Muhittin Gümüş

Kalemin İzindekiler


Скачать книгу

Entelektüel bir kişiliği var. Felsefe, psikoloji ve sosyoloji alanında kitaplar okur. Bizim kadar şiirle, edebiyatla da ilgili birisi.

      – Çok ilginç. İlahiyatçıların sadece din bilimleriyle ilgilendiğini sanırdım.

      – Dedim ya bizimki biraz farklı.

      – Bu arada sormayı unuttum… Buldun mu seminer konusunu?

      – Buldum, fazla bir şey değil zaten. Esas konuyu destekleyen veya ilgili başka makale ve yazılar da bulsam iyi olacak. Bunlar yetmez.

      – Asıl konuyu sunsan yeter, boş ver canım. Sanki konferansa hazırlanıyorsun.

      – Yaptığım işten tatmin olmalıyım. Lise öğrencilerinin dönem ödevi gibi olmasın. Her zaman dediğim gibi yaptığımız iş Üniversite öğrenciliği düzeyinde olmalı.

      – Haydi derse az bir zaman kaldı. Gidelim sınıfa doğru. Yusuf ile Züleyha mesnevisinden beş beyit vermişti Hocamız. Yaptın mı ödevini?

      – Yaptım, ancak eve gidemediğim için defterim evde kaldı. Cem Bey hocamız da sorduğunda klâsik öğrenci mazereti ‘Hocam elektrikler kesikti, defterimi unuttum…’ dersem ilkokul öğrencisi muamelesi görürüm şimdi Semra.

      –“Elektrikler kesildi.” sözü bizim millî mazeretimiz oldu. Bu mazeretin tarihe karıştığı günler geldiğinde aydınlık Türkiye’nin vatandaşıyız demektir.

      Bütün öğrenciler fakültenin en büyük amfisinde derse gelecek öğretim üyesini beklemektedir. Ödevini yapanlar yaptıklarından emin değiller, yapmayanlar da ise bir telaş bir telaş ki sormayın gitsin. Meğer Hakkı Cem Bey ödev yapmayanlardan pek hazzetmezmiş. Pek de asık suratlı geldiği için derslere, sınıfta onca öğrenciden çıt çıkmaz. Hakkı ön adını da pek kullanmazmış. Semra’nın yanında Songül, Orhan’ın yanına da Celal oturdu. Şöyle ön kısımlara yakın sayılacak bir yerdi. Genellikle derslere hazır gelenler önlere, hazır olmayanlara arka sıralara oturur derler ya. Nihayet Cem Hoca ağır ve istikrarlı bir biçimde elinde yazarı olduğu Türk Şiir Bilgisi kitabıyla amfiye girdi. Ayağa kalkarak karşılandı kendisi. Ayakta bekleyen kalabalık sınıfı kısa bir süre süzdükten sonra:

      – Günaydın arkadaşlar! Oturun bakalım.

      – Öncelikle verdiğim ödevi yaptığınızı ve anladığınızı umarak derse başlıyorum. Yusuf u Züleyha mesnevisinden beş beytin transkripsiyonu yapılacak, vezni ve edebî sanatları bulunacaktı. Herkes yapmıştır zaten. Şöyle bir bakayım defterlere…

      Bir süre sınıfta dolaşan ve ödevlere göz atan Hoca, Osmanlı alfabesine ilgisi az olan bazı öğrencilerin bu beyitleri istediği gibi okuması, anlaması ve veznini bulmasının pek zor olduğunu hissetmiş ve orta sıralara doğru yürüyüp Orhan’a:

      – Haydi bakalım, sen yaparsın delikanlı. Çık tahtaya da örnek bir öğrenci olduğunu göster herkese.

      – Hocam, müsaadenizle defteri arkadaştan alıp beyitleri tahtaya yazayım, derhal yaparım.

      – Aaa.. Ödev defterin yok mu? Sen de mi yaratıcılığa dayalı bir eğitim sistemi istiyorsun?!

      – Dün evime dönemedim, defterim kaldı evde. Eğitimde uygulamalı çalışmalar yapılırsa daha kalıcı ve etkili olur düşüncesindeyim Hocam. Öğrenmeden hiçbir şey beceriye dönüşmez.

      – Aferin sana. Aslında takılayım diye söyledim bu sözleri… Gözlüklü öğrenciler çalışkan olur diye sordum…

      – Ben de şaşırdım birdenbire, siz ders dışı bir konuyla ilgili soru sorunca… Gözlüğüm de pek fazla dereceli değil. 0.50 dinlendirme gözlüğü…

      – Çık tahtaya hem Osmanlıcasını yaz hem de transkripsiyonunu yap da görelim Orhan.

      Orhan Semra’dan defteri rica etti ve ödev sayfasındaki beyitleri tahtaya yazdı. Orhan güzel el yazısıyla orijinal beyitlerin transkripsiyonunu yaptı. Şeyyad Hamza’nın Yusuf u Züleyha mesnevisinden beyitler şunlardı:

      Kılalum şükr-i Hüdāvend-i cihān

      Söyleyelüm bir ‘acāyib dāsitān

      Gül derelüm bir gülistān-ı ḳaṣaṣ

      Gül derelüm gülşen-i destān ḳaṣaṣ

      Ol gül ile bülbüli şad idelüm

      Ḳıṣṣa-ı Yūsufı bünyād idelüm

      Söz deñizinde ṭaleb ġavvas-var

      Ol deñizden gevher ister şah-var

      Diñleyenler tā ki bulsunlar murād

      Añlayanlar göñli cānı ola şād

      Cem Beyin pek hoşuna gitti ama “Ḳılalum şükr-i Hüdāvend-i cihan” beytinde “K” kaf harfi ile yazıldığı için transkripsiyonda altına nokta koyarak “Ḳ” biçiminde yazılır.” dedi ve o tek yanlışı gösterdi. Yerine oturan Orhan heyecandan terlemiş, başarmanın mutluluğuyla da içi kıpır kıpır ediyordu. Semra ise arkadaşını tebrik ettikten sonra defterini istemişti ama heyecanı geçmemiş olan Orhan etrafta arkadaşlarının tebrik sözlerini bile duymuyordu. K’nin altına konacak bir noktanın bile hata olarak kabul edildiği bölümde işimiz kolay değil diye düşünüyordu o sırada. Dersten sonra öğle yemeğine çıkacak, fakültenin ek binasının giriş katında başlayan ve alt kata kadar yaklaşık 200 öğrencilik kuyruk çekilecek gibi olmasa da o kuyrukta ilerlerken edilen sohbetler diğer zamanlarda olmuyordu. Her sıkıntının kendince bir fayda sağladığı yönü vardır. Semra, Celal, Zeynep, Yücel ve daha birçok sınıf arkadaşı yemek kuyruğunda ilerlerken Semra Orhan’a:

      – Az kalsın alkışlayacaktım seni. Fakat dersin ciddiyetinin yanı sıra Cem Beyden işiteceğimiz azar bize ağır gelirdi. “Burası konser salonu mu kızım?” derdi herhalde.

      – Bence de kesin azarlardı. “K” harfinin altına nokta koymadın diye pek hoşnut olmadı Hoca. Sanki bu bölüm Eczacılık Fakültesindeki farmakologların laboratuvarından çıkan sonuçlar arasındaki % 01’lik farkın mazur görülmemesi gibi bir hâlde.

      Yücel söze girdi, gözlüğünün de üstünden bakarak ve heyecanla:

      – Dilin her bir öğesi laboratuvardan çıkmışçasına değerlidir. Hata kabul etmez, hele de Cem Bey hiç affetmez. Diğer Eski Türk Edebiyatçılarının yaklaşımı nasıl acaba Zeynep?

      – Bence İsmail Ünver Bey, hocaların en ciddisi ve disiplinlisidir. 150 kişilik sınıfta iki hafta yoklama yaptı, üçüncü hafta herkesin adını öğrendi ve bir daha derste kimin olup olmadığını isim okumadan ya da imza almadan tespit etti. Divan Edebiyatını sevdirecek değerli bir insan o bence.

      – Divan Edebiyatı neden sevilmiyor bazı kesimlerce? Bunu ayrıntılı olarak günün birinde, uygun zamanda mutlaka tartışalım arkadaşlar. Var mısınız?

      – Cevabı kısa versem eksik kalır. Şiirdeki sanat değerini anlamayan, o derece içi dolu kelimelerle, kavramlarla iştigal etme yeteneği ve becerisi olmayanlar sevemezler. Sevmeyi bile beceremeyenler asla âşık olamazlar. Tartışmaya tabii ki varız, ama farklı fikirlerden de öğrenciler de olsun ki bir şeye yarasın Celal. Önerini beğendim.

      – Teşekkür ederim Semra. Şu seminer derslerindeki işimiz bitsin, ondan sonra tartışma ortamı hazırlayalım. Zeynep’in fikirleri, Meltem’in tespitleri, Yücel’in mukayeseli örneklerle açıklamaları konuyu anlamak için yeterli olacaktır. Neyse devamını yemekte konuşuruz.

      Yemek sırası geldi ve yemekten sonra derslere devam ettiler. Akşam derslerinden çıkınca karanlığa kaldıkları için Meltem’le Zeynep’in Opera durağına kadar götürülmesi,