Tolstoy, G. İbsen, L. N. Tolstoy, A. V. Suhovo-Kobilin, A. P. Çehov, A. M. Gorki’nin drama ve komedilerine kadar pek çok eser yer almıştır. Bazı Rus tiyatrocuları ve zengin Rus tüccarları, Türkistan şehirlerinde tiyatro binaları inşa ettirmişler; meselâ N. D. Kruçinina, Taşkent şehir parkında yazlık tiyatro binasını, G. M. Tsintsadze ise Kolizey adlı konser ve tiyatro binasını yaptırmışlardır (Rızayev, 1997: 21-23).
Türkistan’da Avrupaî tiyatro ve drama yazarlığının yayılmasında, Azerbaycanlı