Beysenova Şerbanu

Marguva


Скачать книгу

geride kalan ailesine ve onların bu damga ile hayatta kalma mücadelesine adanmıştı.

      Eserlerinde özellikle kadın konusuna odaklanan değerli yazar Şerbanu Beysenova romanın konusunu gerçek hayattan almıştı. Yazar, Stalin devrinde tutuklanan akademisyen Muhamedcan Karatayev’in ve onun geride bıraktığı eşi Marhuma’nın hayat hikâyesinden esinlenmiş ve bu güzel romanı yazmıştı. Romanda başarılı bir akademisyen olma yolunda ilerlemekteyken Stalin devrinde “halk düşmanı” olarak tutuklanan Mukan Kaptagayev’in Sibirya’da sürgüne gönderilmesi ve “halk düşmanının ailesi” damgasıyla geride kalan eşi Marguva’nın çocuklarıyla birlikte hayatta kalma mücadelesi anlatılıyordu. Marguva’nın ve çocuklarının hayatta kalma mücadelesini okuduğumda, o dönemde Sovyet sisteminin Sovyet iktidarını korumak bahanesiyle yalnızca “halk düşmanları”na savaş açmadığını, kendi halkına, kadınlarına, çocuklarına, bizzat insanlık değerlerine savaş açtığını gördüm.

      Marguva’nın hayatta kalma mücadelesi, bütün zorluklara göğüs gerişi, her türlü çileye rağmen dimdik ayakta duruşu ona karşı bende hayranlık uyandırdı. Her türlü olumsuzluğa rağmen hem kocasını yaşatmak hem çocuklarını iyi birer evlat olarak yetiştirmek için mücadele veriyordu. O, “halk düşmanının hanımı” damgasıyla bütün hayatı alt üst olmasına rağmen ailesinin dağılmasına asla izin vermedi. Kocasının yokluğunda aile reisliğini üstlenip dimdik ayakta durarak yuvasını anaç bir kuş misali korudu.

      Bundan önce çevirdiğim Ulpan ve Benim Adım Koca romanlarında olduğu gibi yine romanın kahramanı Marguva’ya olan duygusal bağlılığım nedeniyle eseri çevirme işine giriştim. Stalin döneminin zulmünü, Sovyet yönetiminin zorbalığını gerçek hayattan esinlenerek kaleme alınan Marguva romanı aracılığıyla Türk okuyucu da okusun, bilsin istedim. Daha önce Ulpan’ı ve Benim Adım Koca’yı severek okuyan Türk okuyucunun Marguva’yı da beğeneceğini umuyorum.

      Değerli yazar Şerbanu Beysenova’yı bu güzel eserinin Türkiye Türkçesinde yayımlanmasından dolayı kutluyorum. Kendisine esenlikler içinde ve yepyeni güzel eserler kaleme alacağı uzun bir ömür diliyorum.

      Her zaman olduğu gibi Marguva’da yine pek çok kişinin desteği ve yardımıyla yayımlandı. Bu vesileyle Marguva çevirimi yayımlayarak beni onurlandıran Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Sayın Abzal Saparbekulı’na, Bengü Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Yakup Ömeroğlu’na sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Bu eserle tanışmama vesile olan, çevirmem konusunda beni destekleyen, çeviriyi yayına hazırlayan, Kazak edebiyatı ile ilgili çalışmalarımda desteğini hiçbir zaman eksik etmeyen yazar Sayın Malik Otarbayev’e ayrıca teşekkür ederim. Marguva çevirimin kapak resmini ve iç kapak resmini çizen değerli ressam dostlarım Janibek Nurbekulı’na ve Bey-bit Asemkul’a sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Hiç şüphe yok ki eserleri çevirime anlam kattı.

      Son olarak daima sırtımı yasladığım dağ olan kıymetli aileme, sevgi ve ilgileriyle beni destekleyerek yeni eserler üretmeme vesile olan anneme, babama ve kardeşlerime sonsuz sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

      Türk-Kazak dostluğu ebedî olsun!

16 Aralık 2018-Ankara

      MARGUVA

      Marhuma 1

      “… Marhuma diyerek bu gün övünüyorum,

      Bu övünç ömür boyu sürecek.

      ‘Canım kurban’ dememenin imkânı yok,

      Kazak’ın haysiyetli iyi insanlarına!

      Taşımış ateş kaygısını sarı bozkırın,

      Saklamış kötülüklerden dilek şarkısını.

      Aşkın ak tuğunu yere düşürmeyen,

      Kazak’ımın kızına kurban olayım!”

Abdilda Tajibayev

      “Uyan, Marguva, uyan!”

      Yumuşacık okşayan bir ses uzaklardan gelerek ona ulaşıyormuş gibi…

      “Uyan, uyan!”

      Marguva bu esnada gerçek ile düşün, belki de, bilinmeyen iki dünyanın sınırında yığın yığın bulutlar ile sis birbirine karışmışçasına dumanlı bir dünyada yatıyormuş gibiydi. Bedenine bir hafiflik, bir belirsizlik hükmediyormuşçasına kendini kuşlar gibi özgür ve huzurlu hissediyordu. Tıpkı kanatlı bir kuşmuşçasına birden havalanıp uçacak gibiydi. Kalça kemiğine taş batmış gibi gece boyunca bir o yana bir bu yana döndüğü için o, şu anda döşeğini hissetmiyordu. Göğüs kısmının ağrıyarak devamlı sızlaması da geçmiş gibiydi, kendisi tamamen iyileşmişe benziyordu. İyileşme sürecindeki bir hastanın ağır basan uyku hali içerisindeydi. Bütün gece gözleri kapanmayan o, böyle derin bir uykuya nasıl olmuştu da yatmıştı. Uyuyuverse ah! Uyuyuverse… Uykunun ağır bastığı bu puslu dünyadan aşağıya doğru kayıp gidiyor, kayıp gidiyor… Önü taştan karanlık bir mağara… Zuv-uv, zuv-uv-uv…

      “Uyan, uyan deyince uyan, uyan!” diyerek deminki yumuşacık ses yine tekrarlandı. Marguva kendini kapkaranlık bir uçurumdan çıkıp yeniden uçup geliyormuş gibi hissetti. Aydınlık, aydınlık, işte, ışık göründü ah! Dipsiz bir uçurumdan güçlükle çıkıyormuş gibiydi.

      Son zamanlarda onun hastalığı artmışa benziyordu. Bunu kendisi de fark ediyordu. Öyle olmasına rağmen tamamen yatağa düşmüş de değildi. Hiç kimseye yük olmadan, kendi ihtiyaçlarını kendisinin karşılayabilmesine şükrediyordu. Böyle olsa da dermanının günden güne azalıp delik bir kovadan dökülen kum gibi akıp gitmekte olduğu açık idi. “Evet, her şeye kadir olan Tanrım, bana da kulum diyorsan eğer, hiç kimseye rezil rüsva etmeden, elim ayağım tutarken ele eteğe düşürmeden canımı al. Dert azabını çektirme. Yatağa düşürüp etlerimi çürütmeden ak ölüme atlanmayı nasip et.” diyerek yatıp kalkıp yalvarıyordu.

      Marguva’nın az yaşadım diye kahırlanacak bir durumu yoktu. Bahtlı zamanları çok az yaşadım derse o da şükürsüzlük olurdu. Alnına yazılanlara boyun eğerek “geçmişe salavat” diyordu. Tanrı’nın nasip ettiği iyi ve kötü her şey için kanaat ediyordu. O acıyı, tatlıyı, tuzluyu, lezzetliyi, velhasılkelam hayattaki her tadı da tatmıştı. Hepsi de Allah’ın işiydi. Sadece iyilikleri ver, kötülükleri bana gösterme diye nasıl diyebilir ki… O, daima sonucun hayırlı olmasını diledi. Dileği ak olduktan sonra, Tanrı’nın merhamet gösterdiğini nice defa kendi gözleriyle görmüştü.

      Sadece son zamanlarda gönlünde bir yerlerde pişmanlığa, acıya benzer anlayamadığı değişik bir his peyda olmuştu. Bu his yüreğinin en derinini zaman zaman sızlatıp duruyordu. Bu sebeple huzursuz oluyordu. Böyle ne olduğu belirsiz bir ağrının düğüm düğüm olarak göğsüne gelip sıkıştırması onu zorluyordu. Bazen de sızlayıp sızlayıp sonra dağılıyordu. Şimdi de uzun süre devam ederek ona çok acı çektirmeye başlamıştı. Acı çekiyordu ah, acı çekiyordu yüreği. Onu bu kadar kederlendiren, göğsünü sızlatarak sancıtan ne olmuştu? Bunu düşünerek kendi kendine dertlendi. Sırlarını açacağı, dertlerini paylaşacağı bir yaşıtı da kalmamış gibiydi. Kime gidip derdini dökecekti? Bu yüzden dermanı kuruyup destek bulamadığı için yorgun düşmüş gibiydi. Bu yaşına kadarki geçmişte gördüğü az sayıdaki güzel günlerini gönül süzgecinden geçirerek her bir şeyi hatırlayıp huzurla gülümsüyordu. Torunlarının çıkardığı oyunlarla azıcık da olsa kendini oyalıyordu. Fakat bu göğsündeki düğümün çözüleceği yoktu. Hatta daha da artıyor muydu ne? İhtiyarlık çağında