v ünsüzü ile “ve” bağlacının yalnızca vav harfi ile yazılmasının Türkçemizdeki seslerin kaybına, yazım ve anlam karışıklıklarına sebep olduğu örneklerle açıklanamaz mıydı? Bugün Lâtin esaslı alfabeyi savunurken bu tür örneklerden yola çıkmak gerekmez mi?
Bu yorum üzerine Orhan:
– Değerli arkadaşımın sözlerine tamamen katılıyorum. Seminer olarak sunduğum konuda daha fazla Faik Reşit Unat’ın görüşlerini sundum. Arada bir kendi düşüncelerimi sunarken alfabe değişikliğinin yalnızca propaganda yönüne değil, bilimsel dayanaklarla anlatılması lâzımdı demiştim. Konuyu kısa sürede ayrıntılı sunmak mümkün değil tabii ki. Yalnızca “vav” harfinin karşıladığı altı ses ve bir bağlacın dışında a, e ile uzun ünlü â’yı elif harfiyle, bazen sondaki “güzel he” ünsüzüyle yazdığımızı, “i, ı” ünlüleri “y” ünsüzü ve uzun î’yi “y” ünsüzünü de yine “y” harfi ile karşılamak zorunda olunduğunu kimse anlatmadı bize. Başkalarına da anlatabilmek için anlatanın da dinleyenin de her iki alfabeyi bilmeleri gerek. Osmanlı Türkçesini öğrendikten sonra bu yorumları yapabiliyoruz. Arapça kökenli kelimelerin yazımında mutlak surette Arap imlâsına uygunluk aramanın verdiği sıkıntıları da dikkate aldığımızda harf inkılabının daha doğru anlatılmasına katkı sağlamış oluruz.
İkinci olarak söz alan Nuray “Ben soru sormayacağım, yorum yapacağım. Harf devriminin niçin yapıldığını bugün tartışmaya gerek yok. Sonuçlarını değerlendirmek daha doğru olur. Sonuçları itibarıyla başarılı bir alfabe olduğunu söyleyebiliriz. Dilimizdeki ünlülerin korunması sağlanmış, yazımda ikilemler, çelişkiler ve sıkıntılar giderilmiştir. Yazıldığı gibi okunan bir dil oluşmuştur. Belki 29 harf dışında birkaç sesin daha ayırt edici olarak eklenmesi gerekebilirdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün en önemli devrimidir bu.”
Nuray’ı dikkatle dinlemiş ve onun düşüncelerine ek olarak Orhan da “Benim fikirlerimi tamamlayıcı yorumlardır aslında söyledikleriniz. “K” ünsüzünün yanı sıra “kaf” karşılığında q olsaydı “kar” mı, “kâr” mı okunacak gibi şapka meselesi de olmazdı. Eksikliklerine rağmen Türkçenin seslerini koruması bakımından önemli bir değişiklik olmuştur.”
Arka sıralarda oturan ve ısrarla söz almak isteyen Mustafa ise “Harf inkılabının yapılması doğru olmamıştır! Bin yıllık geçmişimizle bütün kültürel bağlarımız kopmuş, atalarımızın yazdıklarını, söylediklerini ve bugüne kadar kalan tarihi eserler üzerindeki yazıları okuyup anlamayan bir nesil çıktı ortaya. Osmanlı alfabesinde ç, j, nazal n, p, sesleri uydurulmuş ve Türkçenin seslerini karşılamış, istenseydi ünlüler de ayrı işaretlerle karşılanabilirdi. Bu neden yapılmadı da alfabe tamamen değiştirildi?” derken pek de heyecanlıydı.
Orhan’ın cevabını herkes merak ettiği gibi Mustafa’nın doğrudan “Bu harf inkılabı yanlış olmuştur!” sözüne tepki göstermek üzere söz isteyenler olsa da hoca buna müsaade etmedi. Orhan, Mustafa’nın ne demek istediğini de esasen toplumda bu fikri taşıyan çok insan olduğunu biliyordu. Sözlerine şöyle devam etti:
–1928’de Mustafa Kemal’in inisiyatifi olmasaydı bu inkılap olmazdı. Şu anda Sovyetler Birliğinin egemenliğindeki Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de 1926’daki Türkiyat Kurultayında alınan kararla bütün Türk toplulukları Lâtin esaslı alfabeye geçiş kararı alındı. Soydaşlarımızın da alfabe değişikliğine gitmesi, ortak bir dilin oluşmasına katkı sağlayabilir düşüncesi vardı. Ordinaryüs Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü’nün, Kazım Karabekir Paşanın ve daha birçok Cumhuriyet döneminin münevverlerinin de bu inkılaba karşı olduğunu biliyoruz. Karşı olmak veya eleştirmek doğru yolu bulmak için gereklidir. Muhalefet etmeden, irdelemeden, yorumlamadan, tenkit etmeden doğrular tespit edilemez. Mesela, Fuad Köprülü “Evvela hiç kimse harf meselesinin bir milletin medenî tekâmülünde mühim ve hayatî bir mesele olduğunu iddia edemez” “ …Lâtin harfleri Türkçeye uygun değildir. Esasen bir milletin harflerini değiştirmesi, kültür itibariyle çok düşkün ve aşağı vaziyette olması şartıyla caiz görülebilir. Biz öyle bir durumda mıyız ki buna gerek duyulmaktadır…?” “… İptidai milletler istedikleri gibi bir elifba alabilirler. Fakat kültür sahibi milletlerden en ufak bir kelimenin imlâsını değiştirmek bile imkânsızdır. Çünkü onda asırların hatırası mevcuttur…” demektedir. Başka bir konuşmasında da “… Kelimeler, kavramlar, deyimler ve terimler onlara yüklenilmiş ve toplumların hafızasına yerleşmiş olan anlamlarından saptırılırsa ve her aklına esen, her kavramın içeriğini kendi çıkarlarına göre belirlemeye kalkışırsa işte o zaman toplumlarda etnik anlatımıyla “entropy” denilen ‘dil kargaşası’ çıkar… Toplumsal işleyişe dikkat edilmeyip dilde hayatını ve varlığını sürdürmekte olan kelimeler zor kullanılarak o dilden atılırsa bu doğrudan doğruya bir tür, ‘dilsizleştirme’ cezası gibi bir uygulama olur. Bu cezanın bedelini ise, çok ilginçtir ki, ilk ödeyen o cezayı kesen iktidar değil, bizzat o toplumun Tarih’i öder…” Belli bir süre harf inkılabına karşı gelen Köprülü, daha sonraki yıllarda eleştirilerine devam etmemiştir. Aksine aynı Köprülü, harf inkılabının 10. senesinde kaleme aldığı yazıyla inanılmaz bir dönüş yaparak devrimi savunmaya geçmiştir. Yine bir konuşmasında diyor ki:
“Türk harflerini kabul ettiğimiz büyük günün onuncu yıl dönümü Türklerin kültür tarihinde, bu kadar azametli, bu kadar şümullü bir dönüm noktası daha var mıdır? Bilemeyiz.” “…Başöğretmen Atatürk’ün bu inkılabı yaparken ve milletine millî, mükemmel bir alfabe hediye ederken ne kadar şümullü ve ne kadar derin düşünmüş olduğunu, hayat, on seneden beri ispat etti…”
Harf inkılabı, Türkiye Cumhuriyeti’nin dil ve kültür politikasının ilk ciddi hareketidir. Bu bakımdan biz de geçmişi eleştirirken geleceği unutmamalıyız. Harf inkılabından sonra Osmanlı Türkçesinde yazıları okuyabilmenin yolları da açılmalıydı. Bu iş sadece tarih ve Türkoloji bölümü öğrencilerinin yarım yamalak öğrendiğiyle bırakılmamalı, yetinilmemelidir.
Hamza Bey Hocamız, araya girerek “Konunun daha uzun tartışılabileceğini ancak bütün yönleriyle tartışmanın ders saatine sığmayacağını düşünüyorum. Serbestçe düşüncelerinizi sundunuz. Son olarak Semra söz almak istiyor” dedi ve ona söz verdi:
– Sayın Hocam! Arkadaşımızın sunumu ve ardından yapılan yorumlar bizi hem bilgilendirdi hem de bu vesileyle herkesin düşüncelerini ifade etmesine imkân verildiği için teşekkür ederim. Bugüne kadar dinlediğim en güzel sunumlardan biri bugünküydü. Türkoloji ve Tarih eğitimi alanlarının dışında da eski yazı eğitiminin yaygınlaştırılması gerekir. Nesiller arası kopukluğun ortadan kalkması sorunu da böylece çözülür. Ancak şu andaki siyasal yapımızın bunları hazmedecek ve özgürlükçü yaklaşımla, kendi geçmişiyle barışık bir siyaset üretmesi imkânsız görünüyor. Umarım gelecek yıllarda bunlar çözülür. İtalyanca diye bir dil varsa İtalyanlar bunu Dante’ye borçludurlar. İtalya’da 14. yüzyıl edibi Dante’nin eserlerini anlamak için İtalyanlar okullarda “Danteşinaslık” dersleri veriyor ki, onun eserlerini yeni nesil anlasın diye. Lâtin harfleri bizi İslam dünyasından koparıyor fikrine katılmıyorum. Bin yıldır Cumhuriyete kadar Kur’an tercümesi bile yapılmamış olması nasıl izah edilebilir? Kur’an meali alfabeyle izah edilemez. Kur’an tercümesi yapabilmek için bütün pozitif ilimlere vâkıf olmak, dile hâkim olmak, dinler tarihini bilmek, tefsir ve tercüme tecrübesine, anlambilim ve yorumbilim alanlarında uzman yetiştirerek analiz yapabilme yetkinliklerine sahip olmak gerekir. Atatürk’ün ölümünden sonra harf inkılabının hangi nedenlerle yapıldığıyla ilgili açıklamaların aşırılıklara kaçan, epeyce taciz edici üslupla dile getirilmiş olması