Beksultan Nurjekeuli

Ey Dünya Ey


Скачать книгу

alacağını sadece Allah bilir ama kimi istediğini ben bilirim, Jibekcan.

      – Kimi?

      – Geçen gün pazara geldiğinde seni dışarıdan görmüş ve ‘Kara küçük bir kız idi, ne kadar da güzelleşmiş?’ diyerek şaşırmış.

      – Eee, ondan sonra Sopıya’dan vaz mı geçmiş?

      – Yaa, Jibekcan! Sopıya’nın bununla ne ilgisi var?

      – Kendisi söylemedi mi az önce, bir Kazak’la da evlenir diye.

      – Eee, Kazak’la evlense bile bu Tazabek mi olacak? Birçok Kazak dururken.

      – Peki, sonra?

      – Öyle, senden hoşlanmış. O yüzden yanından ayrılamıyor, seninle konuşmak, seni görmek istiyor.

      – Gördü, konuştu, başka ne istiyor?

      – Bundan sonrasını o değil sen bilirsin.

      – Neyi bilecekmişim?

      – Beğenirsen evlenirsin, beğenmezsen evlenmem dersin.

      – Hiç de beğenmedim, onunla evlenmek istemiyorum.

      – Öyle yalan söyleme, Jibek! O, senin hoşuna gitti. Hoşuna gittiği için de Sopıya’dan kıskanıyorsun.

      Şeyi’nin yüzü hemen kızardı. Kızardığını hissederek Jüzük görmesin diye yüzünü çevirdi.

      – Sen çok kötüsün! Sen bilerek beni onun yanına getirdin, dedi kız sinirlenerek.

      –O benim yengelik borcum canım! Çünkü sen mutlu olmadan bizler, baban, annen, ağabeyin, yengen mutlu olamayız. Jibekcan, bunu en iyi senin anlaman gerekiyor, çünkü akıllı kızsın.

      Sonra Sırt’ın kıyısındaki evlere yaklaştığında Jüzük attan inip yavaşça Şeyi’yi omzundan tutarak,

      – Canım, Jibek’im! dedi şımartıp şefkat göstererek. Kazaklar erkek çocukları için o kadar kaygılanmıyor, çünkü onlar hayatlarını kendi memleketinde geçirir, kız çocukları için ise beyaz sakallı dededen tut da oyun oynayan çocuğa kadar herkes endişelenir, çünkü kızın mutluluğu ailesinin dışında, öteki yuvaya bağlıdır.

      Öyle olacağını Şeyi de biliyordu, o yüzden cevap vermeden yengesine hiçbir şey söylemeden sarıldı.

* * *

      Tazabek’e göre Şeyi’nin güzelliği ile hareketleri, ağaçta oturan tüyleri yumuşacık, etrafına ürkek ürkek bakan serçe gibiydi. Minicik, çok sevimli kızın hemen, ‘Bey mi hâkim mi olmayı istersin? diyerek takılmasına çok şaşırmıştı. Öyle konuşması bile hem şımarıklığını hem de cesurluğunu gösteriyordu. ‘Böyle bir kızın gönlünü çelmek için ilk önce o görüştüğüm kadınla ilişkiyi kesmem gerekiyor’ diye karar verdi. Zavallı üç senedir iyice alışmışttı, ayrılmak nasıl olacaktı? Fakat ‘Elin eşi ele eş olmaz’ demişti atalar.

      Daneker ile yirmili yaşlarında karşılaşmıştı. Buralarda at bakıcılarının hayatı çoğu zaman doğduğu yerin dışında geçerdi. Temmuzun sıcağı tepesine vurduğu için büyük çam ağacının altına sığınarak uzanmıştı. Atları da çam ağacı gölgesinin bir parçasında yayılıyordu. Budak’ın kulağına gelen çıtır çıtır seslere baktığında atlı bir kadının yanına yaklaştığını görmüştü. Hemen üzerini düzelterek yerinden kalktı. Kadın sağ eliyle atın eyerini tutup sol eliyle arkasında oturan çocuğu destekler vaziyette atın yuları yerde sürüklene sürüklene ve dizgini de düşecek gibi üzerinde oturana rahatsızlık verecek şekilde geliyordu.

      – Ağabey tutar mısın? dedi ağlamaklı sesle yalvararak.

      Sarışın kadını hemen tanımıştı. Taldıbulak’ın eteğinde oturan Kemelbay adında birinin karısıydı. Sürüklenen yulara at bastıkça yular atın başını ileri geri hareket ettirdiği için at da çok yorulmuştu, Tazabek atın yanına yaklaşarak ‘Dırrr’ deyince at hemen durdu.

      Tazabek ilk önce sürüklenen yuları toplayarak kadının eline verdi. Ondan sonra atın boynundan düşen dizgini verip heybenin üzerinde uyuyan çocuğu da kucağına aldıktan sonra yolun kenarına yerleştirdi. Uyandı mı diye yüzüne bakmıştı ama çocuk ses vermedi, uykusu çok derinmiş zavallının. Kadın at üstünde yorgunluktan hareketsiz oturduğu halde hiçbir ses vermedi.

      – Haaa, Senide mi kaldırmam gerekiyor? dedi dalga geçerek.

      – Kaldırabilirsen kaldır! Attan inecek halim de kalmadı zaten.

      – Gel! Nerden geliyorsun?

      – Akrabalarıma gitmiştim.

      Kadın sağ ayağını üzengiden çıkarıp, eğilerek inecekti ki sol eliyle atın dizininden tutarak Tazabek kadını kaldırdığında düşmesin diye önce bir elini sırtına dayayıp sonra bir eliyle de bacaklarına destek yaparak kucağına aldı.

      – Ben seni tanıyorum, hep görüyordum dışarıdan! dedi kadın, herifin kucağındayken,

      – Sen Tazabek’sin.

      – Ben de tanıyorum seni, Daneker’sin. Seni her gördüğümde ‘Güzelliğine bak!’ diyordum.

      – Ben de seni, ‘Çok yapılıymış!’ diye…

      – Hım? ‘Çok yapılıyım’ diye hoşuna mı gitti?

      Kadın onaylar gibi gülümseyerek gözünü kapattı sonra da başını salladı.

      – Hayır, sadece hoşuma gitti.

      – Neden?

      – ‘Nasıl iri yarı biriymiş?’ diye.

      – Nasıl olduğumu bilmek istiyorsan şöyle bir yanıma otur da bak ama beni boğacaksın, önce elini boynumdan çeker misin?

      – Çekmesem ne yaparsın?

      – Ne yapayım? Etrafımı göremiyorum düşeceğiz şimdi.

      – Düşelim mi? Seninle karşılaşmasaydım zaten nerede düşeceğim acaba diye korkarak geliyordum. Allah’ım, şu çocuğun ağır uykusuna bir bak! Bir iki kere dokunduysam da hiç hissetmedi. Uykuculuğu tam babasına çekmiş, hatta babasını bile geçti. Ahıra kurt saldırsa bile uyanmaz. Seninle karşılaştıran Allah’ıma şükürler olsun! ‘Düşersem de orman da düşeyim ki en azından bir ağacın dalından tutarsam ölmem’ diye düşünüp duruyordum.

      – Ölmediğine şimdi inandın mı? dedi Tazabek kadınla yüz yüze gelerek.

      – Ayaklarım daha yere değmedi ki nasıl inanayım? dedi kadın gülerek.

      – O zaman ayaklarını da değdirelim.

      Attan yere indiğinde düşmediği için Daneker Tazabek’e gülümsedi.

      – Şimdi neden bakıp duruyorsun?

      – Eee, ne yapayım?

      – Yaklaşsana! Yemeyeceğim.

      – Ben belki yiyebilirim?

      – Yersen yiyebilirsin. Beni kurtaran insan canımı istese bile kaybedecek bir şeyim yok! dedi.

      Yanına gelip kollarının üzerine uzanıverdi, Daneker’in bakışları Tazabek’in boynuna düğümlendi. Kadının sıcacık nefesi kanı kaynayan Tazabek’in içindeki ateşi uyandırıverdi. Tazabek başını kaldırırken kadının göğsündeki düğmeleri açılınca heyecanlandı.

      – Tazabek ağabey, yoldan biraz uzaklaşarak gidelim, dedi kadın hala kucağında yatarak.

      – O zaman kalk!

      – Kalkamıyorum,