Çiçek’ten başkası değildir. Günümüzde Kazakistan’da bir kurganda baş bölgesinde 800 adet inci ile bulunan kadın bedeni Şerbanu Beysenova’ya ilham kaynağı olmuştur. Şerbanu Beysenova, Kazakistan’daki arkeolojik kazılardan hareketle Oğuz kızı Banu Çiçek ve Kıpçak delikanlısı Kan Töre arasında bir aşk kurgulamış ve bu aşkı sürükleyici bir öyküye dönüştürmüştür.
Şerbanu Beysenova kaleminden çıkan Süzge Hanım ve Bozok Güzeli öykülerini Türk okuyucunun beğenerek okuyacağını umuyorum.
Değerli yazar Şerbanu Beysenova’yı iki güzel hikâyesinin Türkiye Türkçesinde yayımlanmasından dolayı kutluyorum. Kendisine esenlikler içinde ve yepyeni güzel eserler kaleme alacağı uzun bir ömür diliyorum.
Her zaman olduğu gibi bu eserlerin yayımlanması da pek çok kişinin desteği ve yardımıyla oldu. Bu vesileyle Süzge Hanım ve Bozok Güzeli çevirimi yayımlayarak beni onurlandıran Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Sayın Abzal Saparbekulı’na, Bengü Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Dr. Yakup Ömeroğlu’na sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Bu eserlerle tanışmama vesile olan, çevirmem konusunda beni destekleyen, çeviriyi yayına hazırlayan, Kazak edebiyatı ile ilgili çalışmalarımda desteğini hiçbir zaman eksik etmeyen yazar Malik Otarbayev’e ayrıca teşekkür ederim. Çeviride zorlandığım noktalarda yardımlarını esirgemeyen değerli arkadaşlarım Erkin Kalidolda ve Ercan Argınbay’a da sonsuz teşekkürler.
Son olarak daima sırtımı yasladığım dağ olan kıymetli aileme, sevgi ve ilgileriyle beni destekleyerek yeni eserler üretmeme vesile olan anneme, babama ve kardeşlerime sonsuz sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.
Türk-Kazak dostluğu ebedî olsun!
Kahraman Türk kızlarına…
SÜZGE HANIM
SÜZGE HANIM
Altın Hazinede Bulunan Asil Güzel
Süzge Hanım kimdir? Onun adı tarihin derin sayfalarından bugüne kadar nasıl, ne sebeple ulaşmıştır? O, halkının istiklali uğruna kendini feda eden asil bir güzeldir. Süzge Hanım hakkında söze başlamadan önce Tanrı’nın ona yazdığı eşi Küçüm Han’dan kısaca bahsetmek istiyoruz. Böyle dememizin bir sebebi var. Süzge’yi dönemin anlayışına ters, Müslümanlığa yakışıksız davranışa mecbur eden durum, Küçüm’ün Rus sömürgecilerine yenilmesinden kaynaklanmıştı. Bu yüzden de biraz tarihin derinliklerine doğru gitmeyi uygun gördük.
16. yüzyılda Altın Orda devleti dağıldıktan sonra Sibirya’nın güneyi ve şimdiki Kazakistan sınırlarının kuzey bölgelerinin topraklarını içine alarak Esil, Ertis, Tobıl nehirlerinin arasına özgürce yerleşip, kulacını geniş açan Sibir Hanlığı’nın kurulduğu bilinmektedir. Onu Cuci’nin beşinci oğlu Şeyban’ın nesli, heybeti uzaklara ulaşan Küçüm Han yönetmiştir. Sibir Hanlığının içine Kazakların Argın, Kıpçak, Nayman, Kerey, Jalayır, Tabın boylarıyla birlikte az sayıda Başkurt boyları ve yerel halk olan Hantılar ile Mansılar dâhil olmuştur. Sibir Hanlığının merkezi, bugünkü Tobıl şehrine yakın Tobıl nehrinin Ertis’e döküldüğü ağza yerleşen İsker adlı şehirdir. İsker, eski (eski yurt) yer demek olsa gerekir. Bu şehrin eski yerleşiminin bir kısmının hâlâ korunduğunu söylerler. Diğer kısmı sert dalgalı Ertis suyunun altında kalıp yok olmuşa benziyor. Şehrin korunmuş tarafındaki eski taş duvarların sağlamlığından, eski yurdu çevreleyerek derince kazılan hendekler ile kurulan kalelerden Sibir Hanlığının kendi döneminde güçlü bir devlet olduğunu anlıyoruz. Hanlığın İsker şehrinin ise bütün Sibirya’nın kültür ve ticaret merkezi sayıldığı kesindir.
Küçüm Hanlığının yerleştiği eski İbir-Sibir toprakları daima komşuların kem gözleri ile art niyetlerine maruz kalmıştır. Çünkü bu toprakların zengin yer altı kaynakları, sürü sürü yırtıcı hayvanları ile kuşları, av hayvanlarının kıymetli derileri düşmanların iştahını kabartmıştır. Özellikle Küçüm Han’ın sayısız zenginliği Rus ülkesinin, Orta Asya’nın, Çin’in ve Yakın Doğu’nun keskin gözlü hükümdarlarının gündüz akıllarından, gece düşlerinden çıkmaz olmuştur. Küçüm devleti o zamanki çok zengin ülkelerden biri sayılmıştır. Sadece Sibirya’da yaşayan samur, sincap, vaşak, sansar, rakun gibi hayvanların güzel kürkleri için Buhara, Hive, Fars, Çin, Türk, Rus, Kırım, Kafkas ülkelerinden tüccarlar kervanı durmadan gelip gidermiş.
“Tilkinin kızıllığı kendi başına beladır.” denildiği gibi, Sibir Hanlığının bu sayısız zenginliğinden dolayı ona göz dikenler her taraftan saldırmak için teyakkuzda beklemişlerdir. Fakat Sibir Hanlığına en yakın devlet Rus Çarlığı’dır. Bu iki devleti sadece Ural dağı bölüyordu. 16. yüzyılın sonunda eskiden kendisini Moskova Knezliği olarak adlandıran Rus ülkesi güçlendi. Artık onlar kendilerini Rusya olarak ilan ettiler. Ardından etraflarındaki küçük devletleri istila ederek topraklarını artırmaya ve sınırlarını genişletmeye başladılar. O zamanki Rus ülkesinin Çarı IV. İvan, yani Korkunç İvan Sibirya’yı istila etmenin korkunç planlarını yaptı. Sibirya’yı istila etme işini Ural’daki en etkin girişimci ve tüccar Strogonovlar ailesine verdi. Kurnaz Çar bu işi boşuna Strogonovlar ailesine vermemiştir. Ural’ın doğal zenginliklerini işletip iş kuran bu aile silah üretimi ile uğraşıyordu. Hem de bu ailenin kendi planları arasında da Sibirya’nın zengin doğal kaynaklarına sahip olmak gibi bir art niyetleri vardı. Bu sebeple onlar Çar’ın fermanını sevinçle karşıladılar. Hemen, Sibir Hanlığını istila etme planlarını yapmaya başladılar.
O vakitlerde İdil boyundaki halkı yağmalayıp ahaliye huzur vermeyen, geçen kervanlara saldırıp, kan kusturan Ataman Yermak’ın öncülük ettiği yağmacıları Strogonov kendisi davet etti. Yerlerinde duramayan, kime saldıracaklarını bilemeyip o yana bu yana koşturan Rus Kazaklarına yol gösterip onlara öneride bulundu.
“Şu Ural dağını aşıp geçerseniz öbür tarafta İbir-Sibir denilen engin topraklar var. Oranın Küçüm adlı bir hanı var. Zenginliğinin haddi hesabı yok. Onu yıkarsanız toprakları da zenginliği de sizindir. Onun hanlığını yıkıp zenginliğini paylaşınız.” diyerek kendi halinde yaşamakta olan halka sardırmayı öğütler. “Gerekli silah, mühimmat, erzak o ülkenin sınırlarına ulaşana kadar benden, gerisini de zaten orada bulursunuz.” deyip onları heveslendirir. Zaten Rus Kazaklarının halka saldırmaktan başka bir amacı yoktur. Ellerini ovuşturup bu öneriyi hemen kabul ederler. Strogonov onlara lazım olan silah, mühimmat, erzakı verip onları Sibirya’ya gönderdi.
Böylece, 1 Eylül 1582 yılında Ataman Yermak’ın önderlik ettiği 840 kişilik istila birliği kırk gemiye binip Ural, Sibirya nehirleri boyunca, Küçüm Hanlığına yol aldı. Onlar su yoluyla iki ay kadar yolculuk edip ekim ayının sonunda İsker şehrinin yakınına ulaştılar. Huzur içinde uykudaki halka aniden saldırdılar.
Ansızın saldırıya uğrayan halkı korumaya çalışan hakiki kahramanların üç gün, üç gece süren kahramanca mücadelesine rağmen Küçüm Han’ın ordusu yenilgiye uğradı. Han az sayıda kişiyle şehri bırakıp gitmeye mecbur kaldı. Çünkü Rus Kazaklarının ateşli silahlarına, toplarına karşı yalın kılıçla, yay ile karşı durmak mümkün değildi. Küçüm Han güneye, Arka’ya doğru geri çekilirim, kuvvet toplayıp gelir, Rus Kazaklarıyla tekrar savaşırım düşüncesiyle şehri bırakıp gitmişti. Bu düşünceyle Hanlığın bütün değerli hazinesini, altın ve gümüşünü saklamış, gömüp gitmiş diye anlatılan efsaneler o zaman ortaya çıkmış olmalı. Küçüm’ün yurdunda gömülü kalan zenginliği olabilir diye yürütülen