Muhittin Gümüş

Kalemin İzindekiler


Скачать книгу

anlatırken sesi titriyordu. Salon görevlisi ikna olduktan sonra sınav başlamış ama delikanlının stresinin devam ettiği seziliyordu. Semra ise dikkatini toplayıp soruları anlamaya ve kavramaya gayret ediyordu. Sözel sorular kolay, sayısal sorulara daha fazla zaman ayırmak gerektiğini anlamıştı. Cevap verdikçe içindeki heyecanı azalmış ve sınavdaki performansına göre ilk ya da ikinci tercihini kazanacağı kanaatine sahipti.

      Sınavın sonuna doğru ‘Artık yeter, cevap kâğıdımı vereyim de kurtulayım. Fakat şu delikanlı bıyık yüzünden ne kadar sıkıntı yaşadı.’ “Sen bu fotoğraftaki kişi değilsin, hadi çık!” deseler hayatı kararacaktı zavallının ama kurtuldu şükür. Çok da beyefendi birisine benziyor ancak biraz medenî cesareti de olsa daha iyi olur. Çocuk üniversiteyi kazanır da mezun olursa mutlaka değişir, gelişir. Kendini ifade edemeyen, hakkını arayamayan birisi ve mahcup karakterle hayata devam edemez ki insan… Biraz gergin, biraz kafası meşgul, biraz eleştirel tavır içindeki Semra:

      –Aman! Bana ne el âlemin terbiyesinden, eğitiminden, karakterinden, hâlinden! Neden takıldım ki bu çocuğa? Hay Allah, ben böyle değildim, fakat daha sınavın hemen ardından kendimi Üniversiteli gibi hissetim. Bakalım kazandığımda neler olacak?

      Evde heyecanla bekleyen Semra’nın annesi Semiha Hanım, babası Vecdi Bey, kızlarının sükûnetine hayret etmekle birlikte meraklarını da saklayamaz bir ruh hâlindelerdi. Annesi:

      – Kızım, sınavın nasıl geçti? Bizim sana refakat etmemize bile izin vermedin. Başka çocuklar aile efradını sınav yapılan okulların bahçesine dolduruyor, onlardan manevi destek ve yardımda bulunmalarını istiyorlar. Ya sen? “Aman anne! Ne gerek var?” diyorsun kızım. Öyle değil mi?

      – Annen doğru söylüyor kızım. Neyse sınavının iyi geçtiğini umuyorum. Biraz yorgun ve dalgın görüyorum seni. Bu da normaldir. Ne de olsa bütün hayatını etkileyecek, kader çizgini belirleyecek bu sınavdan başarıyla çıkacağına inanıyorum. Billûr Annenin torunusun sen…Hem de en sevgili torunu.

      – Sınavım iyi geçti. Sözel bölümdeki sorulara iyi cevap verdiğimi düşünüyorum. Birinci ya da ikinci tercihimi kazanacağımı düşünüyorum. Zaten Ankara dışında bir yerde okumayı düşünmüyorum. Yıllarca hep yurdun dört bir köşesinde dolaşıp durduk. Babamın görevi sebebiyle zaten aynı yerde iki üç yıldan fazla kalamıyoruz. Bari ben kalırım da sabit bir ikametimiz olur.

      – Anlaşıldı kızım, sen tutturdun Ankara diye… Fakat baban, ben, kardeşin…. Hepimizin gözümüz arkada kalacak. Billûr Annemiz yaşasaydı hiç dert etmezdik.

      – Annene bakma kızım. Sen büyüdün! Kararını vermişsin. Sınav sonucunu bekleriz ağustosa kadar. Sonrasında Allah kerimdir.

      – Müsaade ederseniz, biraz dinleneyim. Üç beş gün bana hiçbir şey demeyin! Kafam rahatlasın, ruhum daraldı bu sınav sürecinde.

      – Nasıl istersen kızım… Ha unutmadan söyleyeyim Semra. Biz de aslında babanla diyorduk ki, bugün akşam yemeğini dışarda yiyelim. Akşama kadar uyu, dinlen ve şöyle güzel bir ziyafet çekelim. Ankara Kalesindeki Nilüfer Konağında Türk sanat müziği eşliğinde geleneksel yemeklerden bir sofra hazırlatalım. İyi olur değil mi?

      – Çok harika olur anneciğim. Benim için düşündüğünüzü sanıyorum ama evlilik yıl dönümünüz de yakın değil mi?

      – Güzel kızım… Yirmi yıl oldu ama dün gibi geliyor bana. Akşama kadar seni rahatsız etmeyeceğiz, söz. Eğer halanın çenesi durursa sessizlikten rahatsız oluruz.

      – Halama laf yok. Mihriban halam bir tanedir. Arada bir geceleri benim üstümü örtüyor, hayat hikâyesini, eniştemle nasıl evlendiklerini falan en az üç beş kez anlattı ama yine anlatsa dinlerim vallahi… Hadi eyvallah… Bana müsaade.

***

      Haziran sonu… Ankara’da bir yaz akşamı… Mevsiminin en güzel günlerinden biriydi. Ulus’tan yavaş yavaş yürüyerek Çıkrıkçılar yokuşuna çıktılar. Devamında Samanpazarı’na doğru giden yol üzerindeki dükkânlar henüz kapanmakta, esnaf kazanç hesabı yapmaktadır. Eski Ankara, ticaret ahlâkının en güzel örneklerinin yaşatıldığı bir yerdi. Vecdi Bey ağır adımlarla yürürken bir taraftan da çocuklara hitaben:

      – Bakın buralar gelecekte belki bu otantik özelliğini kaybedecek, ancak siz Kızılay’ın, Tunalı’nın, Çankaya’nın ışıltılı caddelerine, sokaklarına, mağazalarına aldanmayın. Her şeyin iyisi ve kalitelisi buradadır. Nişan, töre, düğün, bayram ve eğlenceler için gerekli olan ne istersen burada var. Cenaze levazımatından tutun da at nalına kadar buralarda bulursunuz. Bakın şu eski Ankara evleri mimarî açıdan ne kadar güzel değil mi? Beton apartmanlar içinde yazın yanar, kışın donar insanlar. Bu evler biraz bakımlı olsa, yerine beton yapmayıp tamir edilse ne kadar iyi olur değil mi çocuklar?

      – Babacığım, haklısın da çok katlı bina yapıp para kazanmak varken kim kültür mirasımızı, millî mimarimizi koruyalım der ki? Gerçekten bunu düşünüp yapacak insanlar var mıdır?

      – Bu soruna cevap verecek bilgim yok ama biz de keşke olsa diyoruz işte kızım. Millî mimarî nedir? Bunu da sorgulamak lâzım.

      Nilüfer Konağı, Ankara kalesinin cümle kapısından girdikten sonra dar ve uzun sokağın uç kısmında aslına uygun restore edilmiş, zamanın asilzâdelerinden birinin konağıymışçasına dış cephesiyle dikkati çekiyor. Kapı açıldığında keman, ut, tambur ve kanun sesiyle Osmanlı dönemi musikişinaslarının eserlerinin icra edildiği çok hoş, çok latif ve çok nezih ortamında hissettiriyor insanı.

      Semra ve kardeşi böyle bir ortama ilk kez geldiklerinden sadece müzisyenlerin canlı olarak çaldıkları şarkılara biraz ilgileri olsa da sevdikleri müzik türünden değildi. Bazen plakçıların, kasetçilerin, taksici ve dolmuşçuların çaldıkları alaturka şarkılardan örnekler sunulduğunda:

      – Evet, bunu duymuştum. Coşkun Sabah söylüyordu bu şarkıyı. “Hatıram olsun” şarkısı çok güzel değil mi Erkan?”

      – Evet, ablacığım yok mu şöyle Ümit Besen vesaire? Babam da bizi Tanzimat dönemine götürdü sanki…

      – Öyle deme kardeşim. Canlı müzik dinleyince beğenmeye başladım biraz da olsa. Bugünlerde Yıldırım Gürses, Emel Sayın modası başladı. Ahmet Özhan da harika söylüyor. Filmlerdeki şarkıları fena mı? Mesela; “Bak yeşil yeşil” şarkısı ne kadar romantik değil mi?

      – Evdeki televizyonumuzu değiştirdik, renkli televizyon aldık da o artistlerin göz rengini de anladık; yeşil mi, mavi mi olduğunu.

      Semra’yla Erkan’ın kendi aralarındaki sohbet devam ederken masaya gelen şef garson kibar, nazik bir üslup ve letafet dolu ifadelerle:

      – Nilüfer Konağına hoş geldiniz, safalar getirdiniz efendim. Yemek siparişlerinizi almak istiyorum müsaadenizle. Hanımefendi ne arzu ederler acaba? Yoksa annenizin siparişlerinden sonra mı sorsam size?

      – Önce annem ve babam istedikleri yemekleri söylesinler, akabinde biz kardeşimle karar veririz.

      Yemek siparişleri verildikten sonra masaya konan salata türleri, birer dilim su böreği, ezme, haydari, sos türleri, vişne şurubu, kalaylı bakır maşrapada bol köpüklü buz gibi ayran son derece düzenli ve estetik biçimde dizildi masaya. Mutfak sanatları sözünü ilk defa duyanlar için güzel bir örnekti bu görünüm. Yemekler gelmeden iştah kabartıcı bu sofradakilere dayanamayan Erkan’ı Semra durdurdu. Geleneksel Türk mutfağının en lezzetli yemekleri afiyetle yenirken pek güzeldi o gün Ankara. Eve dönüşte mahalledeki pastanede Maraş dondurmasını da afiyetle yedikten sonra Vecdi Bey:

      – Artık eve dönsek diyorum. Çok keyifli bir Ankara akşamı geçirdik.