Metin Yıldırım

Suç Koridoru


Скачать книгу

dükkana döndü. Küçük tezgahın üzerine serdiği gazete kağıdının üstüne, aldığı yiyecekleri serdi. Bir ekmeği bitirmesine karşın hala kendisini aç hissediyor, bir an önce ekmeğin içine doldurduğu peyniri çayla beraber yemek istiyordu. İskemleye oturdu ve ekmeği eline alarak kocaman bir lokmayı kopardı. İki üç lokmada ekmeğin yarısını bitirmişti. Ne kadar aç olduğunu düşündü. Çayından bir yudum aldıktan sonra ekmeğine devam etti. Son lokmayı alırken bile bir ekmeği daha yiyebileceğini düşünüyordu.

      Ayağa kalkıp çayını dışarıda içti. İçeride kalsa hiç doymayacaktı. Yapıştırıcı kokusu yerine ekmek kokusunu içine çekmek çok güzel bir duyguydu.

      Açlıkla mücadele etmenin zorluğunu biliyordu. Birkaç kez aç kalmıştı ama bugün açlığı bir farklı yaşamıştı. Gözlerindeki umutsuzluk açlığını biraz daha artırmıştı. Kağıt kesenin içindeki ikinci ekmeğe baktı. Onu evine götürmeliydi ama bir gün önceden kalan açlığı bitmemişti. İkinci ekmeği de keseden çıkararak arasına bir dilim peynir koydu. Yapıştırıcı kokusunun içinden burnuna gelen ekmek kokusunu daha iyi almak için ekmeği kokladı. Derin bir nefes çekti içine. Boğazını yakan yapıştırıcı kokusu ile birlikte ekmeğin kokusu içine doldu: “Ohh! Mis gibi!” diye düşündü. Mümkün olduğu kadar küçük bir lokma almaya çalıştı. İkinci ısırıkta neredeyse ekmeğin yarısı bitmişti.

      Başını salladı. Ekmeği gazete kağıdının üstüne bırakıp dışarı çıktı. Ağzındaki lokmayı yavaş yavaş çiğnemeye başladı. Böylece vakit kazanmaya çalışıyordu. Dükkanın önünde tur atmaya çalışırken Horen Usta’nın kendisine baktığını gördü. Horen:

      –Bakıyorum yine götürüyorsun Kikos!

      –Dünden beri bir şey yemedim usta. Açlıktan ölüyorum. Şimdi ekmek alabildim.

      –Madem açtın neden bana söylemedin? Üzüldüm komşum.

      Kikos içinden “Pezevenkten para istesem sanki verecekti!” diye mırıldandı. Zoraki gülümseyerek:

      –Teşekkür ederim usta. Yüzüm tutmadı. Neyse ki bu sabah Aşhen’in ayağı uğurlu geldi. Hem kendisi para verdi hem de başka bir müşteri geldi.

      Lokmasını bitirmişti. Dükkanın içine girdi. Küçük bir lokma daha kopardı. Dışarıdaki konuşması ona iyi gelmişti. Açlığı biraz azalmıştı. Yine dışarı çıktı. Lokmayı yavaş yavaş çiğneyerek Horen Usta ile biraz konuştu.

      Canlanmıştı. İçeriye girip kendisine bir çay koydu. Gazete üzerinde duran ekmeğe baktı. Bugün akşama kadar bununla idare etmeliydi. Yavaşca ekmeğin üstünü örttü. Çayından bir yudum alırken yapması gereken işi düşündü. Tamir için bırakılan ayakkabılardan birisini alıp tamire başladı.

      O gün işleri iyi gitmişti. Yaptığı ayakkabılardan birisinin ödemesini yaparak almışlardı. İki ayrı müşteri de tamir yaptırıp parasını vermişti. Akşam üzeri evine gitmeden dükkana uğradı. Aldığı öte beriye ek olarak bir parça domuz eti aldı. Evine doğru giderken mutluluktan ıslık çalıyordu. Kızarmış domuz etinin hayali ile evinin kapısına varmış tam kapının anahtarını ararken Şoger kapıyı açtı.

      Pencereden Kikos’un elindeki torbaları gören Şoger’in yüzü gülüyordu. Bir gün önceki sinirli halinden eser kalmamıştı. Göz ucu ile paketlerin içindekileri tahmin etmeye çalışıyordu.

      Şoger’i mutlu görünce Kikos’a cesaret geldi:

      –Açlıktan ölüyorum Şoger! Haydi şu domuz etini kızart, doya doya yiyelim.

      Şoger “domuz eti” sözünü duyunca hızlanmıştı. Paketlerle birlikte doğruca mutfağa doğru giderken Kikos’a dönüp:

      –Sen elini yıkayıp, üstünü değişene kadar hazır ederim, dedi.

      Şoger gerçekten de çok becerikliydi. Hemen etten iki parça keserek tavanın içine bıraktı. Altı parçaya ayırdığı eti iki gün daha yiyebileceklerdi.

      Az sonra Kikos, kızarmış et kokan küçük mutfağa girdi. Tavanın içindeki yağın çıkardığı cızırtı sesi de, kokusu da muhteşemdi. Yutkunarak beklemeye başladı. Şoger, eski ocağın ateşini kapatıp, tavayı masaya koydu. Hemencecik bir tane domatesi ve biberi söğüş yaparak masayı çeşitlendirdi.

      Kikos, ilk lokmayı küçük bir parça ekmekle ağzına alırken etin verdiği lezzeti doya doya tadarak çiğnemeye başladı. Uzun zamandır böyle lezzetli bir yemek yememişti. İkinci parçayı ağzına götürürken etin kokusunu iyice içine çekerek yemeye başladı. Gözleri bir an Şoger’e takıldı. O da önündeki bir parça eti bitirmemek için küçük küçük parçalara ayırmış, iştahla önündeki bir parça ete bakıyordu.

      Birden aklına dolaptaki yarım şişe rus votkası geldi. Yavaşca yerinden kalkıp Şoger’in meraklı bakışları arasında dolaptan votkayı alıp bir bardağa doldurdu. Göz ucuyla içki sevmeyen karısına bakıyordu. Onun içki sevmediğini bile bile eliyle “İster misin?” diye bir işaret yaptı. Şoger de başıyla “İstemem!” işareti yapınca bir kadeh votkayı karısına doğru “Şerefe” diyerek kafasına dikti. İlk yudumda boğazını yakan alkolün acı tadına aldırmadan üç yudumda kadehi bitirdi.

      Boğazı feci şekilde yanmıştı. Konuşmak istedi ama konuşamadı. Öksürdü…

      Yanan boğazının acısını hafifletmek için önünde duran birkaç parça domatese baktı. Onları yemeye kıyamadı. Bir parça ekmek aldı. Yutkunurken alkolün yaktığı boğazı biraz rahatlamıştı. Öksürdü. Şoger’e baktı. Onun yüzündeki mutluluk kaybolmuştu. İçinden: “Öfff, bu evde hiç rahat yok!” diye geçirdi. Küçük bir parça et daha keserek yemeye başladı. Hemen bir kadeh votka daha doldurarak bir dikişte bitirdi. Bu akşam şarhoş olmak istiyordu.

      İkinci kadehten sonra karısı gözüne güzel görünmeye başladı. Şoger’in yeni yetme gençler gibi uzayan bıyıkları kaybolmuştu. Yanaklarından aşağı doğru sarkan etler de geri çekilmişti. Rengi daha beyazdı ve yüzündeki kırışıklar kaybolmuştu. “Bu Şoger bayağı güzelmiş!” diye düşündü. Üçüncü kadehten sonra gözleri iyiyce dumanlanmıştı. Bir an önce önündeki yemeği bitirip karısını yatağa götürmek istiyordu.

      İçinde çoktan hissetmediği duyguları kıpırdanmaya başlamıştı. Gençlik zamanı gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti. Şoger’e aşık olduğu zamanları hatırladı. İçinden derin bir “Ahh!” çekti. Sanki Şoger’de o günleri hatırlamışcasına yüzüne bakıyordu. İkisi de aynı anda gülümsediler. Bir çırpıda önünde kalan son et parçasını da ağzına attı. Ayağa kalkıp kadehinden bir yudum aldıktan sonra sofrayı toplamaya çalışan Şoger’in elinden tutup yatak odasına doğru götürdü…

***

      Günler günleri kovalıyordu. Kikos küçük dükkanında yaptığı işlerle karınlarını zor doyuruyordu. Bazen ekmek alacak parası olmuyor bazen de artan parası ile bir şişe votka alarak evine gidiyordu. Şoger ise içine kapanmıştı. Yiyecek bir şey olunca kalkıp masayı hazırlıyor, Kikos’un elini boş görünce oturduğu koltuktan hiç kalkmadan onu görmezden geliyordu. Zaten böyle durumlarda da Kikos fazla ortalıkta görünmüyordu. Para kazanamayışının suçlusu olarak kendisini görüyordu. Ne varki Ermenistan’ın ekonomik durumu gittikçe bozuluyor, her geçen gün yaşam şartları daha da zorlaşıyordu. Bildiği tek iş ayakkabı tamirciliğiydi.

      O gün birkaç tamir yapmış, ekmek ve sebze dışında birkaç parça et alabilmişti. İçeri girerken pişmiş et kokusunu duyar gibi oldu. Hemen kapıyı kapatıp küçük holden salona girdi. Koltuğun üstünde yastığa yaslanmış