Karakaş Şuayip

Özbek Edebiyatı Yazıları


Скачать книгу

Aytamgalı, Koştamgalı, Nayman, Kaŋlı, Moğol ve bunlara benzer kabile ve boy isimlerinin meşhur olanları ve onların bitmez tükenmez şube ve dallarını bildikleri hâlde bu ‘meçhûl Sart’ sözünü asla telâffuz etmezler. Yaşlılar, filân kişi aslen Özbek veya Tâcik’tir, derler; asla Sart demez ve Sart’ı bilmezler, Sart denilen kabileden hiç haberleri bile yoktur. (.....) Türkistan halkından kendisini bilenlerin, mensup olduğu kabile veya boy ile o kadar sıkı münasebetleri vardır ki, bunlar arasında başka kabileye kız vermeyenler vardır. Kabilesinin ve yedi atasının adını bilmeyenlere, ‘kul, yani merkuk’35 derler.”

      “Türkistan Tarihi” Kerek (Ayna, 1914, nu. 38)36 adlı yazıda, tarihin, “bir milletin ne şekilde ve hangi yolla terakkî ettiğini okuyup ibret almak veya hangi sebeplerden dolayı gerilediğini ve nihayet yıkıldığını öğrenerek istifade etmek” için bilinmesi gereken bir ilim olduğu belirtilerek Türkistan’ın ve Türklerin macerasını bütünüyle anlatan Türkçe bir eserin henüz yazılmadığı bildirilmektedir. Behbûdî Efendi, “Millî tarihimizi kim yazacak?” sorusuna cevap verirken son derecede zor bir iş olmakla birlikte “bu hizmeti, Türkistan tarihiyle âşinâ olmaya başlayan genç tarihçimiz muhterem Ahmet Zeki Velidî Efendi’nin kaleminden ümit ediyoruz” demektedir.

      Tenkid-Saralamakdur (Ayna, 1914, nu. 32, s. 621-623)37 adlı yazıda, evvelâ tenkidin mahiyetinden söz edilmekte ve bunun şahsiyetçilik olmadığı bildirilmektedir. Behbûdî Efendi, Türkistan’da tenkit geleneğinin henüz teşekkül etmemiş olmasını, geri kalmışlığın en önemli sebeplerinden biri olarak değerlendirmektedir. Yanlışlıkların ortaya konulması ve kurumların ıslahından söz edilmesi, tepkilerle karşılanmakta ve bu da kalemlerin susmasına sebep olmaktadır. Bu, Türkistan’da eskiden beri var olan “razı olmamak” ve “hatırı kalmasın” hastalığıdır. Yazıda, mahkeme ve medreselerin ıslahından söz edilecek olursa ulemânın hatırı, tekkelerin ıslahından sûfî ve şeyhlerin hatırı, mekteplerin ıslahından muallimlerin, ticaretin ıslahından zenginlerin, yanlış âdet ve eğlencelerin ıslahından bahsedilecek olursa halkın hatırı kalır, denilmektedir. Yazıda, doğruya ulaşabilmek için tenkit mesleğinin geliştirilmesi ve bunun da şahsiyete hücum veya düşmanlık olarak anlaşılmaması gerektiği bildirilmektedir.

      Hemen her konuda yazılar kaleme aldığı anlaşılan Behbûdî Efendi, Bizni Kemirgüvçi İlletler (Ayna, 1915, nu. 13, s. 338-342)38 adlı yazısında, bazı yanlış âdetler yüzünden Türkistanlıların günden güne fakirleştiğini, felâkete sürüklendiğini anlatmaktadır. Bunlar, “toy ve ezâ” (= düğün ve cenaze) törenleridir. Behbûdî Efendi, Türkistanlıların bunlardan başka nevruz başta olmak üzere diğer törenler sırasında da haddi aşan miktarda para, mal ve zaman israf ettiklerini söylemektedir. Yahudiler, gündüzleri işten kalmamak için cenazelerini bazen akşam üzeri defnederken Türkistanlılar toy ve cenaze törenleri için “haftalarca, hattâ aylarca” işten kalmaktadırlar. Bazıları, “evinde azığı, öküzü ve sağılacak sığırı olmadığı hâlde toy ve nevruz-ı kâfirî törenlerinde köpkeri39 oynamak için birkaç yüz som’a at satın almakta ve ona bir Hintli gibi âdeta tapınmakta”, her gün onun için masraf etmektedir. Bu duruma üzülen Behbûdî Efendi, yazısının sonunda okuyucularına nasihat ederken şunları söyler: “Din için, mescit ve mektep için akçe, servet, devlet gerektir. Toy ve taziyeye sarf edilen akçelerimizi biz Turanîler, ilim ve din yoluna sarf edecek olursak, en kısa zamanda Avrupalılar gibi terakkî ederiz, kendimiz gibi dinimiz de itibar görür, revaç bulur. Hayır, bugünkü hâlimize devam edecek olursak, din ve dünyada zillet ve meskenetten başka nasibimiz yoktur. Ey gören göz sahipleri, ibret alın!”

      Behbûdî Efendi, görebildiğimiz yazılarının çoğunda eğitim meselesinden söz etmektedir. Muhterem Yaşlarga Mürâcaat (Ayna, 1914, nu. 41, s. 970-972)40 adlı yazısında, Türkistanlı gençleri, millî ihtiyaçlardan doğan bütün müşkül işlerde tek “merci” ve “ümit edilmeye müstehak” saymakta ve eğitim meselesine sahip çıkmalarını isteyerek muallim olmaya davet etmektedir. Çünkü Türkistan’da bu hizmeti verebilecek olanların sayısı son derecede azdır. Cedit mekteplerine gösterilen ilgi ise her gün artmaktadır. Muallim bulunduğu takdirde Türkistan’da her yıl yüzlerce yeni mektep açmak mümkün olabilecektir. Mektepler, açıkça görülmektedir ki, ilerlemenin başlangıcı, medeniyet ve saadetin eşiğidir. İlk mekteplerini zamanın şartlarına göre ıslah edip çoğaltamayan hiçbir millet, medeniyetten faydalanamaz. Çağdaş medeniyetten mahrum kalarak eğitimde reformu gerçekleştiremeyen bir millet, dünyada rahat ve huzur göremez, hayat kavgası verilen meydanda mutlaka mağlûp olur, ayaklar altında ezilir, dinî ve iktisadî işlerinde başkalarının esiri olur, milliyetini de diyanetini de kaybeder.

      Tahsil Ayı (Semerkand, 1913, nu. 11)41 adlı yazıda, Türkistan şehirlerinin Ruslarla meskûn semtlerinde sabah saatlerinde iki sınıf halkın görüldüğüne dikkat çekilir. Bunlar, bembeyaz elbiseler içinde istikbâl için okullarına giden Rus, Ermeni ve Yahudi öğrencilerle kirli ve yırtık paçavralar içinde, yalınayak bir hâlde sırtlarında ağır yükler, ellerinde kazmalar, kürekler… hammallık ve amelelik edebilmek için kapı kapı dolaşan Türkistanlı gençlerdir. Yazıda, bu acıklı durumdan kurtulmak için çağdaş ilim ve mesleklere sahip olmaktan başka çare bulunmadığı ifade edilmektedir.

      Ehtiyâc-ı Millet (Semerkand, 1913, nu. 26)42 adlı yazıda, başka milletlerin ayakları altında ezilmemek için Türkistan’daki mektep ve medreselerin, ticaretin ve her şeyin, zamanın şartlarına göre ıslah edilmesi zaruretinden söz edilmektedir.

      Okuvçılarge Yardem Kerek (Ayna, 1914, nu. 31)43 adlı yazıda, başkalarının ekonomik ve kültürel emperyalizminden korunabilmek için çağdaş ilimlere sahip “Müslüman doktor, Müslüman mühendis, Müslüman hukukçu, ticarethanelerde Müslüman müdür, devlet dairelerinde Müslüman memur ve Müslüman bankacıların yetiştirilmesi” lüzumundan söz edilmektedir. Buna göre, Müslümanların dinî ilimlerle birlikte tıp ve siyaset ilimlerini de öğrenmeleri gerekmektedir. Zira meslek ilimlerini öğrenmek de dinî ilimler gibi farzdır. Bunun için “akçe” sahibi olanların, çocuklarını hiç tereddüt etmeden devlet mekteplerinde okutmaları, “cemiyet-i hayriyeler” kurarak topladıkları para ile zeki çocukların okuyabilmesi için yardım etmeleri lâzımdır. Şartların gerektirdiği insanları yetiştirmek için devlet mekteplerine, mekteplerin ıslahı için Orenburg, Kazan, Kırım, Kafkasya ve İstanbul mekteplerine, medreselerin ıslahı için Mekke, Medine ve Mısır’a öğrenciler göndermek gerekmektedir. Gençlerin himmet ve gayret, zenginlerin de şefkat ve merhamet göstermeleri icap etmektedir.

      İbtidâiy Mekteblerniŋ Tertibsizligi yahud Terakkiyniŋ Yolı (Ayna, 1914, nu. 38)44 adlı yazıda, Buhara, Semerkand, Taşkent ve bütün Türkistan’daki ilköğrenim seviyesinde eğitim veren eski mekteplerin tertipsizliği söz konusu edilmektedir. Bu mekteplerde okuyan çocuklar, okuma-yazmanın dışında hemen hiçbir şey öğrenememektedirler. Bu durumdaki bir milletin elbette “hâli perişan, mazisi berbat, istikbâli karanlık ve ümitsiz” olacaktır. Bu sebeple eski mektep ve medreselerin mutlaka ıslah edilmesi gerekmektedir.

      Bizge Islah Kerek (Necat, 1917, nu. 18)45 adlı yazıda, “Ah, zalim hükûmet ve misyonerler bize neler ettiler!?” denilerek çar hükûmetlerinin, idareci ve