Metin Yıldırım

Suç Koridoru


Скачать книгу

dua edip kaçıyorsunuz!

      –Hayat devam ediyor Kikos! Tüm gün orada kalamayız. Bizim yaşımız da bunun için uygun değil. Hem siz kalıyorsunuz da ne yapıyorsunuz? Türk ve Azerbaycan bayraklarını yakmaktan başka işiniz yok mu?

      –Öyle deme! Düşmanın kimler olduğunu çocuklarımıza tanıtmamız gerek. Biraz gevşetirsek birkaç yıl içinde bu olayı herkes unutur.

      –Kimsenin unutacağı yok. Ayrıca genç neslin bu olayları taktığı yok. Herkes kendi aleminde.

      –Onların Ermeni olduklarından şüpheliyim. İyi bir Ermeni bu olayı her fırsatta anmalıdır. Dedelerimize yapılanları unutmamalıyız.

      –Haklısın Kikos ama kime anlatacağız? Herkes bizi aldatıyor. Bütün devletler 24 Nisan’da bizim gönlümüzü almak için süslü laflar söylüyorlar. Sonra ne oluyor? Hiçbir şey!

      Asık suratı biraz daha asılmıştı. Eliyle dükkandaki tezgahları göstererek devam etti:

      –Bu tezgahlar bir zamanlar tıka basa doluydu. Şimdi günlük ekmeğimi çıkaramıyorum. Bu düşmanlık bize zarar veriyor. Türk malları bir şekilde bize geliyor hem de pahalı olarak. Oysa serbest olursa belki bende bazı şeyler getireceğim. Şimdi ise bu belirsizlik beni delirtiyor. Genç kızlarımızın çoğu o düşman dediklerimizin evinde hizmetçi olarak çalışıyor. Açıkcası bu düşmanlıktan bıktım artık.

      Duydukları Kikos’un canını sıkmıştı. Tam o anda Vanik başıyla ileriyi işaret ederek:

      –Senin ki geliyor! Türkleri boş ver, sen bundan nasıl kurtulacaksın, onu düşün!

      Vanik gülmeye başlamıştı. Kikos geriye dönüp bakınca topal Aşhen’i gördü. Ayağını sürükleye sürükleye dükkana doğru geliyordu. Kikos panikledi:

      –İşte şimdi yandım. Daha sabah siftah etmeden bununla uğraşmak bir azaptır. Para vermediği gibi bir de utanmadan çay istiyor. Vanik Abi, bunu bana neden yaptın? Daha güzel bir haber veremez miydin?

      –Al sana Türklerden daha iyi müşteri. Eh sana kolay gelsin. Ben içeri gireyim! Onun akşamdan kalma sarhoş haline katlanamam.

      Kikos, bu sabah yaşadığı can sıkıcı olaylara bir yenisi daha eklendiği için iyice üzülmüştü. Biraz daha dikkatli bakınca Aşhen’in sallanarak yürüdüğünü fark etti. Evet, bir ayağı topaldı ama her zaman sallanmadan yürürdü. Bu gerçekten de sarhoştu.

      Söylenerek içeri girdi. Çayın altını söndürüp üstüne bir bez attı. Pencere kenarında müşterilerin oturması için koyduğu eski koltuğun üstüne lastik atıklarını yığdı. İçinden “Umarım çabuk defolup, gider!” dedi. Tamir için bırakılan bir ayakkabıyı eline alıp zımparalamaya başladı.

      Aşhen’ın sürüklediği ayağından çıkan sesler Kikos’un kafasına balyoz gibi iniyordu. Geçen her saniye onun sinirlerini germeye başladı. Nihayet Aşhen kapıda göründü. Kapının eşiğinde durup, Kikos’a baktı. Kan çanağına dönmüş gözleri ile süzdüğü Kikos’un tavırları hoşuna gitmedi.

      –Günaydın Kikos!

      –Günaydın Aşhen.

      –Ne oldu? Suratından düşen bin parça?

      –Yok bir şey!

      Aşhen, Kikos’a bedava bir şey yaptıramayacağını anlamıştı. Kikos çok ciddi duruyordu. Ayağındaki ayakkabının burnuna baktı. Sakat olan ayağındaki bu ayakkabı tamir edilmezse daha fazla dayanmazdı. İstemeye istemeye elini cebine atıp bozuk paraları şıklattı. Para sesini duyan Kikos biraz rahatladı ama bu ciddi tavrını bırakırsa Aşhen’den beş para alamazdı. Onun için kafasını hiç kaldırmadan elindeki işi yapmaya devam etti.

      Aşhen:

      –Kikos, bu ayakkabının burnu açılmaya başladı. Acele bir yere gitmem gerek. Bunu hallet!

      –Aşhen elimdeki bu işi bitirmem gerek. Dükkan iki gündür kapalı zaten. Daha siftahta yapmadım. Bunu bitireyim hemen hallederim.

      İçinden “Elime düştün, para almadan asla yapmam!” diyerek gülmeye başladı. Aşhen, çaresizce elini cebine soktu. Birkaç bozukluğu Kikos’a doğru uzatarak:

      –Al sana siftah! Beni hemen gönder!

      Kikos elindeki bozukluğa bakıp başını salladı. Daha önceden kalan borçlarının onda biri bile değildi. Yanındaki bozuk para kutusuna atarak koltuğu işaret etti:

      –Otur bakalım! Eski borçlarını da birgün ödersin inşallah!

      –Öderim, öderim, merak etme!

      Koltuğun üstündeki malzemeyi kenara iterek oturdu. Ayağındaki suni kösele ayakkabıyı Kikos’a doğru uzatırken son kalan parasını aldığı için Kikos’a nefretle bakıyordu. Votka kokusu küçük dükkanı sarmıştı. Kikos burnu delik ayakkabıya baktı. Ayakkabı sağa sola bükülmeye başlamıştı. Yapıştırıcı kokusundan sonra Aşhen’in votka kokusu midesini bulandırmıştı ama Aşhen’den para alabildiği için çok mutluydu. Gülümseyerek:

      –Yine akşamdan kalmışsın! Nereden buluyorsun bu parayı?

      –Nereden olacak, arkadaşlarım sağ olsun! Bende para mı var? Cebimde kalan bozuklukları da sen aldın utanmadan!

      –Senin ayakkabılarını tamir etmekten başka iş yapamıyorum Aşhen! Arada bir bana da para ver ki işini yapalım. Sen her gün içiyorsun, ben her gün çalışıyorum.

      Aşhen gülmeye başladı:

      –Hadi canım, nerede çalışıyorsun? Ben içip sarhoş oluyorum ama sen anıtta Türklere küfür edip sarhoş oluyorsun. Demek ki herkes bir türlü sarhoş oluyor.

      –Sen de gelsene! Yılda bir kez olsun seni de orada görelim!

      Aşhen eliyle “Bırak bu işleri!” der gibi bir işaret yaptı.

      –Bu topal ayağımla o yokuşa nasıl çıkayım? Hem orada senin gibi azgınların ayakları altında ezilirim. Türk Bayraklarını yakınca kendinizden geçiyorsunuz.

      –Ezmeyiz, ezmeyiz. Çocuklarımıza geçmişlerini hatırlatıyoruz!

      Aşhen sıkılmıştı: “Aman sen de!” diyerek elini sola doğru itti.

      Kikos sinirlenmeye başlamıştı. Zımparaladığı ayakkabıya yapıştırıcı sürerek kuruması için yanına koyup başka işle meşgül oldu. Az sonra ayakkabı bitmişti. Aceleyle ayakkabısını giyen Aşhen ayağını sürükleyerek dükkandan uzaklaşırken, meraklı komşular hemen Kikos’un yanına geldiler. Onun gülümsemesinden para aldığını anlamışlardı.

      Kikos bozuk paraları işaret ederek:

      –Bugün şeytanın bacağını kırdık!

      Hepsi kahkahalarla güldüler.

***

      O gün akşama kadar dükkana kimse uğramadı. Kikos’un sinirleri bozulmuştu. Cebinde sadece Aşhen’in verdiği bozukluklar vardı; onunla da sadece ekmek alabilirdi. Oysa Şoger bir sürü sipariş vermişti. Derinden bir “off” çekti. Komşularından borç almayı düşündüyse de bu fikrinden vaz geçti. Zaten onlar da insana para vermezlerdi.

      Belki gelen olur diye biraz daha bekledi ama ne gelen vardı ne de giden. Karanlık çökmeye başlamıştı. Çaresizce dükkanı kapatıp eve doğru yürümeye başladı.

      Kafası çok karışmıştı. Yolunun üstündeki fırından sadece bir ekmek alabildi. Para bulması gerekiyordu. Bir an Şoger’in haklı olduğunu düşündü. Öyle ya belki törenlere katılmasaydı para kazanabilecekti.

      Türklere duyduğu düşmanlık karnını doyurmuyordu. Elindeki ekmeğe baktı. Hemen oracıkta bu ekmeği yiyebilirdi.