Beksultan Nurjekeuli

Ey Dünya Ey


Скачать книгу

yanındaki üç Kalmuk erkeğinin kötü kokusundan burnunu kapatıp.

      – Buradan biraz uzaklaşalım, şunlar rüzgârın estiği tarafa durmuşlar.

      Şarkının etkisinden henüz kurtulamayan Şeyi yengesinin arkasından sessizce yürüdü. Yengesinin peşinden giderken ortada çok iri bir Kalmuk’un kendisine baktığını gördü. Adam, deve gibi çok uzun boylu, geniş omuzlu, iri kemikli, kara bıyıklı, geniş yüzlü ve sert bir adamdı. Geniş yüzü bir kazana kapak olacak kadardı. Çok yemek yemekten çatlayan yüzüne baktığında haksız kazanç sağlamaya alışmış bir tüccarı andırıyordu.

      Yaylada temmuz ayının başında güneş çok yakıyordu. Yüzünün terlediğini, susadığını, güneşin en tepeye çıktığını ancak şimdi fark etmişti. Biraz önceki, gerçekten adam mı yoksa dev mi, diye tereddüt ettiği iri Kalmuk’a şaşırarak yine göz attı. Onun da boynunu uzatarak peşinden ona dönüp baktığını fark etmişti ki kaş göz ederek, ‘Ne istiyorsun?’ demişti. ‘Tüh, ayıp oldu ya!’ diye baktığının hata olduğunu o zaman fark etti.

      – Oooof! Çay içmeye gidelim ya! dedi sanki susuzluğunun suçlusu yengesiymiş gibi.

      – Kanım çekildi çok sinirlendim galiba.

      Susuzluğunu bastırdıktan sonra Jameş ile beraber köye gitmek üzereydi. Yanlarına güçlü, başı iri, çene kemikleri yana taşmış, kırmızı yüzlü, kara sık bıyığı yüzüne yakışan esmer bir delikanlı geldi ve eskiden tanıyormuş gibi,

      – Nasılsınız? diye kibarca onları selamladı.

      – İyiyiz! diye Jüzük ağzının içinden cevap verirken tükürüğü genzine kaçtığı için neredeyse boğuluyordu.

      – Helal olsun Jüzük abla! Ne oldu gidecek misiniz?

      Şeyi, ikisinin selamlaşmasından birbirlerini tanıdıklarını anladı. Jameş, onun yanına yaklaşarak omuzuna elini koyup, – Bize Mınjılkı’nın eteğine kadar eşlik etseydin! dedi.

      Sanki kendisi de öyle yapacakmış gibi adam hemen kabul etti. O esnada iki sarışın delikanlı aniden gelip adamla konuşmaya başladı.

      – Bizi yüzüstü bırakıp geldiğin yere bak!

      – Evet, biz onu pazarda her yerde ararken o gelmiş kızlarla vakit geçiriyor.

      Şeyi, bu davranış ve konuşmalara ayıplayarak bakıyordu. Esmer adam bu konuşmalardan utandığından bir arkadaşlarına bir de kadınlara bakıp ne yapacağını bilemedi. O kadar canı sıkılmıştı ki bu konuşmalardan dolayı bıyıklarıyla oynayıp ensesini kaşıyordu.

      – Bırakın ya! Görüyorsunuz ki kardeşime geldim, dedi işaretle Jameş’i göstererek.

      – Evet, görüyoruz! dedi iri yarı birisi dalga geçerek,

      – Sen kardeşinle sohbetine devam et, biz de kardeşinin yanındaki kızla konuşsak yeter! Bu kızın ağabeyi Ağıntay, benim ablam Jüzük’i zayıflatmış. Onun hesabını kız kardeşinden alsam mı diyorum! dedi Şeyi’yi gözleriyle süzerek.

      – Eee, yeter çocuk öyle davranma! dedi sarışın ve iriyarı olanına Jüzük surat asarak,

      – Ablasına saygı gösterenin ablasının görümcesine de saygı göstermesi gerekmez mi?

      – Ablacığım, görümcene bakmaktan gözlerimi alamıyorum, lüzumsuz bir şeyler dersem kusuruma bakmayın! Tazabek’i kıskandım vallahi.

      – Tazabek’i kıskandıysan ne yapalım? Sen nasıl konuşuyorsun evlat?

      – Jomart ağabey! ‘Altın görüp yolunu şaşıran melek’gibi Şeyi’yi görünce ağabeyimi kötülemek olur mu? Arkadaşını kötüleyen adam hakkında hangi kız iyi düşünür? diye Jameş ona bir ahlak dersi verdi.

      – Eyvah, baldız! Görüyor musun kavga arasında kaldım, senin için bunlardan neler duymadım? Kendine koca seçerken bu halimi unutma!

      – Dikkate alırız, dedi Şeyi şaka ile gülümseyerek.

      İki delikanlı yollarına gittikten sonra her şey anlaşıldı. Tazabek Jameş’in öz ağabeyiymiş. Az önce şarkı söyleyen Sopıya Taldıbulak’ta değirmen ustası, meşhur tüccar Vasily’nin kızıymış, Tazabek ise onların at bakıcısıymış. Sopıya, Taldıbulak’ta Kazaklar arasında yetişip küçükken Kazak çocuklarıyla oynamış, Kazakçayı su gibi konuşması ondanmış. Kışın da Almatı’da eğitim alıp tüm yazı Kazaklar arasında yaylada geçiriyormuş. ‘Beş Karaker’ şarkısını Almatı’daki Kazaklardan öğrenmiş. Tazabek’in hayatı yıl boyu Vasily’nin köyünde geçiyormuş.

      Şeyi ondan dolayı iyi tanımıyordu, ‘Ne zaman görmüştüm?’ diye düşünmüştü. Sonra bir iki defa kalabalık arasında gözüne çarptığını hatırlar gibi oldu. Belki çocuk gibi görmüş, ondan dolayı da Şeyi’yi fazla ilgilendirmemiş olabilirdi.

      Pazardan uzaklaşınca Şeyi Tazabek’le sohbet etmek istedi. Bir şey sormak istediğini belli ederek atının dizginini Tazabek’e doğru çekti.

      – İsmin neden Tazabek? Bey mi hatip mi olmayı istersin? diye laf attı.

      – Yok ya! ‘Temiz’ kelimesinin anlamı bey ile hatipten güzeldir! Bundan otuz kırk sene önce, Almerek’te, Tazabek Pusırmanoğlu adında bir atamız yaşamış. Zamanında bey imiş, saygın, halkın itibar ettiği güçlü bir kişiymiş. Çin’e araştırmaya giderken evinde konakladığı adamla sohbet ediyormuş ve Şokan adında bir hâkim atamızdan çok şeyler derlemiş. Sonra bu atamız Ruslara bağlı kalmamak için Albanların hepsini yanına alarak Doğu Türkistan’a geçmişler. Geçişi de öyle kolay olmamış, Rus ordularıyla savaşmış. Onlara şimdiki Uzak atamızın babası Savrık ile onun Şaltabay adındaki mert kardeşi katılmış. ‘Benim ismim Şaltabay, çok değerli balta gibi’ ismini aldığı kişi o Şaltabay idi. Fakat Ruslar rahat bırakır mı Çin’den tutuklayarak getirdikleri Tazabek ile Savrık’ı ‘Hapishanede öldü’ diye yayıp Şaltabay’ı sürgüne göndermişler. Genelde Tazabek atamızın sülalesi önemli kişilerden oluşuyordu. Tezek, Sultanbek, Dambay adında oğulları vardı. Şimdiki Avbakir, Sadıkbek, Abilgazı, Jakıpberdi, Vakas, Şokpar abilerimiz o kişinin, Sultanbek’in oğullarıdır. Bütün çocukları üst seviyeye gelmiş. Avbakir ağabey yönetici olmuş, Jakıpberdi ağabey ise keskin nişancı olmuş. Babam ismimi verirken o Tazabek atamıza benzesin, kahraman olsun, halkı için gayret göstersin diye düşünmüş olabilir.

      – Ama Tazabek atan halkı düşünüp Ruslara kaşı çıkmış, sen ise kendi rahatın için Ruslara hizmet ediyorsun!

      Böyle azarlanmayı beklemeyen adam ilk önce susarak yavaşça iç çekti. Sonra,

      – Ekmeğimi kazanıyorum, dedi yanlışı ortaya çıktığından utanarak düşük bir sesle.

      – Sopıya’yı ekmeğini kazanmak için mi övüyorsun o zaman?

      – Yok ya! Sopıya farklı! Onun tüm hayatı Kazakça, bizim için endişeleniyor ve bize destek veriyordu. Bana ve Kocaş’a Rusça okuma, yazmayı öğreten o idi. Sonunda bu kız bir Kazak’la evlenir.

      ‘Senle mi, Kocaş’la mı?’ diyecekti ama bunu söylememek için Şeyi dilini ısırdı. Fazla soruşturmayı ayıp saydı. Hâlbuki Ruslara baş eğmek istemeyen Tazabek atalarının hareketine bir türlü anlam veremedi. Ruslar Kazaklar için iyi düşünse, Kazakların Ruslara karşı ne tavrı var ki? Eğer Rusların niyeti iyiyse Çin’e geçerken Tazabek’i neden tutuklamıştı? Bunların hepsi Şeyi’nin bilmek isteyip de anlayamadığı kafasındaki sorulardı. Hâlbuki bu gördüğü insandan her şeyi detaylıca soruşturmak hem uygunsuz hem de edepsizce