atını oynatır… Becerebildiği her şeyi yapar, bazen de bize sorar “Ne istersiniz?” diye ama evi de istediği gibi yönetir. Hiç müdahale etmedim ev işlerine. Ben de karışmak istemedim doğrusunu söylemek gerekirse…
– Babacığım, bazı şeyler kavramsal olarak hürriyet sınırlarına dâhildir, bazı şeyler vardır ki onlar temel insan hakkıdır.
– Bak hele! Bizim Üniversiteli kız hemen büyük sözler etmeye başladı. Kavramsal olarak ha… Devam et bakalım, neymiş o temel haklar?
– İnsanların en temel hakkı yaşama hakkıdır. Yaşama hakkından daha öncelikli bir hak olamaz. Bu hakları güvence altına alan anayasa ve düzenleyen yasalar vardır. Bu yasalar ancak demokratik ülkelerde olur. Yıl 1984 ama hâlâ sorunlu demokrasimiz var.
– Sorunlu demokrasi ne demek? İsteyen istediği gibi konuşuyor ve yazıyor işte. Herkes özgürce yaşıyor. Demokrasinin bütün kurallarını hazmetmek, ona uygun hayat tarzı belirlemek ve demokratik kurallara göre davranış sergilemek pek kolay olmaz şu dönemde. Yeni Anayasa kabul edileli henüz iki yıl olmak üzere. Bence gelecekte geliştirilebilecek bir anayasa olduğunu düşünüyorum. İhtiyaca göre daha geniş hak ve özgürlükler sağlanabilir vatandaş hayrına.
– Fikir özgürlükleri ve sendikal haklar kısıtlı, eğitimcilerin ve özellikle üniversite hocalarının siyasete katılması engelleniyor bu anayasayla. Eğitim düzeyi yüksek olan insanlar ülke siyasetine katkı sağlayamayacak, bu hiç doğru değil. İşçilerin sendika kurması, işçi haklarını kazanmak için grev hakkını bile zorlaştırıyor. Memurların sendika hakkı asla düşünülemez bile… Aslında o kadar çok eksikler var ki, anayasa uzmanı olmak lâzım. Kadın erkek eşitliği ilkelerini düzenleyen kanun da sorunlu değil mi? Bu tür konulara heves ettiğim için Hukuk Fakültesinde okumak istiyordum, nasip değilmiş.
– Neyse kızım, yemeğimizi yiyelim de güzelce bir kahve içeriz, ardından sonra sohbet ederiz. Ancak bir şey demek isterim. Eşitlikten ziyade adaletli davranmak daha mühimdir. Adaletsiz olmak, hakkı göz ardı etmek ve buna bağlı olarak taraf olma hırsı, insanın önce hakikate hürmet etme hissine, sonra da kişiliğine ziyan getirir.
– Bu sözünden anladığım kadarıyla eşitlikten değil, adaletten yana olmak daha doğrudur. Öyle mi?
– Evet… Tereddütsüz evet. Çalışanla çalışmayanın eşit kazanç sağlaması adaletsizliktir.
– Haklısın babacığım.
Semra heyecanla derslerin başlayacağı günü beklerken akşam haber ajansında Üniversitelerin 26 eylülde başlayacağını ve yaklaşık olarak haziran ayının son haftasına kadar devam edeceğini öğrendi.
Gün geldi ve Sıhhiye Köprüsünün altında kırmızı-beyaz renkli otobüsten indikten sonra adımlarını hızlandırdı. Bahçe kapısından girer girmez fakültenin ihtişamı karşısında bir an durakladı. Kayıt esnasında hiç dikkat etmemişim, mimarı kim acaba diye merak ediyorum ama ilk işim bu değil. Nasıl olsa en az dört yıl buradayım… Öğreniriz ve merakımızı gideririz diyerek devam etti yoluna… Arka bahçeye girdikten sonra tanıdık bir sima görmek arzusuyla etrafı süzmeye başladı. Belki Orhan’la karşılaşabilirim düşüncesiyle adımlarını hızlandırarak ikinci kata çıktı. Öğretim üyelerinin bulunduğu ikinci katta hocaların kapılarında yazılı isimleri okuyarak tarihî binanın alaca karanlık koridorunun tamamını adımlamış oldu. İsmini duyduğu birkaç hocanın adı da vardı. Severek izlediği ve televizyonda yayımlanan “Bir Kelime Bir İşlem” yarışma programının jüri üyesi olan Doç. Dr. Hamza Zülfikar ile TRT’de yönetim kurulu üyeliği ve dil danışmalığı yapan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’ı hatırladı.
Semra, fakültedeki ilk saatlerinde bir türlü ne yapacağını bilemiyor, ders programının nerde asılı olduğunu görmek için bakmadığı duvar, kapı veya ilan tahtası kalmamıştı. Kendisi gibi sürekli rast geldiği herkese “Dersler nerde yapılacak? Haftalık program belli oldu mu?” diye soranları fark etti. Sonunda eğitim öğretim yılının başlangıcı hiç de liseye benzemiyormuş kanaatiyle kütüphanenin önündeki oturaklara oturup bir nefes almanın yerinde olacağına karar verdi. O sırada kulak misafiri olduğu öğrenci grubu arasında tanıdık bir ses duydu. O ses Orhan’ın sesiydi. Hemen Orhan diye seslendi.
– Merhaba Orhan. Nasılsın? İyi misin?
– İyiyim. Hoş geldin. Öğretim yılımız hayırlı olsun.
– Sağ ol Orhan. Derslerin programı hakkında bilgin var mı?
– Öğretim yılının ilk günlerinde genellikle eski öğrenciler gelmezmiş. Coğrafya Bölümü ikinci sınıfta öğrenci olan hemşerim Süleyman Elmacı, “Öncelikle öğrenci işlerine gidip üç adet ders alma kartını doldurup danışmana verin.” dedi. O ders alma kartına da pelür deniyormuş. Ben de ilk kez duydum. Bunun Türkçesi yok mu acaba? İstersen birlikte alalım. Süleyman bize yardım edecek.
– Tamam, hemen gidelim.
Öğrenci İşleri Müdürlüğünden üç farklı renkte aldıkları kartlara alınması zorunlu olan derslerin kodlarını, adlarını ve kredi /saatlerini yazmak gerektiğini örnek bir formdan görerek doldular. Dersleri görünce Semra’nın şaşkınlığı arttı.
– Ooo, ne kadar çok ders varmış! Baksana Orhan! Osmanlıca, Edebî Bilgiler, Türkiye Türkçesi, Yeni Türk Edebiyatına Giriş, Eski Türk Edebiyatına Giriş, Metin Şerhi, Metin Tahlili, Batı Edebiyatında Akımlar, Türk Halk Edebiyatına Giriş, Dilbilime Giriş, Türk Halk Bilimi, Türk Dili Tarihi, Türk Dili Bibliyografyası ve Üniversitelerde okutulan ortak zorunlu dersler; İngilizce, Beden Eğitimi, Türk Dili, İnkılap Tarihi de cabası. Haftada 32 saat ders. Üniversitede bu derslerin sayısı az sayılmaz. Hepsi tamam da şu Osmanlıca dersini merak ettim doğrusu. Osmanlı Türkçesi demek daha doğru olmaz mıydı? Dersler başlayınca hocalara ilk sorum bu olacak.
– Bu bölümde başarılı olmanın temel şartlarından biri olsa gerek. Bin yıllık geçmişe ait eserlerin okunması, anlaşılması için Osmanlı Türkçesini öğrenmek gerekiyor.
– Tamam, anladım da ders saati olarak çok fazla değil mi? Bu programa göre bizim hiç dinlenmeye, araştırma yapmaya, hatta ödev yapmaya bile zamanımız olmayacak gibi görünüyor. Kültür ve sanat etkinliklerine, sinema, tiyatro veya ders dışında bizim kütüphaneye bile zamanımız kalmaz bunca dersten sonra.
– Haklısın Semra. 12 Eylül rejimi Üniversitelerde kimsenin bir dakikasını bile boş bırakmak istememiş. Varsa yoksa derse gir çık diyorlar bize. Oysa spor yapmaya, dinlenmeye, sosyal ve kültürel etkinliklere katılmaya da zaman ayırmamız lâzım, ama nerde?
– Programa göre Yeni Türk Edebiyatına Giriş dersimiz olacak ama ondan önce danışmanımız kimmiş, onu öğrenelim. İkinci kattaki bölümümüzün ilan tahtasında yazıyordu. Haydi gidip bakalım.
Ağır adımlarla Orhan, Celal ve Süleyman olduğu hâlde ikinci kata çıktıklarında öğrenci listesinin beş gruba ayrıldığı, Osmanlıca derslerini de beş ayrı grup hâlinde alacaklarını anladılar. Orhan’ın akademik danışmanı Yard. Doç. Dr. Kayahan Erimer, Semra’nınki ise Doç. Dr. Cem Dilçin olarak yazıyordu listede. Osmanlıca dersinde Orhan, Prof. Dr. Hasibe Mazıoğlu’nun, Semra ise Doç. Dr. Mustafa Canpolat’ın grubunda görünüyordu. Kapılara bakarak Kayahan Beyin ve Cem Beyin odasını bulmaya koyuldular. Dediklerine göre, Cem Bey, sert tavırlı birisi olsa da içinde bir naiflik olan, herkesle diyalog kurmayan ama sevdiklerine tavrı müşfik, bunun yanı sıra intizamsız, dikkatsiz ve özensiz tiplere ise gıcık olduğunu, gayri ciddi karakterlerden hazzetmediğini muhatabına derhal yansıtan bir akademisyen olarak tanınıyormuş.
Bu ön bilgilere sahip olarak endişe