oğlu olmak suçundan dolayı önce hapsedilir, daha sonra sürgüne gönderilir. Müsadere edilen evi ise domuz ahırına çevrilir.70 Eserlerini okumak ve elde bulundurmak, yazar hakkında müspet beyanda bulunmak, şiddetle yasaklanır. Bu yasağa uymayanlar, tıpkı Kâdirî gibi cezalandırılırlar. Bu takip ve tehditler yirmi yıl boyunca devam eder. Nihayet Stalin’in ölümünden sonra Kâdirî’nin de totaliter rejimin bir kurbanı olarak suçsuz yere idam edildiği açıklanır, itibarı iade edilir, 1958 yılından sonra da eserlerinin tekrar basılmasına izin verilir. Özbekistan’ın 1991 yılında bağımsızlığını ilân etmesinden sonra Ali Şîr Nevâyî devlet ödülüne ve istiklâl nişanına lâyık görülmüş; hatırasına hürmeten edebiyat, sanat ve mimarî dallarında onun adına devlet ödülleri ihdas edilmiştir.
Abdullah Kâdirî’ye Özbek edebiyatında yazar olarak en geniş şöhreti kazandıran eseri, hiç şüphesiz Ötken Künler (Geçmiş Günler) adlı romanı olmuştur. Özbek okuyucusunu roman türüyle tanıştırmak düşüncesi, Ötken Künler’in yazılma sebeplerinden biridir. Bu sebeple romanı bir mübtedî eseri olarak değerlendirmek de mümkündür. Tarih ve coğrafyayı ilgilendiren açıklamalarda bulunulması, 19. yüzyılda kullanılan bazı kelimelerin yeni dildeki karşılıklarının verilmesi, birçok yerde yazarın romana müdahale ederek düşüncelerini kendi ağzından söylemesi ve hatta zaman zaman doğrudan okuyucuya hitap etmesi bakımından Ötken Künler romanı, bizim edebiyatımızda Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerini hatırlatır.
Romanda, edebî eserin ifade kudretinden yararlanılarak 19. yüzyıl ortalarında (1845-1850), Hokand hanlık merkezinde ve hanlığa bağlı Taşkent ve Mergilan şehirlerinde meydana gelen bir kısım olaylar hikâye edilir. Yazar, eserin başına ilâve ettiği “Yazguçıdan” başlıklı kısa yazısında, romanın konusunu “yakın geçmişten, tarihimizin en kirli ve en karanlık günleri olan son han (Hudâyâr Han) döneminden seçtim” (Ötken Künler, Taşkent-1994, (s. 6) demektedir.
Taşkentli Atabek ile Mergilanlı Kümüş’ün aşkları, Ötken Künler romanının mihverini teşkil eder. Eser, bu yönüyle güzel bir aşk hikâyesidir. Ancak bu aşk hikâyesi, taht kavgaları ve kabile savaşları yüzünden Türkistan’ın siyasî istikrarsızlık, yoksulluk ve cehalet batağında can çekiştiği bir dönemde cereyan eder. Yazar, Atabek ile Kümüş’ün hikâyesini, Türkistan’da yaşanan siyasî, iktisadî, sosyal ve kültürel hayatı gözler önüne sermek ve bunlardan ibret alacak olan okuyucusunda millî şuuru uyandırmak için romanı sırtlayan bir vasıta olarak kullanır.
Roman, 1917 yılında, Ekim ihtilâlinin hemen ardından kurulan Türkistan Muhtariyeti’nin Bolşevikler tarafından kanlı bir şekilde yıkılmasından sonra yazılır. Romanda anlatılan olaylar ise, Türkistan’ın Ruslar tarafından işgaline zemin hazırlamış ve işgalin hemen arefesinde cereyan etmiştir. Nitekim romanın kahramanı olan Atabek de 1858 yılında Almata civarında, Ruslara karşı savaşırken şehit düşer. Rusları Türkistan üzerine celbeden en önemli sebep, kabileler arasındaki bitmek bilmeyen savaşlardır; yani millî şuur eksikliğidir. Romanın yazıldığı yıllarda Türkistan, yeni bir işgale, Bolşevik Rus işgaline uğramıştır. İlk işgal sırasındaki kabilecilik ruhu hâlâ devam etmektedir. Türkistan Muhtariyeti’nin Ruslar tarafından yıkılmasından sonra başlayan ve tamamen millî istiklâl karakteri gösteren Basmacılık hareketi sırasında Türkistan’da müşahede edilen dağınıklık, bunun en önemli göstergesidir. Yazar, seksen yıl öncesine işaret ederek ibret alınmasını ister. Millî birlik ve istiklâl düşüncesi, Ötken Künler romanına kuvvetli bir heyecan kazandırmaktadır.
Romanın merkez şahsiyeti olan Atabek, birinci bölümde, bir Rus şehri olan Şamay (Semipalatinski)’ı görmeden önce, diğer ülkelerin de Türkistan gibi idare edildiğini ve diğer ülkelerde de Türkistan’daki gibi her türlü kargaşanın hâkim olduğu bir hayatın yaşandığına inanır. Ancak Atabek, Şamay’daki siyasî, iktisadî ve sosyal gelişmeleri görünce son derecede etkilenir, zihni karışır. Rus idaresi karşısında Türkistan’daki idarenin ancak bir oyun sayılabileceğini düşünmeye başlar. Bu idarenin aynı düzensizlikle devam etmesi hâlinde, işin sonunun nereye varacağını tahmin bile edemez; Türkistan’da yaşanan facianın âkıbeti hakkında “aklım âciz kaldı” der. Yazar, Atabek’in ağzından mevcut idarî karmaşanın mutlak bir feci âkıbete yol açacağını söyler.
Gördüklerinden fevkalâde etkilenen Atabek, tatlı bir hayâle kapılır: “Kanadım olsa da vatanıma uçsam, han sarayına gitsem ve Rus’un hükûmet tarzını, kanunlarını birer birer arz etsem; han da arzımı dinlese ve ülkenin her tarafına fermanlar göndererek Rus’un hükûmet tarzının derhâl tatbik edilmesini emretse ve ben de kendi yurdumun bir ay içinde Rus’un vatanıyla aynı seviyeye geldiğini görsem… Ancak ülkeme dönünce gördüm ki Şamay’da düşündüklerim, imrendiklerim tatlı birer hayâlmiş. Burada derdimi anlatacak kimse bulamadım.” Bunun üzerine derin bir ümitsizliğe kapılan Atabek, gördükleri karşısında ülkesini baştan başa bir mezarlığa benzetir ve “Doğrusu şu ki, mezarlıkta ‘hayyâlelfelâh’ hitabını kimse işitemez.” der. (s. 17-18) Atabek’e göre Ruslar’ın terakkî etmesinin tek sebebi vardır: Birlik olmak. Türkistan’ın günden güne gerilemesinin sebebi ise, kabile kavgalarıdır: “Bugünkü Karaçapan (şehirli Özbekler) – Kıpçak (bozkırda yaşayan Kırgızlar) kavgalarını size bir örnek olarak göstermek istiyorum: Düşünün hele, bu kavgalardan biz ne fayda gördük; Kıpçak kardeşlerimiz ne menfaat elde etmekteler? Bu durumdan faydalananlar, sadece iki halk arasına nifak tohumlarını serpen bazı yöneticilerdir.” (s. 19)
Abdullah Kâdirî, Özbeklerle Kıpçaklar arasındaki kavgalardan, eserinin birçok yerinde sık sık söz etmektedir. Romanın birinci bölümünün 15. kısmında, Taşkent surları önünde öldürülen Kıpçakların kellelerinden bir “dehşet tepesi” teşekkül ettiğini, bir ibret tablosu hâlinde şöyle anlatır:
“Üç-tört yüz insan başıdan turguzılgan bir tepe!
Karıçka keledirgen uzun sakallar, başdagı hûn-âlûd siyrek saçlar, bozargan yüzler, kanga belenib, yarım açık hâlde karaçık ornını bir aklık baskan közler dünyage ve şu hayatka lâ’net okugandek karaydırlar. Aynıksa bir baş, ehtimâl ki heli yigirme yılnı hem ötmegendir, murti hem çıkmagan. Hûn-âlûd kuyuk kaşları astıdagı yarım açık közleri kimnidir izlegendek karaydır… Yarım açık irinleri içidegi ak tişleri bilen tilini garçça tişlegen-de, göyâ şu turmışda, şu beser halk içide tuğılganı üçün ‘etteng’ okuydır.
Bu başlar uyumı üstide turgan korgan begisi yanıdagı yigitke başlar arasıdan birini körsetib, öz tanışlarıdan bir bekning başı bolganlıgını sözleydir.” (s. 80)
Yazar, eserinde devamlı olarak Özbeklerle Kıpçakların, yani Kırgızların birlik hâlinde olmaları gerektiği mesajını vermektedir.
Ötken Künler romanı, yayımlandığı tarihten itibaren büyük bir ilgi görmüş, Türkistan’ın bir asır önceki hayatından tarih karşısında objektif davranarak bahsettiği için âdeta bir başucu kitabı hâline gelmiştir. Roman, 1958 yılında tekrar basılırken muhtevası bozulacak şekilde kısaltılmış, daha doğru bir ifadeyle söylemek gerekirse, tahrip edilmiştir. Yazarın millî birlikten ve Türkistan’ın Ruslar tarafından işgalinden söz ettiği cümle ve paragraflar, hatta bazen millî kimliği tayin eden kelimeler, bu yeni baskıda değiştirilmiş veya tamamen çıkarılmıştır. Bu sebeple eserin orijinali ile bu yeni baskısı arasında çok önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar, sayfalar dolusu bir hacme ulaştığı için burada sadece birkaçını zikretmek istiyoruz:
İlk baskıdaki “Türkmen”