Muhittin Gümüş

Kalemin İzindekiler


Скачать книгу

Evdeki en güler yüzlü adam Orhan olsa da içinde yanan ateşi ve derunundakileri kimse bilmezdi. Arada sırada elektrik kesintisi olduğunda şarkılı türkülü geceler yaşanıyor, elektrik varken gürültü yapıyorsunuz diye onları arada bir uyaran üst kattaki komşu Hatice teyze de pek memnun kalıyordu. Torunu Sancar’ı gönderip türkü isteklerinde bulunması da pek hoş geliyordu gençlere. “Gesi bağlarında dolanıyorum” türküsünü rahmetli kocasına ithafen istediğini söylerdi bazen.

      Semra, Orhan’la teneffüslerde bazen derslerde aynı sıraya oturarak günlük olağan öğrencilik hayatına dair konularla sınırlı konularda konuşuyor, Orhan’dan da dolayısıyla benzer içerikte cevap alıyordu. Derslerdeki tartışmalara girmiyordu, sadece dinleyip her zamanki gibi gözlemci tavrını sürdürüyordu. Aynı tavrın Orhan’da da olduğunu fark etmişti. Tartışmalar genellikle dilde sadeleştirme konusunda üstü örtülü biçimde siyasi düşüncelere endeksli yapılıyordu. Bilimsel gerçeklerin yerini siyasî ve ideolojik yaklaşımların bastırmasından rahatsızlardı. Yine hararetli bir tartışmanın yapıldığı Türkiye Türkçesi dersinden sonra Semra, Orhan’a kütüphanenin önünde biraz sohbet etmek istediğini söyledi:

      – Tamam, ama fazla zamanım yok.

      – Seninle ciddi konularda konuşmak için randevu mu almak lâzım?

      Orhan’ın hiç beklemediği bir tavırdı bu. Biraz da kız arkadaşlarıyla hep mesafeli konuşmaya alışmış olan bir gencin Semra’ya cevabı son derece nazik oldu.

      – Estağfurullah Semra. Hadi öyleyse, vaktimizi değerlendirelim.

      – Zamanım yok diyerek başladın söze de onun için dedim.

      – Millî Kütüphaneye gideceğim, orada aradığım kitapları bulurum.

      – Millî Kütüphane 24 saat açık. Sen ilk kez gideceksin galiba. Millî Kütüphane yerinde durur, kaçmaz.

      – Tamam tamam. İyi de neden kütüphanenin önünde oturalım ki? Kantine gitsek olmaz mı?

      – Sigara dumanından çok rahatsız oluyorum. Üstüm başım kokuyor. Eve gittiğimde babam “Sigara mı içmeye başladın yoksa kızım?” diyor bana. Bir gün eğitim kurumlarının bütün alanlarında sigara içilmesini yasak ederler de kurtuluruz şu meretin ziyanından.

      – Haklısın, aslında ben de kantine pek gitmek istemem ama bir çay içmek istedi canım.

      – Çayı başka bir gün içeriz. Dışarda nezih yerler var. Sigarasız, içkisiz, oyunsuz yerler. Sadece okumaya, yemek yemeye, çay içmeye ve sohbet etmeye uygun mekânlar var.

      – Gerçek bir kıraathane desene! Sahiden Ankara’da öyle yerler var mı?

      – Kıraathane demeyelim ama nezih ortamlar çok az da olsa var…

      – İşte geldik kütüphane önüne… Burası koskoca fakültenin küçücük de olsa oturma alanı. Birkaç bank dışında oturulacak yer yok. Kantin desen tilki ini gibi, duman altı yerler.

      – Evet, sohbet edelim dedin Semra. Özel bir konu mu yoksa?

      – Özel bir konu da değil, özel bir mesele de değil,. Birkaç sorum olacak sana. Sadece seni daha doğru anlamak için. Ne bileyim işte… Neden böyle düşündün dersen onu da ben bilmiyorum. Birdenbire içimden öyle geldi.

      – Söze böyle başlaman hoşuma gitti. Rahatladım. Birden senden korktum biliyor musun? Yoksa Semra’ya karşı bir yanlışım mı oldu diye işkillenmiştim.

      – Sınavlarda o kadar başarılısın, derslerde hiç aktif değilsin. Neden?

      – İlginç. Böyle bir soruyu kimse sormadı bana. Onun için de çok ilginç geldi bu soru bana.

      – Cevap vermek yerine yorum yapıyorsun Beyefendi.

      – Aslında sorduğun soru, cevabı kendinden menkul soru değil mi?

      – Hayır, çok merak ediyorum. Sınıf ortamından çekindiğin için mi, özgüven eksikliği mi, yoksa -tabirimi mazur gör lütfen- ezberci, inek öğrencilerden misin?

      – Senin kanaatin nedir?

      – Aman Allahım! Ben soruyorum, ama yine cevaplar benden isteniyor! Lütfen ciddi olur musun?

      – O nasıl söz? Senin kadar ciddiyim. Daha fazla kızdırmak istemem seni. Biraz uzun anlatırsam sıkılmazsın değil mi?

      – Zevkle dinlerim seni.

      – Bazen susmak daha iyi cevaptır. Sorulmadan cevap vermeye alışamadık biz. Terbiyemizden, görgümüzden, ananelerimizden kaynaklanan sebeplerle susmanın da tesirli bir cevap olduğunu biliyoruz. Muhatabını çıldırtmak için bile kullanılabilecek bir araçtır sükût etmek. ‘Söz gümüşse, sükût altındır.’ demiş atalarımız. Kime ait olduğunu bilmediğim ancak beğendiğim bir sözde de ‘Konuşmak ihtiyaç ise susmak sanattır.’ Susma hakkımı değil, susma sanatını icra etmek daha mühim değil mi?

      – Hep susan, konuşmayan, sus pus oturup öyle etrafı sadece dikizleyip bazen tebessümle, bazen istihza dolu bakışlarla, bazen de renksiz ve ruhsuz bir tavırla tartışmaları izlemek çok mu hoş yani?

      – Amacımız muhatabımızı avlamak ise onun zaaflarını tespit edip, çelişkilerini önüne koyarsınız, tenakuz durumunda olduğunu kanıtlarsınız ve hedefinize ulaşırsınız. Mücadelede sizin silahınız ya da gücünüzün yerine muarızlarınızın zaaflarıyla galibiyet elde etmek bana pek etik görünmüyor.

      – Üniversitelerdeki sınıflarda tartışmalar bilgiye, bilime ve kanıta bağlı değil maalesef… İdeolojik önyargılarla süslenmiş laflar argüman olarak kullanılıyor. Üstelik hâlâ olağanüstü hâl yasalarıyla yönetildiğimiz bir dönemde neleri tartışabiliriz ki? Sınıfımızda postallı veya sivil güvenlik elemanları var. Fikir hürriyetinin olmadığı durumlarda hakikat yerine laf ebeliği yapmak zorunda kalınması bana ters geliyor. Fikir hürriyetinden önce irade hürriyeti olmalı ki fikirler asıl o zaman hür olur.

      – O zaman bilimsel temellere dayalı konuş! Dayanakların da pozitif bilimler olsun. Bilgilerini kullanarak güzel hitabetinle etkili olursun bence. Sendeki cevherin kaç kişi farkındadır bilemem. Ben öyle düşünüyorum ki, medenî cesaret eksikliği ve alışkanlık hâline getirilmiş suskunluğa sığınıyor ve kaçıyorsun.

      – Üniversite nedir? Üniversal anlayışa sahip fikri hür insanların bilim ürettiği kurumlardır. Sorgulayan, yorumlayan ve analitik düşünce yapısına sahip genç dimağlar yetiştirmek yerine yalnızca yönlendirilmiş malumatları sözde bilim diye ezberleyerek muhataplarına yaralayıcı bir üslupla kabul ettirme yarışına giren aynı türde bir kişilik kazandıran sistem içinde neyi tartışalım, nasıl konuşalım? Münazara kavramı anlamını yitirdi ve yerini kavgaya bıraktı. Sana göre benim mutlaka konuşmam, tartışmam lâzım ve kazananın da yine ben olmam şart mı?

      – Kesinlikle şart! Hep böyle kalamazsın. İçindeki cevheri gün ışığına çıkarmakla görevliyim. Sendeki istidadın farkına varmak da bana düştü Orhan!

      – Hay Allah, senin ne kadar çok görevin varmış? Doğrusunu söylemem gerekirse psikolojik danışma ve rehberlik uzmanı gibisin. Bana katkın ve faydan olacağını düşünüyorum ama pek kolay olmayacak galiba. Bu hususta başarıya ulaşmak daha çok sana bağlı, bana değil.

      – Tek düşüncem, müthiş yetenek sahibi müzisyenin şaheserinin notalarına dokunduğunda duyduğu ahengi hissetmek istiyorum. Seninle oturup konuştuğumuz andan beri yorgunluğumu, derdimi, tasamı unuttum bugün. Hep Billûr Annemle konuştuğumda iç huzuru bulurdum. Artık sen varsın.

      – Aslında seninle pek de baş başa oturmadık. Sınıfta bazen aynı sıraya oturduğumuzu hatırlıyorum.