Metin Yıldırım

Suç Koridoru


Скачать книгу

etin Yıldırım

      Suç Koridoru

      SUÇ KORİDORU

      ÖZET

      Türklerden nefret eden kundura tamircisi Kikos, Erivan’da küçük bir dükkanda kundura tamiri yaparak zor şartlarda yaşamını sürdürmektedir. Günlük birkaç Dramı kazanan Kikos, her 24 Nisan’da, anma törenlerine katılarak orada yakılan Türk ve Azerbaycan bayraklarından bir parçayı alıp bir kutunun içinde saklamayı alışkanlık edinmiştir. Her yıl topladığı bu yanık kokulu bayrak parçaları kutunun içinde çoğaldıkça küçük evdeki yanık bez kokusu da çoğalmaktadır. Oysa karısı Şoger, evinde yanık kokusu ile yaşamak istememektedir.

      Yarı aç, yarı tok geçen yaşamlarını biraz kolaylaştırmak için tek oğulları Dikran’ın Metzamor Nükleer Santrali’nde çalışmasına göz yummak zorunda kalmışlardır. Nükleer atıkların alındığı en tehlikeli bölümde çalışan Dikran, koruyucu elbisesinin eski olması nedeniyle radyasyona maruz kalarak ölür.

      Anne Şoger, tek oğlunun yetersiz koruyucu elbise nedeniyle radyasyona maruz kalmasına isyan etmektedir. Eşinin Türklere duyduğu nefret kadar, kendisi de Ermeni yöneticilerden nefret etmektedir.

      Komşularının kızı Yeraz, İstanbul’da bir ailenin çocuğuna bakarak çok iyi para kazanıp Erivan’a tatil için geldiğinde, ondan eşini de İstanbul’a götürmesini ister. Yeraz, Türklerden nefret eden Kikos’un İstanbul’da çalışma isteğini garip karşılasa da onun Aksaray’da bir kunduracının yanında iş bulmasına yardım eder.

      Bir pansiyonda kalan Kikos, İstanbul’daki Ermeni varlığına şaşırır. Onların, Ermeni kiliseleri, okulları ve patrikhanelerinin olduğunu görse de baskı altında kaldıklarını düşünür. Hırant Dink’in anma törenlerindeki kalabalığı görünce İstanbul’daki Ermeni varlığına inanır. Ancak Erivan’da hiçbir Türk varlığının olmayışını, tek bir Türk’ün yaşayamamasının sebeplerini vicdanında sorgular. İstanbul’da kaldığı süre içerisinde Türklerden hep yardım görür ama içindeki nefret duygusunu bir türlü yenemez.

      Ayda 300 dolar kazanmaktadır ama uyuşturucu kuryeliği yaparak daha fazla para kazanır. Bu da yetmez, Yeraz’ın çalıştığı Sadık Bey’in evini soymayı planlar daha sonra Sadık Bey’in tek kızı Burcu’yu kaçırıp fidye almak için planlar yapar. Arkadaşı Hovik ise bir tekstil firmasından Burgaz’a hazır elbise taşımaktadır. Bazen de elbiselerin arasında uyuşturucu zulalamaktadır.

      Yeraz, bir yandan kapıcı Ali ile evlilik yaparak Türkiye’de oturma izni almak için planlar yaparken, diğer yandan zengin bir öğrenci olan Hakan’la çıkmaktadır. Yeraz, Kikos ve Hovik, Sadık Bey’in kızı Burcu’yu kaçırırlar. Bulgaristan’a giderek fidye almayı planlarlar ancak Hovik arkadaşlarından habersiz olarak minibüse 30 kg uyuşturucu yüklemiştir.

      Bütün bunlar olurken Narkotik Bürosu, başarılı çalışmaları ile öne çıkan Komiser Sevda’yı Bostancı Karakolu’nda görevlendirerek, hem uyuşturucu patronları ile işbirliği yapan emniyet mensuplarını deşifre etmek hem de Kikos, Hovik ve Yeraz arasındaki ilişkiyi öğrenerek, İstanbul’un çeşitli semtlerinde kuryelik yapan, hap satan kişileri tespit etmek istemektedir.

      Takibi daraltan Komiser Sevda uyuşturucuyu yakalar; Ancak köstebekler uyuşturucu patronuna haber verdiği için büyük patron yakalanamaz. Elindeki silahı Komiser Sevda’ya doğru tutan Hovik olay yerinde öldürülür. Tutuklanan Kikos ve Yeraz hapishanede diğer mahkumlar tarafından öldürülür.

      Burcu, kaçırılırken başını yere çarptığı için beyin kanaması geçirerek komaya girer. Doktorların çabası ile kurtarılır ama sağ tarafında kısmi felç vardır. Bir Ermeni kızını evine alarak kızının sakat kalmasına sebep olduğu için kendisini suçlayan Sadık Bey olayın stresine dayanamayarak ölür. Nihal Hanım, mutsuzluk yaşadığı Suadiye’deki evini satarak kızı Burcu ile bilinmeyen bir semte taşınır…

Metin YıldırımSosyal Bilimci-Yazar

      24 Nisan

      Tsitsernakaberd – Erivan

      Ermenistan’ın tüm yetkilileri oradaydı. Devlet Başkanı Serj Sarkisyan özellikle üzgün görünüyordu. Etrafındaki yabancı devlet misyonu ve protokol üyelerinin oluşturduğu kortej yavaş yavaş anıta doğru yürüdü. Topluluktan ses çıkmıyordu. Başı tülbentlerle örtülü bayanlardan bazılarının hıçkırığı ve anıta doğru yürüyenlerin ayak seslerinden başka bir ses yoktu. Sadece bir hışırtı, sessizliği bozuyordu.

      Türk topraklarında kalan 12 vilayeti temsil eden blokların yanından yükselen 44 metrelik dev granit taşı, Ermenistan’ın içinde bulunduğu sefaletle pek bağdaşmasa da onlara gurur verdiği açıktı. Protokol ve arkalarındaki kalabalık anıta doğru akıyordu sanki. Arka sıralarda yürüyen halkın ellerinde “Faşist Türkiye!” kanlı bir yazı motifi ile “TURKEY, 24 April Criminal” gibi pankartlar vardı. Daha arka sıralara gidildikçe nefret söylemi içeren pankartlar çoğalıyordu.

      Anıtı çevreleyen simetrik beton blokların gölgesinde, ortasında ateş yanan daire anıtın etrafına dizildiler. Karanfiller anıtın etrafına konulurken siyah cüppeli papazların ilahi sesleri duyuldu. Ermeni Patriği bu sesle beraber bir iki adım öne doğru çıkarak duaya başlayınca etraftaki hıçkırık sesleri de kesilmişti. Patriğin duası ile “hazırola” geçen protokol, dua uzadıkça kıpırdanmaya başladı. Ayakta durmaktan yorulan ve zorunlu olarak bu törene katılan yabancı misyon üyelerinin yüzündeki mutsuzluk doruğa ulaştığında dua tamamlandı.

      Eğer bu bir “anma töreni” olmasaydı herhalde duanın bitişi alkışlarla kutlanırdı. Neyse ki törenin büyük bölümü bitmişti. Geriye, Serj Sarkisyan’a taziye dilemek kalıyordu. Bunun için de bir sıraya ve sabra ihtiyaç vardı. Saygı duruşunun ardından halk sloganlarla coşmaya başlamıştı. Türkiye’ye küfür edenler, “intikam” diye bağıranlar kulakları çınlatmaya başladı.

      Her 24 Nisan’da, resmî törenin sonunda bayrak yakma töreni olurdu. Nitekim tören alanının biraz dışında “hurra” sesleri ile beraber dumanlar yükselince halk oraya doğru yöneldi.

      Kikos, bu manzarayı kaçırmak istemedi. Önündeki kalabalığı yararak ilerlemeye çalıştı. Türk ve Azerbaycan Bayrakları bir ucundan birbirine bağlanmış, diğer iki ucu birer sopayla havaya kaldırılmıştı. Bayrakların eteğinden başlayan alevler, Ermenilerin nefretini anlamış gibi hızla yukarı doğru tırmandı.

      Kikos içinden:

      –Tüh, kaçırdım galiba, dedi.

      Her yıl yakılan bu bayrakların birer parçasını saklamayı adet edinmişti. Özenle sakladığı bir kutunun içinde bu parçaların üstüne zımbaladığı bir kâğıda ait olduğu yılı yazıyor ve çocuklarına göstermek üzere onları saklıyordu. Aslında orada yakılan bayraklar değil, Türklerdi. İçindeki intikam ateşini hiçbir şey azaltmıyordu ama bu tür etkinlikler onu biraz olsun rahatlatıyordu.

      Yanan bayrakların etrafındaki kalabalık gittikçe daralıyor, Kikos tüm çabalarına rağmen çemberin içine giremiyordu. Nitekim bayrakların son parçaları da yanarak yere döküldü. Coşkun kalabalık kollarını birbirlerine dolayarak çember olmuş, sloganlar eşliğinde küllerin üstünde tepiniyorlardı.

      Kikos, çemberin dışında oluşan ikinci bir çemberle omuz omuza naralar atıyordu. Yanan bayraklar kül olunca kalabalığın heyecanı bitti. Yavaş yavaş sakinleşip biraz ötelerinden yükselen sloganlara doğru gidince Kikos son bir umutla küllere doğru yöneldi. Ayakları ile karıştırdığı küllerin arasından sandığına koyacağı küçük bir parça aradı ama nafile…

      Birazdan kalabalık dağılmıştı. Kikos, koleksiyonuna koyacağı parçayı almadan gitmezdi. Anıt alanında biraz bekleyecekti. Nasıl olsa birazdan başka gruplar gelirdi. Hrazdan Nehri’ni görecek şekilde tepenin sonuna gitti. Küçük bir taşın üstünde oturarak Erivan’ı seyretti. Kikos buradan şehri seyretmeyi çok seviyordu. Karşısında duran St. Hovhannes Kilisesi’ni ve Amusement Parkı’nı görmek içini ferahlatmıştı.

      Acıkmıştı ve bir an üşüdüğünü hissetti. Buradan Sis-van caddesindeki evine yaklaşık yirmi dakikada gidebilirdi. Eve gidip biraz dinlendikten sonra geri gelmeyi düşündü ancak sonra bu fikrinden vaz geçti. Anıta doğru baktı. Kalabalık grupların şehrin içinden yükselen slogan seslerini duydu. İçinde bir umut, bir sevinç dalgası