oluyor.
– DTCF 1935 yılında dil, tarih ve kültür alanında önemli araştırmaların yapılması amacıyla kurulmuş, Cumhuriyetin Ankara’daki en önemli eseridir. Bu fakültede dünyaca ünlü öğretim üyeleri, yazarlar, fikir adamları, arkeologlar, kültür ve sanat uzmanları, Türkolog ve dilbilimciler ders vermektedir. Cumhuriyet döneminin en köklü fakültesi, filoloji bölümleri, eskiçağ tarihiyle ilgili ve klâsik dillere ait bölümler de var. Şu Antropoloji, Paleontoloji, Sümeroloji, Hungaroloji, Sinoloji gibi bölümlerin adları bana tuhaf gelmiştir ama hepsi önemli alanlar.
– Sinolojinin Çin kültürü- tarihi-dili ve edebiyatı olduğunu ben de yeni öğrendim baba. Bence Klâsik Arkeoloji ve Sanat Tarihi de önemli bir bölüm. Kuruluş amaçlarını öğrenmek lâzım. Neyse daha bir sürü bölümler ve bunların tamamına yakını sadece bizim fakültede var.
– Vay benim canım kızım. Daha kayıt olmadan bizim fakülte demeye başladın sen. İnan ki sen hemen benimsedin ya mutlaka başarılı olursun.
– İnşallah babacığım.
– Ne zaman kayıt olacaksın, gazeteler yazdı mı?
– Hayır, gazeteler yazmadı ama tahminen Kurban Bayramından sonra olabilir. Ağustos sonu, Eylül başı gibi bir zamanda oluyormuş genellikle.
– Bunu dediğin iyi oldu kızım. Bu arada bir haftalık veya on günlük tatil bize iyi gelir. Bu yıl çok yoruldun sen. Üniversiteye hazırlık çalışmaları, testler ve deneme sınavları seni yormuş olmalı. Hep birlikte gideriz sahillere.
Babasının bu teklifiyle birlikte evde mutlu bir hava oluştu. Semra da babasının kendisi için çok fedakârlıklar yapabilen bir insan olmasından dolayı içinde hissettiği duygulara bir yenisi eklendi. Benim “kahraman babam” aynı zamanda ailenin sadece sorunlarını çözen değil, herkesin derdiyle hemhâl olan fedakâr bir babam var düşüncesiyle tatil hayali kurarken alışkanlıklarından vaz geçemiyordu. Önceden ders çalıştığı saatlerde kendini boş hissediyordu ama ona da bir çare düşündü. Türk edebiyatının önemli eserlerini, romanlarını ve hikâyelerini okumaya başlama zamanı geldi. Okul döneminde edebiyat öğretmenlerinin zorlamasıyla okunan kitaplar, roman veya hikâyeler kendi isteğiyle okunan kitaplar gibi olmuyor. Babasının fena sayılmayacak, biraz da dayısının kendisine hediye ettiği kitaplar şimdilik ders çalışma alışkanlığını okuma alışkanlığına çevirir. Eğer bugünlerde okuma alışkanlığımı kaybedersem bir daha ipin ucunu kaçırırım ve okuyacağım bölümde de başarılı olamam diye zihnini meşgul ederken babasının hâlâ uyumadınız mı uyarısı ile irkildi yatağında. Işığı söndürmediğinden uyumadığı anlamış, diğer odadaki kardeşi Erkan da aynı durumda olmalı ki “siz” diye hitap etmiş olduğunu aklından geçirdi. Gecenin sessizliği içinde uykuya daldı.
Sabahın nasıl olduğunu anlamamıştı. Gözlerinden uyku akıyor, hiç bu kadar yorgun kalkmamıştı. Sanki yılların yorgunluğu o gün üzerindeydi Semra’nın. Kahvaltı sofrasında annesi:
– Ne oldu sana kızım? Yüzün gözün şişmiş.
– Bir şey yok anneciğim. Önemli değil. Dinlenirim, kahvaltıdan sonra geçer.
Semra, annesinin ısrarlı sorularına hep aynı cevabı veriyor, ama kendisi de gözaltlarındaki şişkinliğin neden olduğunu anlamamıştı. Ancak uykusuzluktan olduğunu da söylemek istemedi; çünkü ardından gelecek sorulardan yorulacaktı. Neden uyumadın? Bir derdin mi var? Yoksa hasta mısın? Annesinin sürekli soruları bazen sıkıcı gelse de ona olan sevgisinden dolayı nazikçe cevap vermeye çalışıyordu.
Genellikle şikâyet etmeyen, bir sorunla karşılaştığında kendisi çözmeye çalışan karakterdeki Semra, kimi zaman yaşından olgun davranışlar sergilediğinde takdir ediliyor, övgüler alıyordu. Bu takdir ve övgüler aslında ona erken yaşlarda sorumluluk yüklüyor, delikanlılık ve gençlik döneminde yaşını yaşamak istese de hep beş yaş daha ileri karakter sahibi olmak ona arkadaş çevresinde de saygınlık kazandırıyordu. Rahmetli Billûr Annenin etkileri ve izleri de vardı kişiliğinde.
Aile fertleriyle tatil yaptığı yerde sahilden yakamozları izlerken ve hafif meltem bir eserken bile nasıl bir ortamda Üniversite eğitimi alacağını düşünüyordu. Yaşıtlarının hiç umurunda olmayan konuları tatil boyunca düşünüp geleceğe dair planlar yaparken babasının “Kızım azıcık da eğlenmene bak, gez dolaş etrafı!” dese de kendisi kitap okuyarak geçirdiği anların kendisine gelecekte çok yararlı olacağını düşünüyordu. Sadece geleceğe dair düşüncelerle olmasa da kitap okumanın, özelikle roman okumanın yararlarını sezmiş, kendini başkalarından farklı kılan en önemli araçlardan biri olarak da görüyordu. Büyüklerden duyduğu “Okumanın yaşı yoktur.” sözünden başka da okumayla ilgili sözler pek anlamlı gelmiyordu ona. ‘İnsan her yaşta okumalı ama ne zaman ne okumalı acaba?’ diyerek sorguluyordu.
Tatilden dönen Semra hem zihinsel olarak hem de fiziksel olarak dinlenmiş, Üniversiteye kayıt günlerini sabırsızlıkla beklemişti. O gün geldi çattı ve Kurban Bayramından sonraki ilk iş gününde evrakını hazırlayıp fakültenin yolunu tuttu. Her zamanki kadar trafik vardı yollarda. Ulus’a kadar otobüsle, oradan da daha önce hiç binmediği –yalnızca Dışkapı-Kızılay hattında çalışan- troleybüsle Sıhhiye’ye ulaştı. Türkiye’nin en büyük fakültesinin önünde aile efradıyla veya arkadaşlarıyla gelen yüzlerce öğrenci dikkatini çekmişti. Semra yine yalnızdı. Her işini kendisi görmeyi beceren, medenî cesareti ve özgüveni yüksek bir kişiliğe ve bireysel beceriye sahip olduğunun farkındaydı. ‘Billûr Annemden kaldı bana bu özgüven.’ diyordu içinden. Bu farkındalığın kendisinde oluşturduğu tertip ve nizam çerçevesinde kayıt olacağı bölüm sırasına girdi. Önündekilerin işlemleri devam ederken sağa sola bakarak değişik insan manzaralarını izliyor, onların yüzünden, bakışlarından ve davranışlarından yahut durgunluklarından bir şeyler çıkarmaya çalışıyor, iyi bir gözlemci olma yolunda ilk tecrübelerini kazanmaya başlıyordu böylece. Kendisine sıra geldiğinde “Hanımefendi lütfen evrakınızı verir misiniz?” diyen kayıt memuru Mehmet Bey’in sesiyle irkildi. Bu ses ciddi bir devlet memuru sesiydi. Pek alışık değildi memurlarla muhatap olmaya. Kendisine ilk kez hanımefendi diye hitap edilmesinden de pek hoşlanmıştı.
– Evrakım tamam mı? Bakabilir misiniz? Eksik bir şey yok değil mi?
– Hepsi tamam da şu kâğıtta istenen bilgileri yandaki masaya oturun ve yazıp imzalayın lütfen.
– Peki efendim, hemen.
Semra, belgeleri doldururken kayıt memurunun sıradaki kara yağız delikanlıya:
– Biraz acele et evladım. Sırada çok arkadaşın bekliyor. Onlarla birkaç hafta sonra sınıf arkadaşı olacaksın. Onları şimdiden kızdırma. Hadi çabuk ol!
– Ama efendim, çok heyecanlı olduğum için evrakın hepsi karışık durumda. Bu kadar heyecanı sınavda bile yaşamadım.
– Biz alışığız böyle hâllere ve sizin gibi gençlerin heyecanına.
Semra kâğıdı doldurur doldurmaz kafasını kaldırdığında gördüğü o kara yağız delikanlı:
– Kaleminizi alabilir miyim? Ben telaşla kalemsiz çıkmışım evden.
– Aaa… Yine siz? Hani giriş sınavında önümdeydiniz, sonra mahalledeki parkta çay ocağında çalışıyordunuz da konuşmuştuk ya… Bu üçüncü karşılaşmamız oluyor.
– Siz üç ben iki… sınav salonunda siz beni görmüşsünüz ben sizi göremediğim için. Evet hatırladım tabii. Unutmadım ki sizi.
– O gün birbirimize adımızı