Beysenova Şerbanu

Süzge Hanım Bozok Güzeli


Скачать книгу

Si-bir Hanlığını tekrar eski haline döndürmek için geri çekilerek Rus Kazaklarıyla mücadeleye devam etti. Uzun yıllar onlarla savaştı. Ordusu da zamanla zayıfladı. 1585 yılında Ertis’in bir kolunun kıyısında olan savaşta Yermak öldükten sonra Küçüm’ün Sibir Hanlığını tekrar kurma ümidi canlandı. Fakat Sibirya’ya bu sefer Rus Kazakları değil, Rus askeri birlikleri çokça gelmeye başladı. Onlar gelir gelmez Tümen, Tobıl, Tara şehirlerini inşa edip müstahkem kaleler kurmaya başladılar. Sibirya toprakları, Ertis ve Oba Derya nehirlerinin arası böylece Rus müstahkem mevkilerine dönüştü. Sibir Hanlığı tamamen ortadan kalktı.

      Rus Çarlığı, Küçüm Han’a defalarca kez kendi isteğiyle teslim olmayı teklif etti. Onun canını bağışlayacaklarını, hatta Çar birliği içinde görev vereceklerini, isterse Moskova, Kazan, Sibirya şehirlerinden birinde kalacak yer tahsis edeceklerini vadettiler. Küçüm bu teklifleri kabul etmeyerek daima geri çevirdi. Sebatlı Han sömürgeciliğe baş eğmek istemedi. Kahraman cengâverlerinden, iktidarından, topraklarından ayrılsa da Küçüm Han mücadeleyi asla bırakmadı. Rus birliklerinin kurduğu kalelere az sayıda kuvvetle olsa da beklenmedik saldırılar düzenleyip büyük zararlar vermeye devam etti. Fakat onun Sibir Hanlığını tekrar kurma ümidi gün geçtikçe azaldı. Çünkü güç eşit değildi. Rus birliklerinin arkasında büyük Rus devleti, Rus Çarlığı vardı. Küçüm’ün ise savaşçılarının sayısını güçlü askerlerle desteklemesi mümkün olmadı. Hem de hayatının son yıllarında yaşı ilerlediğinde iki gözü görmediği için büyük sıkıntı yaşadı. O zaman bile kadere boyun eğmedi. Ruslara tutsak olmaya, vücudunda dolaşan Cengiz Han soyunun gururlu kanı müsaade etmedi. Bu kan ona diz çöktürmedi. O korkaklıkla kendi iradesiyle Rus Çarlığının idaresi altına gireceğine savaş alanında kahramanca ölmeyi yeğledi.

      1598 yılının ağustos ayında Oba Derya’nın kıyısında şimdiki Novosibirsk şehrinin yakınında olan son savaşta yenildi. Askerleri tamamen kırılıp, ailesi, hanlık halkının hepsi tutsak oldu. Kendisi üç oğlu ile birlikte kuşatmadan kurtulmayı başardı. Rus Çarlığının vekilleri onu yine kendi taraflarına geçmesi için ikna etmeye çalıştılar. Çarlık onun tutsak olan çocuklarına “Baba, Ruslara teslim ol, bizim durumumuz kötü değil. Seni de affederler.” şeklinde mektup göndertti. Çünkü Küçüm sağ oldukça kendilerine devamlı saldıracağını, rahat vermeyeceğini anlamışlardı. Fakat Küçüm Han boyun eğmedi.

      Bir efsane var. Bu Oba Derya kıyısında olan savaşın ardından ağustos ve eylül aylarının ölüarasında1 zifiri karanlık bir gecede gecenin içinde kaybolan Küçüm’ü, kimse bir daha görmemiş. Ormana girip yok oldu mu, yoksa dalgalarıyla kıyıyı döven nehre mi düştü, bu konuda hiçbir bilgi yok. Sadece o günden sonra Sibirya’da geceleri uluyan, insanları takip edip rahat bırakmayan bir bozkurt ortaya çıkmış. O kurt ulumaya başladığında öyle kuvvetli bir sesi varmış ki bu sesi işitenlerin tüyleri ürperiyormuş. Kış günlerinde kar fırtınasıyla beraber var gücüyle uluyormuş. Milletin kapısına dayanıp huzur vermiyormuş. Görmüş geçirmiş ihtiyarlar “Bu Küçüm’ün ruhudur! Rahmetli bozkurda dönüşmüş işte! O zaten buna layıktı, Ruslarla aslan gibi mücadele etmişti.” demişler. Millet yalnız başına dışarı çıkamaz olmuş.

      Başka bir bilgiye göre, Küçüm Han az sayıdaki askeriyle geri çekilip Arka’ya, Korgaljın gölünün yakınında yaşayan halka sığınmış. Fakat Çar’ın askerî birliklerinin zulmünden korkan beyler kendilerine sığınmak isteyen, iyice yaşlanmış ve hasta olarak gelen hana ihanet ederek onu öldürtmüşler. Böylece, İbir-Sibir bozkırının son hanı, Küçüm’ün Rus sömürgecilerine karşı on beş, yirmi yıl süren mücadelesi çok acı bir şekilde son bulmuş. O, düşmanının elinden değil, kendi kandaşlarının ihanetiyle öldürülmüş diye anlatılır bu efsanede. Gerçeği sadece Tanrı bilir.

      Onun ruhunun Sibirya ormanlarında dolaşması gibi, adı da unutulmamıştır. Gidip görüp gelen kişilerin söylediklerine göre, Barnavıl şehrinin yakınında Küçüm denilen küçük bir nehir varmış. Yerel halk ona Küçüm pınarı dermiş. Belki, son yıllarını burada geçirmiştir. Altın hazine olan halk zihni Küçüm Han’a bu şekilde hürmet göstermiştir.

      Sibir Hanlığının tarihi henüz bütün yönleriyle araştırılmadı. Bugünkü nesiller için, Hanlığın bilinmeyen pek çok sırrı var. Hanlığın kuruluş, gelişme, yükselme devirleriyle ilgili de sözlü kültürde yaşayan çok sayıda efsane ve anlatılar bulunuyor. Bunların çoğunun temelinde bir tarihî gerçeğin olduğu da doğrudur.

      Küçüm Han’ın Müslümanlığa çok önem verdiğini söylerler. Sibirya’daki küçük toplulukları Hanlığa dâhil ettiği zaman oralara camiler yaptırmış. Buhara, Hive, Semerkant’tan imamlar, mollalar getirtip yerel halka İslamiyet’i kabul ettirmiş. İmanın şartlarının yerine getirilmesine önem verdiğini söylerler. Hanlık halkının tek bir dinde, İslam dininde birleşmesi için çabalamıştır. Kendi çocuklarının da medreselerde okumasını, din yolunda bilgili âlimler, takva sahibi insanlar olmasını çok arzu etmiştir.

      Küçüm Hanla ilgili efsanelerin bir kısmı Süzge Hanım etrafında gelişmiştir.

      Kendi dönemindeki geleneğe uygun olarak Küçüm Han da çok hanımla evlenmiştir. Bu sebeple onun çok sayıda çocuğu ve torunları vardır. Bunu Rus tarihçiler de kaydetmiştir. On yedi oğlu, ona yakın kızı, birçok torunu olduğu kesindir. Eşlerinin arasında Kazaktan başka, Tatar, Nogay, Özbek, Kalmak, Başkurt, Hantı kızları da varmış. Onların arasında yalnızca ilk eşi Kazak kızı olan Gülzipa’nın adı günümüzde biliniyor. O, erken vefat etmiş ve İsker’deki eski mezarlığa defnedilmiş. Mezar taşı yakın zamanlara kadar korunmuş. Başka eşleri ile ilgili bilgi yok denilecek kadar azdır. Sadece Süzge Hanım ile ilgili edebî destan sözlü gelenekte günümüze kadar korunmuştur. Halk arasında “Süzge bizim büyük annemizdi.” diyen kişilerle günümüzde de karşılaşıyoruz. Bu durum efsanenin sadece edebî bir gerçeklik değil, aynı zamanda tarihî hakikate dayandığını gösteriyor olmalı.

      Bize ulaşan efsane ve anlatılara göre, hiddetli hana sevgili ve güzel genç eşi Süzge hanımın sözü geçermiş. Onun, hanın karşısında kendisini böyle rahat hissetmesinin nedeni yalnızca Tanrı’nın verdiği eşsiz güzelliği, şair diliyle söyleyecek olursak, tan öncesindeki şafak ışığı gibi nurlu yüzü, dupduru güzelliği değildir. Onun sırtını yasladığı akrabaları, çıktığı sülale de hatırı sayılır bir sülale olmalı. O, Esil bozkırındaki Kazak sultanlarından birinin kızıymış. Küçüm Han’a aklıyla da güzelliğiyle de sevimli olan genç hanım büyük saraydan ayrı yaşamak için handan izin almış. Böylece, bugünkü Tobıl şehrinden beş altı kilometre uzaklıktaki Ertis nehrinin kıvrıldığı bölgede yüksek bir tepenin başına kendisi için saray yaptırmış. İlk başta küçük kale olarak inşa edilse de büyüyerek kalesi küçük bir şehre dönüşmüş. Bu eski şehrin yeri hâlâ korunmuştur. Onu yerel halk halen Süzge Tura diye adlandırmaktadırlar. Tura kelimesi, eski anlamıyla kent, şehir demektir. Oralarda zamanında Süzge’nin şehri kurulmuştur. Şehir nehrin kıvrıldığı yere yakın yerleştiği için iki tarafından da yüksek uçurumu olan Ertis’e sınırdır. Diğer iki tarafından derin hendek kazılıp etrafı hendekle çevrilmiştir. Kale böylece her tarafından çevrilip kulelerine bekçiler konulmuştur. Efsanelerde şehrin merkezindeki hanımın kalesinin cennetten farkı yoktu denilmektedir. Genç ve güzel hanım halkın gözünden ırakta bu şekilde yanındaki hizmetkârlarıyla yaşamaya başlamış. Her haftanın cuma günü Cuma namazından sonra Küçüm Han Süzge’nin gönlünü hoş edecek hediyelerle kaleye uğrarmış. Bize ulaşan efsane han ile genç hanımın huzurlu hayatı ile ilgili değil. Sibir Hanlığı düştüğü zaman Süzge