Karakaş Şuayip

Özbek Edebiyatı Yazıları


Скачать книгу

sebebiyle halka ulaşabilmek bakımından daha çok Millî edebiyat dönemi şair ve yazarlarına benzemektedirler.

      Halka yeni bilgiler ve değerler kazandırma iddiasını taşıyan Ceditçiler, ideallerini gerçekleştirmek için çok yeni olmasına rağmen edebî türlerden tiyatroya daha fazla önem vermişlerdir. Çok eski ve zengin bir geçmişi bulunmasına rağmen şiir, bu dönemde tiyatro kadar popüler olamamıştır. Ceditçileri tiyatroya yönlendiren en önemli sebep, hiç şüphesiz bu sanat faaliyetinin sahne vasıtasıyla doğrudan etkileme gücüne sahip olmasıdır. İşte bu gücün farkında olan Behbûdî Efendi, Cedit mekteplerini ve yeni tarz eğitimin önemini halka anlatabilmek için tiyatrodan faydalanmak istemiştir. Eserin kitap hâlinde basıldıktan sonra sahneye konulması için gayret göstermesi ve hatta bizzat kendisinin rejisörlüğe teşebbüs etmesi, onun tiyatro faaliyetinden ne kadar çok şey beklediğini göstermektedir. Nitekim Behbûdî Efendi bu beklentisinde yanılmamış, Pederküş piyesi, belki onun tahmininden de fazla bir ilgi görmüştür. Hemen arkasından pek çok tiyatro eserinin yazılıp sahneye konulması çığırını başlatan Pederküş piyesi, kazandığı başarıyı, kendi kabiliyetinden ziyade gördüğü işte bu olağanüstü ilgiye borçlu olmalıdır. Türkistan hayatından alınmış belki de sıradan bir hadiseyi, bir facia şeklinde ilk defa sahneye taşımış olması, eserin şöhretini artırmıştır. Aslında piyes, teknik yönden kuvvetli bir eser değildir. Entrik unsurlardan uzak ve âdeta müsamere tarzında kaleme alınmış bir oyun gibidir. Fakat bütün Türkistan için ilk tecrübe olması sebebiyle son derecede önemlidir.

      Behbûdî Efendi, bu eserinde, seyircinin karşısına âdeta nasihat etmek üzere çıkmış bir vâiz edasıyla konuşmaktadır. Pederküş piyesi, esas olarak her şeyin paradan ve para kazanmaktan ibaret olduğunu düşünen elli yaşlarındaki “Bay” ile ona bu düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalışan yenilikçi fikirlere sahip “Dâmulla” ve Rus mektebinde okumuş modern giyimli milliyetçi “Ziyalı” bir Müslüman arasında cereyan eder. Behbûdî Efendi, eğitimle ilgili düşüncelerini, Dâmulla ve bilhassa Ziyalı tiplerinin ağzından açıklar. Yazar bu tavrıyla, Ceditçi-Kadimci kavgasının sürdüğü bir zamanda, eski medreseyi temsil eden Dâmulla ile yeni mektebi temsil eden Ziyalı’yı aynı fikir etrafında buluşturarak birbirlerine zıt olan bu iki kutbu âdeta uzlaştırmaya çalışır. Kendisi de medresede dinî eğitim aldığı hâlde yeni mekteplerin açılıp çoğalması için gayret sarf eden Behbûdî Efendi’nin her iki aydın kesimini de kucaklamaya çalışan bu uzlaşmacı tutumu, kendi devri için çok önemli bir davranıştır.

      Piyesin birinci perdesinde Dâmulla, evinde ziyaret ettiği Bay’dan oğlu Taşmurad’ın Usûl-i Cedit mektebinde mi, yoksa geleneksel tarzda sadece dinî eğitim veren eski mektepte mi okuduğunu sorar. Çünkü okumak, herkese borçtur; saygı ve fazilet sebebidir. Hâlbuki Bay için saygının yegâne sebebi maddî zenginliktir. Bunun için okuma yazma bilmeye de gerek yoktur. Bu sebeple oğlunu hiçbir mektebe göndermemektedir. Dâmulla’ya göre, son yirmi-otuz yıldan beri Türkistan’da ticaret, cehalet sebebiyle Yahudi ve Ermeniler başta olmak üzere yabancıların eline geçmiş, Türkistanlılar fakirleşmişlerdir. Ancak Dâmulla ne söylerse söylesin, Bay bunların hiçbirine değer vermez.

      Dâmulla’dan sonra ziyarete gelen Ziyalı da Bay’dan fakir çocuklarının okuyabilmeleri için maddî olarak yardımda bulunmasını ister. Zira içinde bulunulan zaman, “yeni ve başka” bir zamandır. Bilgisi ve mesleği olmayan halkın zenginliği, yeri, yurdu, ahlâk ve itibarı günden güne elden gitmekte, hatta dini de zayıflamaktadır. Bu sebeple, Müslümanları okutmak lâzımdır. Ayrıca Müslümanlara bu devirde biri dinî ilimlerde, diğeri çağdaş ilimlerde olmak üzere iki türlü âlim gereklidir. Dinî eğitim görerek imam, hatip, müderris, muallim, kadı ve müftü olmak isteyenler, evvelâ Türkistan’da, daha sonra Mekke, Medine, Mısır ve İstanbul’da okuyarak mükemmel din âlimi olabileceklerdir. Aynı şekilde çağdaş ilimlere sahip olabilmek için de temel dinî bilgileri ve millî dili öğrendikten sonra hükûmetin açtığı düzenli mekteplere gitmek ve nihayet Petersburg, Moskova, İstanbul, Avrupa, Amerika üniversitelerinde okumak lâzımdır. Bu üniversitelerde okuyacak olanlar tıp, hukuk, mühendislik, iktisat, felsefe ve pedagoji ilimlerini öğrenecekler ve Çar idaresinin yönetim kadrolarına girerek vatana ve millete hizmet edeceklerdir. Fakat bu işlerin olabilmesi için Türkistanlı zenginlerin para yardımında bulunmaları gerekmektedir. Nitekim Kafkasya, Orenburg ve Kazan’ın Müslüman zenginleri, bu iş için çok para sarf etmekte ve fakir çocuklarını okutmaktadırlar. Bay, Ziyalı’nın bu anlattıklarını uyuklayarak dinlemektedir. Konuşmanın sonuna doğru uykuya dalan Bay, horlamaya başlar. Bu vurdumduymazlık karşısında Ziyalı, mendiliyle gözyaşlarını silerken, “İlâhî ya Rabbi! İslâm ümmetinden ve bilhassa biz Türkistanlılardan merhametini esirgeme!..” diyerek Bay’ın evini terk eder.

      Behbudî Efendi, bu düşüncelerini açıklarken İslâm dininin ilme ve öğrenmeye verdiği önemi ifade eden hadis ve âyetleri de delil olarak zikretmiştir.

      Türkistan’da fakir çocuklarının okuyabilmelerine imkân sağlamak üzere “hayriye cemiyetleri”nin kurulmasına da öncülük eden Behbudî Efendi, cehaletin, Türkistanlılar için en büyük belâ olduğunu düşünmektedir. İşte bu cehalet sebebiyle Bay, mektebe göndermemek sûretiyle kendisi gibi cahil yetiştirmek istediği oğlu tarafından parası için öldürülür. Zira oğlu Taşmurad, bilgisizliği yüzünden kötü arkadaşlar edinmiştir. Bu kötü arkadaşlarının baştan çıkarmasıyla babasının yattığı odasındaki kasanın soyulmasına yardım eder. Ancak kasanın açılırken çıkardığı gürültüyle uyanan Bay, oğlunun da yardımıyla bıçaklanarak öldürülür. Böylece Taşmurad eğitimsizliği sebebiyle “pederküş”, yani baba katili olmuştur. Bay ise, kendisine edilen nasihatlere kulak asmadığı için böyle feci bir âkıbete uğramıştır. Başka bir ifadeyle, öldürülen Bay ile baba katili olup Sibirya’ya sürgün edilen oğlu Taşmurad, cehaletleri yüzünden bu hâle düşmüşlerdir. Behbûdî Efendi, zenginliğin tek başına bir işe yaramadığını, bilâkis cahillerin elinde felâketlere sebep olabileceğini ihtar etmektedir. Türkistanlılar, yine o cehalet sebebiyledir ki, “vatansız, derbeder, esir, fakir ve bîçare” durumuna düşmüşlerdir. Terakkî bilginin, esaret ise cehaletin eseridir. Dolayısıyla Türkistanlıların bu kötü durumdan kurtulabilmek için çocuklarını okutmaktan başka çareleri yoktur.

      Pederküş piyesi, çok basit gibi görünmekle birlikte Türkistan’ın kangren hâlini almış bir meselesini, yer yer pendnâme tarzında olsa bile âdeta karikatürize ederek seyircinin dikkatine sunması bakımından çok önemlidir. Nitekim Behbûdî Efendi, eserinden gözlediği maksadına ulaşmış, Pederküş piyesi, muhtevası ve meseleyi takdim tarzı sebebiyle hem halktan, hem de sanat çevrelerinden büyük bir ilgi görmüştür. Herkesin içinde çırpınıp can çekiştiği cehalet batağını, sade bir dille ve Türkistan için tamamen yeni bir teknikle, sahne vasıtasıyla gözler önüne seren bu eser, yeni bir edebî devrenin, Cedit edebiyatının da müjdecisi olmuştur. İşte bilhassa bu son özelliği sebebiyle Behbûdî Efendi, Türkistan edebiyatında öncü rolünü oynamış önemli bir şahsiyettir.

      KAYNAKLAR

      ALİYEV Ahmed., (1994), Mahmudhoca Behbudiy, Taşkent.

      ANDİCÂNİY İsmail Tölek., (1993), XX Asr Özbek Edebiyatı, Andican.

      AVLÂNÎ Abdullah., (1993), “Tercime-i Hâlim”, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, Taşkent.

      KADİROV Muhsin., (1997), “Teatr”, Özbekistan Respublikasî-Ansiklopediya, Taşkent.

      KÂSIMOV Begali., (1993), “Cedidçilik-Ayrım Mülâhazalar”, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, Taşkent.

      RIZAYEV Şühret., (1997), Cedid Draması, Taşkent.

      SÂDIKOV