Metin Yıldırım

Suç Koridoru


Скачать книгу

giyip yatağına uzandı. İçinde açlıkla beraber bir huzursuzluk vardı. İçinde bulunduğu çaresizliği düşündü. Gözlerini kapadı ama Şoger’i başının üstünde kendisine bakarken hissetti. Gözlerini açtı, karşısında kimse yoktu. Salondan TV’nin sesi geliyordu. Yan tarafa dönüp gözlerini tekrar kapattı. Uzun bir süre sağa sola dönerek vakit geçirdi.

      Açlığını gittikçe daha daha fazla hissediyordu. “Biraz su içersem belki açlığım geçer!” diye düşündü. Yerinden kalkıp mutfağa giderken göz ucuyla Şoger’e baktı; Koltukta aynı pozisyonda oturuyordu. Mutfağa girdi biraz su alıp içti. Kocaman bir bardağı yeniden doldurup nefesi kesilene kadar içti. Bir litreden fazla su içmişti. Gözü masanın üstündeki ekmeğe ilişti. Bıraktığı gibi duruyordu. Eline alıp koklamak istedi ama son anda vaz geçti: Çünkü bu defa o ekmeği bir lokmada yiyebilirdi. Bardağı yeniden suyla doldurup kafasına çekti. Zorla bütün suyu içti. Midesi suyla dolmuştu.

      Salondan geçerken Şoger’in bulunduğu yere göz ucuyla baktı. Hiç kıpırdamadan bir kukla gibi oturuyordu. Bir an onun haline acıdı. Evde bir şey olmadığına göre o da açıkmış demekti. Üzüntü ile yatak odasına geçti.

      Gece boyunca sağa sola dönerek uyumaya çalıştı. Gözlerini açtığında ortalık aydınlanmıştı. Yanına baktı Şoger yoktu. Deli gibi ayağa fırlayıp salona geçti. Koltuğun üstünde elbiseleriyle uzanan Şoger, uyuyordu. Bir an çaresizce ona baktı. İyice bocalamıştı. Ne yapacağını bilmeden çaresizce bir müddet kıprdamadan uyuyan karısına baktı. Sessizce mutfağa girdi. Ekmek, akşam bıraktığı yerde duruyordu. Mis gibi ekmek kokusu mutfağı doldurmuştu. Eline alıp kokladı. Akşamdan beri açıkta kalan ekmek iyice kurumuştu. Kendi nefsi ile mücadele etmeye başladı. İçindeki açlık duygusu ekmeği dişlemesini söylüyordu ama vicdanı buna izin vermiyordu. Sonunda vicdanına yenik düşerek elindeki ekmeği her zaman kullandıkları ekmek bezine sararak dolaba koydu.

      Birkaç bardak su içti ama açlığını bir türlü yenemiyordu. Son bir bardağı zorla içmeye başladı. Midesi dolmuştu. Hemen mutfaktan çıktı. Belki de biraz daha kalsaydı ekmeği yiyecekti. Yatak odasına gidip elbiselerini giyindi. Şoger’e son bir kez daha bakarak evden çıktı.

      Sokakta çok az insan vardı. Ümitsizce dükkana doğru yürümeye başladı. Köşeyi döndüğünde akşam ekmek aldığı fırının taze ekmek kokusu sokağa dolmuştu. Ekmek kokusunu içine çeke çeke yürürken tam fırının önüne geldiğinde artık dayanamayacağını düşünüp nefesini tuttu. Hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.

      Az sonra dükkanının kapısını açınca içeriden gelen yapıştırıcı kokusu boş midesine doldu. Midesi bulanmıştı. Hemen dışarı çıktı. Nefret dolu gözlerle dükkanına baktı. Sanki içeriden gelen koku sadece kendi midesine doluyordu. Birkaç adım geri gidip kirli pencerenin önüne topladığı ayakkabılara baktı.

      O pencerenin önüne tamir ettiği ayakkabıları diziyordu. Üç ayakkabı vardı; tamir etmişti ama sahipleri hala almamışlardı. İçinden bir küfür savurdu. Bunları alıp parasını ödeseler birkaç ekmek ve biraz öte-beri alırdı. Midesinden gelen seslere kulak verdiği anda birisi “Günaydın!” dedi.

      Önce, sesin midesinden geldiğini düşünüp kendisine kızdı. Açlıktan sesler duyduğunu düşündü. Ses yeniden “Günaydın!” deyince geriye doğru baktı. İyi giyimli bir bayan ayakta duruyordu. Gülümseyerek:

      –Ustam çok dalgınsın. Zamanın var mı, ayakkabımın topuğu koptu.

      Kikos şaşkınlıkla kadının elinde tuttuğu ayakkabı topuğuna bakıyordu.

      –Zaman mı? Var tabi.

      –Çok acele etmen gerekir. Yetişmem gereken bir görüşme var. Bu ayakkabıyı nereden giydim sanki. Evden uzaklaşınca koptu. Lütfen acele edin.

      Kikos, bayanın elindeki topuğu alıp hemen bir sandalyenin üstündeki eşyaları kaldırarak bayana oturması için yer yaptı ama ortalık çok pisti. Bayanın giyim tarzından iş görüşmesine giden birisi olduğunu anladı. Giysileri çok yeni olmamasına karşın temiz ve ütülüydü. Ayakkabıları da eski sayılmakla beraber az kullanılmış beş santimlik topuğu olan rugan bir ayakkabıydı.

      Küçük iskemleyi dışarı çıkarıp camın önüne koydu. Üstünü silerek bayana oturması için işaret etti. İçini sildiği bir terliği bayana uzatarak ayakkabıyı istedi. Açlığını unutmuştu. Hiç beklemediği bu müşteri onu heyecanlandırmıştı. Neşeli bir şekilde:

      –Bayan, ne kadar zamanınız var? Eğer yarım saatlik vaktin varsa hem yapıştırıcı ile hemde çivi ile onarırım. Ancak vaktiniz yoksa sadece çivi ile tutturayım ama sağlam olmaz.

      –Yarım saate kadar biterse beklerim. İş görüşmesine gidiyorum. İkinci defa çağırıyorlar. Galiba bu defa anlaşacağız. Sen yine de sağlam yap. İyi ki evden erken çıkmışım.

      –Olur! Şuraya oturup ayakkabıyı bana verin.

      Kadın silinen iskemleye oturup ayakkabısını çıkardı ve Kikos’a uzattı. Kikos yıldırım hızıyla tezgahın başına geçip ayakkabıda tabanın yerinde kalan çivileri söktü. Tabanı ve topuğu temizledikten sonra bolca yapıştırıcı sürüp kuruması için köşeye bıraktı. Neşesi yerine gelmişti. Dışarı çıkarak kadına:

      –İsterseniz ayakkabının öbür tekini de verin bir bakayım sanki onunda topuğu eğilmiş gibi. Nasıl olsa bekliyoruz, bu arada ona da bir iki çivi vurayım.

      Kadın önce tereddüt etse de sonra kendisine uzatılan terliği alıp giydi. Ayakkabıyı Kikos’a uzatırken şüpheci gözlerle onu izliyordu. Ayakkabının topuğu gerçekten de kopmak üzereydi. Kikos topuğun altındaki küçük lastiği kaldırıp yerine yenisini çiviledi. Kenarlarından bir iki çivi ile sağlamlaştırdı. Hemen yanındaki cila ile rugan ayakkabıyı parlattı. Sonra kurumaya bıraktığı parçaları birleştirerek çekiçle sıkıştırdı. Birkaç çividen sonra ayakkabı sapasağlam olmuştu. Pırıl pırıl ayakkabıları ayağına giyen kadının gözleri mutluluktan ışıldıyordu. Çantasından bir onluk çıkarıp Kikos’a uzattı. Kikos tam “Bozuğum yok!” diyecekken kadın gülümseyerek:

      –Benim için dua et! Umarım beni işe alırlar. Günlerdir baş vurmadığım yer kalmadı ama kimse çalışacak insan aramıyor. Oysa hesap uzmanıyım. Şirketlerin muhasebesini tutabilirim. Neyse, teşekkürler bu para senin için ustam.

      Kikos:

      –Size bol şans diliyorum bayan.

      Bayan oradan uzaklaşırken ayakkabılarına bakıyordu. Neredeyse ağırlığını topukların üstüne vermeden yürüyecekti. Kikos elindeki onluğa bakarken karnının gurultusu yeniden başlamıştı.

      Hemen içeri girip, ocağı yaktı. Küçük demliği doldurup ateşin üstüne koydu. Torbadaki çayı kontrol etti. Birkaç defalık daha çay vardı. Zaten açık çay içiyordu. Başkasının bir demlikte kullandığı çayı, o, üç demlik için kullanıyordu.

      Çay kaynarken bir koşu bakkala gidip ekmek almayı düşündü. Bu para ile biraz da peynir alabilirdi. Tam hazırlanıp dışarı çıktığında kendisine doğru gelen yaşlı birisini gördü. Gayri ihtiyari adamın ayakkabılarına baktı. Adamın ayakkabılarından birisinin yan tarafı açılmıştı.

      Az sonra yaşlı adamın ayakkabısının yan tarafını dikerken bir an önce bitmesini istiyordu. Artık açlığa dayanacak gücü kalmamıştı. Yirmi dakika içerisinde yaşlı adamın ayakkabısı bitmişti. Yaşlı adam eline aldığı ayakkabıyı sağa sola çevirerek inceledi. Kikos’un acelesi olduğunu anlamıştı ama nedenini bilmiyordu. “Sabahın bu saatinde iş yapan birisinin ne acelesi olabilirdi ki!” diye düşündü. Cebinden çıkardığı