Oğulmaya Saparova

Hayma Ana


Скачать книгу

Oğlum Süleyman ile ağabeyimin oğlu Tanatar da bizden gider. Guycuk Mergen ile Örcen Böke de gitsin. Yanlarına Miriş’i alıp gitsinler; o, yolları iyi bilir.”

      Ak saçlı kocaların, genç alplerin konuşmaları dinlendi. Bundan sonraki gelişmeleri ve kararı Cüveyn’den gelecek olan haberlere bıraktılar. Konuşmaları Kaya Alp toparladı. Eşiğin başında oturan oğlu Süleyman’a baktı.

      – “Dinleyip anladın mı oğul! Yiğitleri topla, şafak söker sökmez yola çıkın. Sizden gelecek habere göre obaların ne yapacağı belli olacaktır. Yakup Ağa’ya da selamımı söyleyin. Bu görüşmemizi anlatın. Onu da dinleyelim, fikrini alalım. Onun bilgisi ve aldığı haberler bize göre daha çoktur. Hadi yola hazırlanın yiğitler..”

      Süleyman, babasının sözünü dikkatle dinledi. Tek başına oturduğu yerden kalktı. Birlikte gideceği yiğitlere haber verdi. At yatağına vardı. Karayel, sahibini tanıdı, kişnedi. Süleyman, atının boynunu, başını okşadı; otunu, yemini verdi. Kulağına usulca seslendi:

      “İlk defa uzak yolda yoldaş olacaksın, Karayel’im! Hani, yoldaş yolda tanınırmış ya, yoldaşlığını bir görelim. Yurdun geleceği, bizim getireceğimiz habere bağlı.”

      At yine kişnedi, sanki “Ben yola hazırım!” der gibi başını eğdi. Süleyman atının eyerini, çulunu yerleştirdi. Şimdi gidip hazırlansa, şafak söker sökmez yola çıkıverecek gibiydi.

      Evlerine geldiğinde, annesi Aysenem’nin yol hazırlığına giriştiğini gördü. Evin dış kapısında oturan ve onu bekleyen yaşlı Burla nine;

      “Balalarımın balası, Süleyman ile Tanatar’ım! İkiz kartallarım sağ gidip esen gelsinler. Yoldaşlarının arasında yol – iz bilen var mı ki? Kaya Alp’im ilk kez babasıyla gitmişti de;” İki dağın arası aşılması pek zordu, üç gece-dört gündüzde varabildik.” demişti. Cüveyn’in kaleleri, sarayları ta uzaktan görünüyormuş. Alp oğlum! Gözü açılmadık gencecik delikanlıları tutuyorlar. Allah korusun dosttan çok düşman var. Allah, balalarımı görünür görünmez beladan, kötülükten korusun. Aysenem gelin! Yiyeceği, içeceği bolca koy. Üşüseler, ateş yakarlar. Açlık zordur yollarda, at üstünde acıkırlar…” derken; dilekleri arasında gelinine buyruklar da veriyordu.

      Süleyman içeri girdi. Yaşlı ninesinin alnından öptü.

      – “Nine! Biz artık aşık oynayan çocuklar değiliz. Yiğit çıktık, er yetiştik. Babam bir iş buyurdu, başım üstüne giderim. Bizim aramızda yolları iyi bilen var. Hiç kaygı etme. Allah’ın izniyle sağ esen gidip geliriz.”

      “Oğul! Tanatar’ım senden büyük de olsa delibaşlıdır. Sürekli arkasında ol. Kafası kızıverse; “Hayt!” deyiverir. Nasipse, dönüp geldiğinizde Akçauzun’un kızı Yazçiçek’in boynuna alaca ip(*) takıp sana isteyeceğiz. Boyunla boydaş, ay gibi kız. Tanatar’a da Kumru Eley’in küçük kızına söz keseceğiz.”

      “Ninem! Tanatar’dan yana hiç kaygılanma sen. Giderken de gelirken de peşinden ayrılmam.”

      Süleyman, ninesinin söylediklerinden utandı. İlk defa onunla evlenmek konusunda söz açılmıştı. O ne Akçauzun’u, ne de kızı Yazçiçek’i görmüştü. Görmek şöyle dursun adlarını bile duymamıştı.

      Yol hazırlığı gören Aysenem, oğlunun yüzünün kızarıp gittiğini görünce, yavaşça gülümsedi. Hoşuna gittiğini dışa vuruşunu, anlamamazlıktan geldi.

      – “Yazçiçek, iyi kız. Akçauzun’a çekmiştir; alımlı, becerikli. Benim de gözüm onda. Süleyman’ın ninesi, şu kızı bir alabilsek..”

      “Alabilsek ne demek? Sarı çizmelim sağ olsa, kendisi sallanıp gelirdi. Süleyman gibi oğlumuz olur da, sözümüz geri döner mi? Hani, gitsinler, gelsinler sağ esen. Mogol denen belanın yüzü ters dönsün de gerisi kolay! Hadi yat, köşeğim!(*) Gece de yarılandı. Yat da uykunu al, uzak yola çıkacaksınız.’’

      Süleyman başını yastığa koyar koymaz uzun yolculuğun endişesiyle uyuyakaldı. Buna karşılık evdekilerin hiçbirinin gözüne uyku girmemişti. Aysenem ile Kaya Alp, ilk defa oğullarını uzağa gönderiyorlardı. Yaşlı Burla nine ise tan atıncaya kadar fısır fısır dualar etti. Süleyman’ın kız kardeşleri gümüş giysili, yüzü duvaklı Yazçiçek’i evlerinin başköşesinde görmeyi arzulayıp yataklarına uzandılar.

      İlk horoz öttüğünde Süleyman, atına yol eşyalarını yüklemişti bile.

      “Yolu, at ile yenersiniz. Yol uzaktır. Bunun için atı üzmeyin, yormayın. Kendi keyfince sürün. Koşturup, kızdırıp birden suya sokmayın. At şişer, yola dayanamaz. Yol boyunda obalar vardır. Bulursanız taze yonca verin. Yola çıkmadan önce okşayın, sevin. Gün aşırı yelesini tarayın, endamını kaşıyın. At denen hayvancağıza sevgiyi, şefkati eksik etmeyin. İnsan gibi duyguludur o. Gündüzleri yürüdüğünüz yol sizindir. Gece her ışık yanan yere girmeyin. Yol kesen olur, eşkiya olur. Bu akşam Korkut Dağı’nın eteğindeki obada, Çakır Bayat’ın evinde kalın. Ertesi gün de inşallah Derbent’e erersiniz. Derbent’te kervansarayda kalırsınız. Gün uzundur bu günler. Yürürseniz, yol aşarsınız. Cüveyn’de dört-beş gün kalsanız, beklemeden dönün. Yakup Ağa adlı kadim bir dostum vardır. Sizi misafir eder. Her şeyi anlatırsanız, kendisi gerekeni yapar. Biz de en çok on beş gün sonra yolunuzu bekleriz. Sağ gidin, esen gelin.”

      “Düşmanın yüzü ters olsun. Atınız, ayağınızın altında aksamasın. Görene, sorana-sual edene selam söyleyin. Allah, yârınız olsun. Çahrıyarlar hemdeminiz olsun. Yiğitlerim! Sizi birbirinize, hepinizi de Allah’a emanet ediyorum. Yolunuzu Hak açsın. Ak yoldan güle güle gidin, güle güle gelin.”

      Başı heybetli yiğitler atlarını dehleyip Kalecik’ten ayrıldılar. Kesedağ’ı geçerek yüzlerini doğan güneşe çevirip yola koyuldular. Gölgeliklerden, derelerden uygun yerini seçerek at sürseler de bazen önlerine çıkan yalçın kayalıklar yollarını uzatıyordu. Yollara alışkın olan rehber Miriş bile bazen yolunu bulamayarak durup bekliyordu.

      “İşte bu yola ‘avcı izi’ diyorlar, işte şu suya ‘ceylan suyu’ diyorlar, işte şu yola ‘tavşan patikası’ diyorlar, dereye varır” dese de, yolları dik kayalıklara varıp dineliyor, geçmeye yer kalmıyordu.

      Arkadaşlarının uzak yolu yeğleyerek, gülüşüp; “Avcı, tavşan yolunda ceylanı kovalayacak olsa, kayadan uçar.” demelerine rağmen Miriş, yol ustalığı iddiasından geri adım atmıyordu. Dağın tepesine çıktıklarında, karşıdan görünen dağa kadar ilerlemek kolay gibiydi. Ancak iki dağın arasındaki yolları, dik kayalıkları ve uçurumlu dereleri geçinceye dek bir hayli yorulmuşlardı.

      Gün batımından az önce, Miriş’in dediği gibi, Korkut Dağı ta uzaktan göründü. Obaya yaklaşmışlardı. Gökyüzünde yıldızlar adeta göz kırpıyordu. Obadaki köpekler ‘konuk habercisi’ olarak ürümeye başladılar. Çakır Bayat’ın evini sormaya gerek olmadan buldular. Diğer evlerin arasından seçilen, hemen fark edilen altı kanatlı beyaz evin kapısına gelen atlıların karşısına, yüzü-gözü nurani, iri yarı bir adam çıktı; selamlaşıp, güler yüzle karşıladı. Süleyman’ın tekrar tekrar arkasına vurarak;

      – “Görmeyeli uzun zaman olmuştu. Maşallah, er yetişmişsin. Kaya Alp’in babası Ataman mı çıkıp geldi diye düşündüm az önce. Dedene benziyorsun, gayretin de ona çeksin, oğul! Ataman Alp gibi bir adam, Türkmen’e verilen Tanrı payıdır. Yaşın benzemesin yiğidim!”

      Çakır Bayat, misafir yiğitleri ak çadıra aldı. Geliş sebeplerini, Cüveyn’e gidiş amaçlarını öğrendi. Yaraları depreşmişti. Gelenden geçenden türlü haberler