Muhittin Gümüş

Kalemin İzindekiler


Скачать книгу

zaman övünçle söyleyeceğim. Bugünün hayatımızda önemli bir gün olduğunu unutmayalım.

      – Evet, insanın hayatında önemli ve unutulmaz günleri olmuştur, gelecekte de olacaktır. İnşallah hep güzelliklerle dolu bir eğitim hayatımız olur.

      – Müsaadenizle ben işe döneceğim. Galiba Eylül ayının son haftasında derslere başlayacakmışız. O zamana kadar işime devam etmeliyim. Kaleminizi kullandım, teşekkür ederim. Hoşça kalın şimdilik!

      – Güle güle Orhan!

      Semra, etrafı gözlemlemeye devam ederken gözüne takılan farklı tiplerin, farklı renklerin ve farklı düşüncelere sahip insanların, gençlerin varlığına çok da kolay alışabileceğini düşünmüyordu. İçinden gelen sesler ve kendi kendine yaptığı yorumlar vardı:

      “Ben bu hippi tiplilerle aynı sıralarda oturamam. Sanki kirliliği ve bakımsızlığı moda hâline getirmiş marjinal tipler inşallah benim bölümümde olmaz. Aşırılıklar bana uymaz. 12 Eylül 1980 ihtilali sonrasında siyasi bölünmüşlüğün üstü örtülmüş gibi ama aslında hâlâ sakaldan, bıyıktan yahut giyim kuşamdan, kullanılan dil ve üsluptan kimin kim olduğu çok belli oluyor. Sadece bilim ve eğitimin, kültür ve sanatın, dil ve edebiyatın, teknoloji ve ekonominin, üretim ve bilinçli tüketimin, insanlık ve hoşgörünün, spor ve sağlığın konuşulabildiği, güzel fikirlerin karşılıklı saygı çerçevesinde tartışıldığı, üniversal düşüncelerin sunulabildiği bir üniversite ortamı istiyorum. İnşallah hayal kırıklığına uğramam. Yeni nesil henüz okulda öğrenciyken küçük yaşlarda siyasetle ilgilendikleri kadar eğitimin temel konularıyla ilgilenseler, kendilerini geleceğe hazırlasalar, istikbalin istikrarlı bir biçimde çalışmakla mümkün olduğunu bir anlasalar başarı kendiliğinden gelir. Lisedeki öğrencilik tablosuyla buradaki durum arasında zerre benzerlik yok. Artık gideyim eve. İlk günden eleştiriye başladım, bir de dersler başlayınca bakalım neler olacak? Görelim Mevla’m neyler… Edebiyat okuyunca herhalde daha çok şiirsel ve edebî dille konuşma alışkanlığı kazanırım. Yoksa pek hayalperest miyim? Rahmetli Billûr Annem çok özen gösterirdi Türkçeye. Güzel ve dikkatli konuşmamızı isterdi.

      Semra, bindiği halk otobüsüyle eve dönerken bir dakika bile zihnini dinlendirmedi. Hep gözlem ve yorum yapmakla meşguldü kendi kendine. ‘Ben daha düne kadar bu kadar düşünmezdim. Üniversiteli olmak böyle bir sorumluluk kazandırıyormuş demek ki’ diyordu. Gördüklerini annesine ve babasına da anlatıp onların yorumlarını da duymak istiyordu. Zaman zaman babasına düşüncelerini anlattığında takdir edilmesi hoşuna gidiyordu. ‘Bu sefer benim de gözlemlerimden elde ettiğim bulgularla yorumlarım olacak, diyeceğim babama! Bakalım tavrı ne olacak?’ diyerek girdi eve. Nitekim akşama kadar bunun muhasebesini yaparak babasının işten gelmesini beklerken annesi her zamanki tavrıyla:

      – Kızım, ben sormadan bir şey anlatmaz mısın sen? Neler oldu bugün? Kayıt oldun. Hayırlı olsun. Anlat bakalım. Neler hissettin kayıt olduğun anda?

      – Anneciğim, babamın tayini çıkana kadar birlikte kalacağız. Üniversite özgürlüklerin test edildiği ya da tecrübe edildiği bir ortam öyle değil mi? Ben öyle hissediyorum.

      – Canım kızım, üniversiteler gençlerin istediği her şeyi yapabildiği, sınırsız özgürlükler alanı değildir. Her yerin bir kuralı, kaidesi, usulü ve gelenekleri vardır. Bunların birçoğu yazılı bile olmayabilir. Senin özgürlüklerin başkasının özgürlüğünü ihlal etmemeli. Ben öyle büyük laflar etmeyi bilemem ama bizim geleneğimizde anne babanın tavsiyeleri, öğütleri, uyarıları, yönlendirmeleri sebepsiz değildir.

      – Vay be anne! Profesör gibi konuştun vallahi. Senden böyle laflar duymamıştım hiç. Siz tayin olup giderseniz, ben özgür kalacağım demek istiyorum. Meselâ televizyonu istediğim zaman seyredebileceğim. İstediğim yemeği pişireceğim, istediğim zaman uyuyup, keyfime göre de kalkacağım. Her sabah “Kalk artık öğlen oldu, yok Üsküdar’da sabah oldu, yok efendim amma da uykucu zamane gençleri…” gibi klâsik uyandırma cümlelerini duymayacağım.

      – Benden ayrı kaldığında anlarsın eksikliğimi. Şimdiden söylüyorum sana bak. Belki de yalnız kaldığında kendince sorumluluk anlayışın gelişir, düzenli bir hayat düzeni kurarsın. Evimizden pek eşya da götürmeyiz. Artık en az 4 yıl sabit bir evimiz var diyebileceğiz sayende.

      – Anneciğim benim. Yalnızlık çekmem, lakin sizin yokluğunuza alışmam kolay olmaz tabii ki. Arada bir halam gelir yanıma. Akrabalarımız ara sıra hâl hatır sormaya gelseler yeter. Komşularımızdan bazıları akrabadan da yakın bize.

      – Allah eksik etmesin onları. Ev alma komşu al, demiş atalarımız. Çok memnunum hepsinden. Lojman hayatını sevmiyorum oldum olası. İş yerindeki resmiyet evin kapısına kadar taşınıyor. Samimiyetten uzak, menfaate veya hiyerarşiye dayalı davranışlar yapay geliyor bana. Ankara’daki dört yılımız dolu dolu geçiyor.

      – Vakit epey geçti anne. Babam gelene kadar biraz kitap okuyayım.

      – Babanın gelmesi de yakındır Semra. Bugün neler yaptığını anlatırsın babana.

      – Sana ne anlatsam sözlerimin peşinden nasihat ya da uyarı gelir. Bazen de tartışmayla sona eren bir diyalog olurdu ama bugün çok tatlısın anneciğim.

      – Babasının kızı ne olacak! Hadi git odana da ben de akşam yemeği hazırlığına başlasam iyi olacak.

      Semra odasında kitap okurken bir yandan da zihnindeki sorulara cevap arıyordu.

      – Hani şu Orhan var ya… Akıllı ve iyi birisine benziyor. Onun gibi daha nice gençler gelecek fakülteye. Kızlar, erkekler… Utangaç, nazik, kibar, zarif gençler olabileceği gibi yırtık, andavallı, armut, bön, hoppidik, zıpçıktı tipler de olabilir o ortamda. Aşırılıkları sevmem ben. Sadelik, tevazu, nezahat, zarafet, letafet, dürüstlük velhasıl ahlaklı olmak benim için ilk planda gelir. Güzel Anadolu’nun küçük köylerinden, kasabalarından, kültürel dokusu bozulmamış şehirlerinden gelen kızlar, delikanlılar olacaktır mutlaka. Arkadaş çevremiz başarımı etkiler, bunu kesin tahmin ediyorum. Lisedeki öğretmenlerimin derslerde anlattıkları hayat hikâyeleri bazen derslerden daha fazla ders vericiydi bize. Arkadaş deyip de geçmeyelim. Lisedeki arkadaşlarımla vedalaşmak zor geldi bana. Okuldan mezun olduktan sonra geçen bir hafta içinde hemen mektup yazdım onlara. Özlediğimi söyledim ve bana gelen cevaplar mutlu etti beni. Bakalım Üniversiteye başlayınca kimleri unutacağım, kimler beni unutacak? Merak ediyorum tabii. Hatıra defterime yazdıklarını tekrar tekrar okuyorum. Kimisi ciddi, kimisi dalgasına yazmış işte o sayfalara. Hele de “Bana ayırdığın bu temiz sayfa için teşekkür ederim sana…” diye yazanlar var ya sanki hiç kompozisyon yazmayı öğrenmemişler gibi geliyordu, Zaman geçtikçe o sözlerin ne kadar samimiyet dolu olduğunu daha çok hissediyorum. Görmeyeli henüz bir yaz geçti, yine de uzun yıllar geçmiş gibi geliyor bana. Bakarsın aynı sınıfta veya aynı fakültede, kim bilir belki de aynı üniversitede okuyacağım lise arkadaşlarım olabilir. Ben çevremde yeni ve değişik insanlar olsun diye istiyorum. Değişik dediysem uçuk kaçık tipler değil ha… Neyse kitabı bu akşam bitireyim de babamla edebî eleştirilere başlarız. Ben galip gelince babam her zamanki gibi “Ben asker adamım kızım! Senin kadar edebiyattan anlamak zorunda değilim!” diyor. Kimi zaman sanki benim şevkimi kırmamak için tartışmayı benim kazanmamı istiyor gibi geliyor bana. Aslında kaybetmeye de alıştırıp hayatta mücadele etmeyi de öğretmeli böylece. Billûr Annem de öyle yapardı. Söz ustası bin bir maharet vardı onda…

***

      Vecdi Bey akşamüzeri eve geldi ve her zamanki gibi aile efradına hâl hatır sorduktan sonra Semra’ya dönerek:

      – Kızım! Kayıt yaptırmışsın, kimliğini de almışsın, hayırlı olsun. Allah utandırmasın.

      – Sağ