Karakaş Şuayip

Özbek Edebiyatı Yazıları


Скачать книгу

kaçar.

      Polis dört kişiyi tutuklar. Bazı görevliler her şeyi ve her tarafı arar ve kanlı bıçakla tabancayı bulurlar. Tabancayı komisere teslim ederler. Komiser tabancayı koklar ve mermileri boşaltır.

      Taŋrıkul ile Taşmurad kaçarlar, bekçiler yakalar.

      Taşmurad, hüngür hüngür ağlar, kendini yerden yere atar.

      Polis müdürü işaret eder. Kelepçeyi getirip Taŋrıkul ile Taşmurad’ın bileklerine geçirirler. Diğer ikisinin elleri bağlanır.

      Polis müdürü, suçlularla bekçileri sıraya geçirir.

      ZİYALI (Girer, suçlulara bakarak üzülür. Seyircilere dönerek) – İlimden ve eğitimden mahrum kalan yavruların âkıbeti budur. Eğer bunları babaları okutsaydı, bu cinayet ve baba katilliği onlardan sâdır olmaz ve böyle içki içmezlerdi, haksız yere kan dökmezlerdi. Ömür boyu Sibirya’ya, esarete ve kıyamette cehenneme düşmezlerdi. Eğer bunlar içki içmeseydi, dünya ve âhirette ebediyen azap ve sıkıntı içersinde kalmazlardı. Ah, hakikatte Bay’ı öldüren ve bu gençleri ebedî azaba mahkûm eden, bilgisizliktir. Bizim ocaklarımızı söndüren, yavrularımızı ağlatan, bizi vatansız ve esir eden eğitimsizlik ve cehalettir: Vatansızlık, derbederlik, esaret, fakru zaruret ve bîçarelikler, hepsi bilgisizlik ve eğitimsizliğin tabiî bir sonucudur. Dünyada ilerleyen millet, bilgi sayesinde ilerliyor. Esir ve zebun olanlar da bilgisizlikten… Mademki biz eğitimsiziz ve balalarımızı da okutmuyoruz, böyle kötü olaylar ve talihsizlikler de aramızda daima hüküm sürecek demektir. Bu işlerin yok olması için okumak ve okutmaktan başka çare yoktur. Allah Teâlâ başkalarına daima ibret ve sizlere de sabır versin!

      POLİS MÜDÜRÜ (Emredercesine) – Haydi, durma, marş! (Yönelirler.)

      PERDE İNER

      (2001)

      ÖZBEK DİLCİ GÂZİ ÂLİM YUNUSOV

      Özbekler, 1929 yılını sovyet ideolojisine doğru “kette burılış”, yani “büyük yöneliş” yılı olarak değerlendirmektedirler.51 Çünkü Millî Korbaşı hareketinin tesirini kaybetmesi ve Sovyet idaresinin hâkimiyetini kabul ettirmesiyle birlikte asıl sovyetleştirme politikaları bu yıldan itibaren uygulanmaya başlanmıştır. 1929 yılına gelinceye kadar Ceditçi şair ve yazarlar tehditlere rağmen eserlerini vermeye devam etmişlerdir. Ancak bu tarihten sonradır ki, Ceditçi şair ve yazarların faaliyetleri tamamen yasaklanmış, buna uymayanlar “halk düşmanı” sayılarak uzun süreli hapis ve idamla cezalandırılmışlardır. İlk olarak, tanınmış Ceditçilerden gazeteci ve eğitimci Münevver Kaarî Abdürreşidhanov, milliyetçi olmakla suçlanarak kurşuna dizilmiştir.

      1934 yılında toplanan I. Sovyet Yazarları Kurultayı’nda edebiyatın takip edeceği yol “sosyalist realizm” olarak ilân edilmiştir. Artık hayatın bütün cephelerinde olduğu gibi edebiyatta da her şey sovyet ideolojisine göre değerlendirilecek, buna uymayan sanatkârlara hayat hakkı tanınmayacak, eserler de reddedilecektir. Böylece farklı kültürlerden, asıl kaynağını Rus kültüründen alan bir “sovyet kültürü”, farklı milliyetlerden Rus ırkının üstünlüğüne iman eden ve adına da “homo-soviéticus”, yani “sovyet adamı” denilen ve insanî, dinî ve millî değerlerini kaybederek aslına yabancılaşan kozmopolit yeni bir insan ve bu insanlardan meydana gelen bir “sovyet halkı” yaratılacaktır.

      Bu “mankurtlaştırma politikası”, Sovyet idarecileri tarafından çok farklı milletleri bir garnizonda yaşatabilmenin en önemli silâhı olarak kullanılmıştır. Bu silâh vasıtasıyla milletlerin hafızasındaki millî bağlar koparılacak ve kendilerini “sovyet halkı” olarak hissetmeleri sağlanacaktır.52 Sovyetler Birliği’nde, bilhassa 1930’ların sonlarında, kendi değerlerini kaybetmiş sovyet halkını yaratabilmek düşüncesiyledir ki, milliyet şuuruna sahip hiç kimseye hayat hakkı tanınmamıştır. Böylece milletler, “Ruslaştırma ideolojisi” karşısında tamamen çaresiz bırakılmıştır. Bu sebeple Türkistan’da Ceditçi şair ve yazarlar, fikir, devlet, din ve ilim adamları, milliyet şuuruna sahip oldukları ve milletin zihninde bu şuuru daima canlı tuttukları için vahşi bir şekilde cezalandırılmışlardır.

      “Halk düşmanı” sayılarak öldürülen aydınların adını anmak, eserlerini okumak ve bulundurmak şiddetle yasaklanmış, buna uymayanlar da aynı şekilde cezalandırılmışlardır. Sovyet rejimini ve politikalarını benimsemeyen bütün insanların yok edildiği bu soy kırımı, tarihe “kızıl terör, kızıl kırgın, katağanlık, repressiya” adlarıyla geçmiştir.

      1930’lu yıllarda takip edilen sindirme politikaları, yani yasaklar, hapisler, işkenceler, sürgün ve katliamlar, millî direnişi tamamen kırmış, bütün kurumlarla birlikte ilim ve edebiyat da Komünist Partisi’nin sadık birer hizmetkârı hâline getirilmiştir. Aynı yıllarda Lenin ve parti için kasideler düzmek, dini karalamak, millî hayatı ve tarihi küçük düşürmek, sovyet hayat tarzını idealleştirmek, Ruslara ve Stalin’e manzum “şükrâneler” yazmak, yavaş yavaş kütüphanesi teşekkül ettirilen sovyet edebiyatının birinci hedefi olmuştur.

      Bu tebliğin konusunu teşkil eden Gâzi Âlim Yunusov, ilmî ve edebî faaliyetlerini işte bu dönemde gerçekleştirmiş bir aydındır. Türkistan Türklerinin ilk dilci profesörüdür. Bugün Özbeklerin de pek tanımadıkları bir şahsiyet olan Gâzi Âlim hakkında yazılmış birkaç yazı dışında kaynak bulunmamaktadır. Gazeteci Nebican Bâki’nin 1992 yılında neşrettiği Katlnâme adlı kitabı, bu bakımdan önemlidir. Bu kitapta, arşiv belgelerine göre Ceditçi şair ve yazarların, özellikle Özbek nesir sanatının ilk önemli temsilcisi ve Ötken Künler romanının yazarı olan Abdullah Kâdirî’nin milliyetçilik suçundan dolayı tutuklanmaları, 1937 ve 1938 yıllarında KGB zindanlarında maruz kaldıkları işkenceler, kendilerine zorla imzalattırılan düzmece ifade tutanakları, kurşuna dizilmeleri, kurşuna dizilmelerinin ertesi günü, bu düzmece ifade ve itirafnamelere istinaden yargılanmadan idama mahkûm edildikleri anlatılmaktadır. Söz konusu kitaptaki sorgu tutanaklarına göre, Ceditçi şair ve yazarlara esas itibariyle Türkçü ve milliyetçi olmalarının hesabı sorulmuş, bu yolda kimlerle birlikte hangi faaliyetlerde bulunduklarını itiraf etmeleri istenmiş ve nihayet hepsi birden 1938 yılında kurşuna dizilmişlerdir.

      Türk topluluklarının ortak bir kültür dairesi içinde birbirlerine yakınlaşmaları emelini taşıyan bu insanların, şeklen ve rûhen millî eserler vermek yerine, şeklen millî ancak rûhen sosyalist eserler vermeye yanaşmadıkları için cezalandırılmış olmaları, hiç şüphesiz Türk dünyasının yüreğini bugün de kanatan yaralardan biridir. Dünya kamuoyu, Türk dünyasının 19. ve 20. yüzyıllarda uğradığı soykırımı ve bilhassa aydınların eserleriyle birlikte yok edilmiş olmalarını maalesef hiçbir zaman öğrenememiş veya öğrenmek istememiştir.

      Gâzi Âlim Yunusov, Türk olduğu için, Türkçü olduğu için, Türk milliyetçisi olduğu için ve Türkiye ile alâkası bulunduğu için katledilen aydınlardan biridir. 1893 yılında Taşkent’in Şirinkuduk mahallesinde doğmuştur. Aydın bir muhit içinde yetişmiştir. Dedesi Ebubekir Ahmedcanoğlı ile yine akrabasından Bahtıgani İlkin, Arapça ve Farsça bilen folklorcu, edebiyatçı ve etnografyacı olarak tanınmış kimselerdir. Bu sebeple Gâzi Âlim Yunusov küçük yaşlarından itibaren okumaya ve ilim öğrenmeye heves etmiştir.53

      Medrese eğitimini tamamladıktan sonra, 1909 yılında hukuk ve din ilimlerinde daha ileri eğitim görmek üzere Mısır’daki El-Ezher’e gönderilmiştir. Buradaki eğitiminden sonra bir süre de İstanbul’da okumuştur. Ancak İstanbul’da hangi mektepte ne