Beysenova Şerbanu

Marguva


Скачать книгу

düşüncelerinde bu güce ne kadar çok direnip ondan kurtulmaya çalışsa da kımıldayacak bile dermanı yoktu. Parmağını dahi kımıldatamıyordu. Parmağı bir yana, kirpiklerinin her biri sanki kalıba dökülmüş demir gibi ağırlaşmıştı. Kaldırmak ne mümkündü. Nefesi kesiliyordu. Dipsiz derin karanlığa hızla kayıyordu, düşüyordu. Bu durum bitecek gibi görünmüyordu.

      O, daha önceleri de sık sık böyle kâbuslar görürdü. Fakat çabucak uyanırdı. Bu defa uyanamıyordu, hızla düşüyordu.

      “Uyan, kızım uyan!”

      Ses daha sert çıkıyor gibiydi.

      Gerçek ile düşün, belki de bilinmeyen iki dünya arasındaki arafta yatan Marguva deminki sesi açık, tam karşısında tekrar işitiyordu. Yumuşak bir avuç yüzünü bilinir bilinmez bir şekilde okşayıp geçmişti sanki. Deminki belli belirsiz dokunuştan kendisini çevreleyen kafesin sayısız ipi lime lime koparak bedeni kurtulup eli kolu hareket etmeye başlayıp gözünü zar zor açtı. Gözünü açtığında ışımaya başlayan puslu bir dünyanın içinde yüzüyor gibiydi. Gri duman gibi sisli perde arasından döşeğinin baş tarafında duran nur yüzünden merhameti dökülen ak sakallı ihtiyarın silueti gözüne ilişti. Bulanık bir şekilde belli belirsiz hayal ile gerçek arasında ışıyordu. “Uyan, kızım, uyan!” İnsan mıydı, yoksa hayal mi? Marguva bunu ayırt edecek halde değildi. Ancak yüzü tanıdık gibiydi. Bu hayali yok etmek istemeyerek gözünü hızlıca kapatıverdi. Yüzü bu kadar merhametli, bu kadar içten ve şefkatle bakan kimdi acaba? Bir hatırlayabilse… Onu ne zaman, nerede görmüştü? Galiba bir yerde görmüş gibiydi. Hey Allahım! Nerede görmüştü? Nerede?

      Nerede… Söylemek mümkün mü? Doksan yaşındaki ihtiyar kadını kim “Kızım” diyerek sever ki? İşte hatırlamaya başladı. Düşünde, evet, düşünde görmüştü… Marguva tekrar uykuya daldı.

      “Uyan, Marguva, uyan! Gönlündeki şüpheden kurtulmak istiyorsan uyan!”

      Marguva’nın yaşlı düşüncesine şimşek gibi çakıp bir şey parlayarak geçip gitmiş gibiydi. Bu parlamayla birlikte vücudu elektrik çarpmışçasına etkilenip tir tir titremeye başlamıştı. Onun bedenine şimdi anlaşılamayan bir korku hâkim olmuştu. Döşeğinin etrafında birileri hareket ediyor gibiydi.

      Uykusundan uyandığı aşikârdı. O, korku içinde bir süre hareketsiz yattı. Gözünü tekrar açtığında deminki puslu dünya dağılmış, odanın duvarları aydınlanmış, duvara asılan suretlerin silueti netleşip tan yeri süslenmeye başlamıştı. Ak sakalı beline kadar uzanan ihtiyarın hayali yok olmuştu. Marguva onu hafızasında saklamıştı, şimdi gerçekten tanıdı…

      Gerçek ile düş arasındaki azaptan hali kalmamış, yüreği ağzına gelmişçesine hızlı hızlı çarpıp, nefes almak isteyip alamayarak sadece iskeleti kalmış başını kaldırıp döşeğinde diz çöküp uzun süre oturdu. Gövdesinden çıkıp gidecekmişçesine atan kalbinin sesi kesilinceye kadar kendine gelemedi. Duasını okuyup gönlünü sakinleştirdikten sonra yavaş yavaş kendine gelmeye başladı.

      Demin yaydan fırlamış ok gibi beynini delip geçen neydi acaba? Ne olursa olsun, şimşeğin ateşi gibi gece karanlığını nasıl bir anda apaydınlık etmişti. Bu da onun ihtiyar düşüncelerini birdenbire silkindirip, harekete geçirmiş gibiydi. Nasırlaşmış düşüncelerinin en ince noktasına kadar parlak ışıkla aydınlanmış gibiydi. Geçmişte kalan her şeyi olması gerektiği yerlere yerleştirmişe benziyordu. İnsanın düşüncesi bu kadar geniş olur mu? O, kırk katının içine her şey sığabiliyormuş meğer diye düşündü. O güne kadar iyi kötü başından geçirdiklerini, görüp bildiklerini en ince ayrıntısına kadar hatırlamaya başlamıştı. Zihninde geçmiş ve bu gün birbirine karışıp karmakarışık olmuştu. Eski zamanlarda geçmiş günlerin unutulan izleri geri dönüp onu yeniden bulmuş gibiydi.

      Boz bulanık tan sırasında gerçek ile düşün arasında hayal gibi görünen ak sakallı ihtiyar bundan önce de düşüne girmişti ya işte. Bu düş ne zaman gördüğü bir düştü? Şimdi bunu düşünüyordu. Tanrım, o zamandan beri ömür nasıl geçmiş, deryaya ne sular akmış desenize… Hesapsız nice günleri geriye atmıştı bu zavallı. Gömleğinin önünden kopan bir düğme misali hafızasından nice zaman önce çıkıp giden düşündeki bu ihtiyarın apaçık dönüşü de ne demek oluyordu?

      Bu düşü neden görmüştü? Neyin işaretiydi? İnşallah hayra alamettir.

      1

      Yanlış hatırlamıyorsa Marguva’nın bir müşelden2 çıkıp buluğ çağına erdiği dönemdi. Halkın yaylaya yeni göçtüğü sıralardı. Güneşin içleri ısıttığı, büyük küçük demeden herkesin mutluluktan uçtuğu bahar günleriydi. Etraf yemyeşil çimenle kaplanmıştı. İnsan ayağı, hayvan toynağı değmeyen yerler çiçeğe durmuştu. Köyün genci yaşlısı keçe çadırını kurmuş, kısrakları bağlayıp kazanları kurarak neşe içindeydi. Kanı kaynayan genç Marguva’nın etrafına ilgisi bambaşkaydı. Mutluluğu sınır tanımıyordu. Dertsiz tasasız çağlarıydı elbette. Yaşıtlarıyla kıra çıkıp çiçek topluyordu. Geziyordu. Yaylanın tadını sonuna kadar çıkarıyordu.

      Bir gün düş gördü. Kırda her zamanki gibi kırmızı çiçekleri topluyordu. Bir çiçekten bir çiçeğe heveslenip uçup konan kelebek misali, yüreği coşkuyla atıp, koşturup duruyordu. Birdenbire önüne ak elbiseli, ak sakallı bir ihtiyar çıkıverdi. Koşturarak gelen bu kızı uzaktan görmüş, özellikle kız ona yaklaşana kadar ona sevgiyle bakmış ve en sonunda da şimdi onu karşılamış gibiydi. Kız onun karşısına geldiğinde sımsıcak bir ses tonuyla kıza seslendi.

      “Geldin mi kızım? Ben seni görmek için burada bekliyordum. Korkma, ben senin koruyucu iyenim. Senin baht yıldızın çok yüksek yavrucuğum. Çok yüksek, bunu iyi bil! Ona ulaşman da kolay olmayacak. Ama öyle olsa bile mutlaka ulaşacaksın. Bu uğurda hangi zorlukları görürsen gör iyilikten asla ümidini kesme. Allah sana sabır versin! Allah’ın yazdığına boyun eğ! Kiminle kara isen onunla ağarırsın…” dedi yumuşacık ve sımsıcak bir sesle. Onun alnına avuçlarını yaklaştırıp birazcık parmaklarının ucunu değdirerek belli belirsiz okşar gibiydi. Alnı bu yüzden ısınmaya başlamıştı.

      Uyandığında düş olduğunu anladı. Gerçekten de alnının ısınıp yanmaya başladığını hissetti. Vücuduna değişik bir güç gelmiş gibiydi. Bedenini muhteşem bir mutluluk kaplamıştı, huzur içinde uyandı. Baktığında tan yerinin çoktan ağardığını gördü. Tündikten3 içeri sızan güneşin altın alev gibi ışığı keregenin4 başını turuncu renge boyayıp türlü türlü serap beliriyordu. Pırıl pırıl gün ışığı döşeğine vuruyordu. Gün ışığına doğru avuçlarını açıp gün ışığının altında bir süre keyifle yattı. Aklına şu demin gördüğü düşü geldi, yerinden sıçrayıp anlatmak için annesine koştu.

      Onu sessizce dinleyen annesinin rengi değişmişti, bir kızarmış bir bozarmıştı. Annesinin bir süre ne yapacağını bilemeyip sessizce durakladığı dün gibi hâlâ Marguva’nın gözlerinin önündeydi.

      Bir süre sonra “Yavrucuğum, gördüğün düş bir şeye işaret ediyor gibi. Şimdilik hiç kimseye anlatma. Düşler ustura gibi keskindirler, kim nasıl yorarsa öyle çıkar derler. Bu düşünü saygıdeğer, ağzı dualı bir kimseye hayırlı bir şekilde yorumlatalım.” diyerek endişe etmeye başlamıştı annesi. Yaylaya sıra sıra konan avulları dolaşıp, molla arayıp, bir süre bu işle meşgul olmuştu. Merhametli ana yüreği işte! Ana yüreği evladında, evladın yüreği sokaktadır denilen