“çar askerleri” (s. 371) ile çarpışırken şehit düştüğü bildirilir.
Abdullah Kâdirî, romanının sonuna da “Yazguçıdan” (s. 378) başlığını taşıyan bir paragraftık bir not ilâve etmiştir. Bu notta, roman kahramanı Atabek’in Yâdgârbek adlı oğlunun, şiddetli açlık ve sefaletin hüküm sürdüğü 1919-1920 yıllarında vefat ettiği, iki torunundan birisinin Fergana Basmacıları arasına karıştığı ve yaşayıp yaşamadığının hiç kimse tarafından bilinmediği kaydedilmiştir. Bu not, roman kahramanı Atabek’in muhayyel bir şahsiyet olmadığını ortaya koyduğu gibi, Rus işgali altında eser veren Kâdirî’nin de Ruslara karşı bir millî mücadele hareketi olduğu bugün artık herkes tarafından kabul edilen Basmacılık hareketini, en azından kalben desteklediğini de göstermektedir. Söz konusu ettiğimiz yeni baskıda, bu paragraf da tamamen çıkarılmıştır.
Aynı şekilde, roman kahramanı Atabek’in babası Yusufbek Hacı tarafından söylenen şu cümleler de yeni baskıda hiç yer almamıştır:
“Aramızda fitne çıkmasını gözleyen Rus, kapımızın önüne asker yığıyor. (…) Siz, kendi Kıpçaklarınız için mezar kazarken Rus, sizin için tabut hazırlıyor. Kıpçaklara kılıç çekecek olursak Rus, bizi top ateşine tutacaktır, “ (s. 276)
“Biz, birbirimizin kuyusunu kazmaya devam edersek, yakında Rus istibdadı kirli ayağıyla Türkistanımızı kirletecek. Bizler de gelecek nesillerimizin boynuna kendi ellerimizle Rus boyunduruğu geçirmiş olacağız. Kendi neslini, kendi elleriyle kâfire esir eden bizim gibi kör ve akılsız atalar, Hüdâ’nın lânetine elbette uğrar, oğlum! Atalarımızın mukaddes naaşlarının medfun bulunduğu Türkistanımızı bir domuz ahırına çevirmeye çalışan biz köpekler, Allah’ın kahır ve gazabıyla elbette karşılaşırız. Temür Köregân gibi dâhileri, Mirza Bâbür Şah gibi fatihleri; Fârabî, Uluğbey ve İbn Sinâ gibi âlimleri yetiştiren bir ülkeyi felâket çukuruna doğru sürükleyenler, elbette Tanrı’nın gazabını hak etmişlerdir, oğlum!” (s. 294-295)
Abdullah Kâdirî, tarih karşısında objektif davranan bir yazardır. Romanında anlattığı olayların önemli bir kısmını, babasından dinlemiş; daha sonra bunları o döneme ait tarihî eserlerden ve yine o döneme ait hatıralardan tahkik etmek suretiyle eserine dâhil etmiştir. Ayrıca olayların cereyan ettiği mekânlarda, aylarca süren incelemelerde bulunmuştur. Bu sebeple Ötken Künler romanı ile tarih arasında tam bir paralellik bulunmaktadır. Eserin Türkistan’da çok büyük alâka görmesinin asıl sebebi, herhâlde bu olmalıdır. Umarali Narmatov’un verdiği bilgiye göre eser, yayımlandığı tarihten itibaren kısa aralıklarla defalarca basılmış, hatta birçok kişi tarafından da ezberlenmiştir.71
Bu alâkaya mukabil Sovyet tenkitçileri, 1920’li, 1930’lu yıllarda, siyasî ve sosyal olaylara sınıf çatışması açısından bakılmadığı ve milliyetçi ve karşı-inkılâpçı düşüncelerle kaleme alındığı için Ötken Künler romanını yazarıyla birlikte mahkûm etmişlerdir. Bu mahkûmiyet, Kâdirî’nin hayatı pahasına olmuştur. Aynı roman, 1958 yılındaki eksiltilmiş yayınından sonra, 1960’1ı yıllarda Sovyet ideolojisine hizmet eden bir eser olarak değerlendirilmiştir. Son yıllarda ise, Ötken Künler romanındaki Sovyet ideolojisine aykırı unsurları tespit ederek örnek bir ahlâk ve fazilet kitabı olduğuna dair methiyeler yazılmaktadır.72
Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: Ötken Künler adlı roman, Bolşevik ihtilâline birkaç yıl ümitle bağlanan ve işin vahametini farkedince de istiklâl için kalemine sarılan bir vatanseverin canhıraş feryadıdır. Türkistan’ın istiklâli ve millî birlik düşüncesi, eserin temel felsefesini oluşturmaktadır. Abdullah Kâdirî’nin öldürülmesinin sebebi de ülkesinin ve milletinin istikbâli hakkındaki bu haklı düşüncesidir.
(1998)
ABDÜLHAMİD SÜLEYMANOĞLU (ÇOLPAN)
“Yok… ölim yokdır! Yalğız bir öçib, bir söniş bardır. Bir öçib, sönib… yene yanış bar. Yene baharlar, Yene lâleler, Yene siz ey… erkin tilekler!..”
Türkistan Özbek şairi Abdülhamid Süleymanoğlu (ÇOLPAN), 1898’de Fergana vadisindeki Andican şehrinde doğdu. Onun doğduğu ve yaşadığı yıllar, bugünkü Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan’ı içine alan bütün Batı Türkistan’ın Rusya tarafından işgal altında tutulduğu döneme tesadüf etmektedir. Çarlık Rusyası 1850’li yıllardan itibaren Batı Türkistan’ı Hokand, Buhara ve Hive Türk hanlıklarını yıkarak işgal etmiş ve bir taraftan da bölgenin Müslüman Türk ahalisine çok ağır acılar çektiren baskı ve sömürge politikalarını şiddetli bir şekilde uygulamaya başlamıştır. Böylece Türkistan, Rusya’nın hem kendi mallarını sattığı uçsuz bucaksız bir pazar, hem de pamuk, yağ, tahıl, et başta olmak üzere her türlü gıda ve hammadde ihtiyacını temin ettiği bir sömürge hâline gelmiştir. Bu ekonomik sömürünün yanı sıra Müslüman Türk nüfusunun millî ve dinî değerleri ayaklar altına alınmış, halk inancından dolayı ağır hakaretlere uğramış, Andican’da Ruslarla karşılaşınca secde etmeye mecbur edilmiştir. Uygulanan eğitim politikası ve gazete yayınlarıyla Ruslara sempati ile yaklaşan ve Rusların hayat tarzını benimseyen yeni bir nesil yetiştirilmek istenmiş, böylece Türkistan Türkleri “Hıristiyanlaştırılarak Ruslaştırılma”ya çalışılmıştır. Devamlı surette Türkistan Türk tarihinin barbarlıktan ibaret olduğu, Türklerin dünya kültür ve medeniyetine hiçbir katkıda bulunmadıkları propaganda edilmiştir.
Rusya’nın Türk yurtlarındaki bu uygulamaları, 1917 Bolşevik Ekim devriminden sonra Sovyet döneminde de eskisinden daha şiddetli bir şekilde devam etmiştir. Türkistan Türkleri, Sovyet döneminde ise “Komünistleştirilerek Ruslaştırılmak” istenmiştir. Hiç şüphesiz bu uygulamalar, bugün Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Karakalpak, Uygur, Nogay, Tatar, Başkurt dediğimiz Türkistan Türkleri arasında Rusya’ya karşı haklı tepkilere sebep olmuştur. Bağımsızlığını kaybeden, ekonomik olarak sefalete mahkûm edilen ve aynı zamanda millî ve dinî inanç ve değerleri aşağılanan Türkistan Türkleri, sadece 1870-1917 yılları arasında, bu uygulama ve sömürgecilik politikalarına karşı üç yüzden fazla isyan hareketi başlatmıştır. Bütün bu isyan hareketleri, “Dükçi İşan” isyanı gibi kanlı bir şekilde bastırılmış, milyonlarca Müslüman Türkistan Türkü, bu isyan hareketleri sırasında hayatını kaybetmiştir. Sadece 1916 yılında meydana gelen isyan sırasında hayatını kaybeden insan sayısının bir milyondan fazla olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde 1918 yılında başlayan ve 1932 yılına kadar aralıklarla devam eden ve kısa bir süre Türkiye’den giden Enver Paşa’nın da liderlik ettiği “Korbaşı İstiklâl Hareketi” (Basmacılık Hareketi) sırasında yüzlerce köy, kasaba ve şehir ateşe verilmiş, iki milyondan fazla insan hayatını kaybetmiş, bütün Türkistan cehenneme çevrilmiştir. Çolpan, 1921 yılında yazdığı “Yangın” şiirinde Türkistan’ın bu hâlini şu mısralarda dile getiriyor:
“Şunday kette bir ölkede yanmagen,
Yıkılmagen, talanmagen üy yokmı?
Bir köz yokmı kanlı yaşı tammagen,
Bütün köŋil ümidsizmi, sınıkmı?”
Aynı yıllarda Türkiye’de de