dedi Ömerali yüzünü sıvazlayarak. Tilevli’nin kızı ise Allah dilediğimizi vermiş. Hatun, tatlılarını hazırla yarın ikimiz Tilevli ile Ajiken’e gidelim.
– Önceden haber vermeden, bir şey demeden nasıl olur acaba?
– Öyle olacak! Haber vermeden geldin diye Tilevli bizi evinden kovacaksa kovsun! Hem durumuzu anlatırız hem de ikram edilecek yemeğe çağırırız.
Tazabek, yerinden gülümseyerek kalktı. Jameş de ağabeyine gülümseyerek baktı. Kalişa da sevinçle kocasına baktı. Çoktandır çözülmeyen düğümü kolayca çözdüğüne hem şaşırdı hem de sevindi.
Güneş tam tepedeyken yamaçta oynayan Ağıntay’ın iki oğlu ve bir kızı Şeyi’ye koşarak geldiler,
– Abla! Jaydak Bulak tarafından iki atlı geliyor! dedi ikisi yarışırken. Şeyi, Jameş’in atını hemen tanıdı fakat üzerindeki o değil orta yaşlı bir kadındı. ‘Belki annesi olabilir, dedi tahmin ederek. O zaman yanındaki babasıdır’.
Misafir geldiğini ağabeyi ile yengesine kapıdan haber verdi ve kendisi evden uzaklaşarak gitti. Ağıntay ile Jüzük evden koşarak çıkıp misafirlerle yüksek sesle selamlaştı.
Şeyi’nin tahmini doğru çıkmıştı. Gelen Tazabek’le Jameş’in anne babası Ömerali ile Kalişa idi. Derhal koyun kesilip, hemen kavurma hazırladıklarına göre anne babasının razı olduklarını hissetti. Tazabek’in, ‘Tez vakitte anne babamı seni istemeye göndereceğim!’ diye sözünü tuttuğunu düşündü.
Babası Tilevli, Şeyi’ye göre katı yürekli ve adil, kimsenin düşünmediğini düşünen, kimsenin bilemediğini bilen, yapısı çok farklı bir kişiydi. Davranışı ve karakteri biraz farklıydı. Eski Kazakları över, şimdiki Kazakların çoğunu küçümserdi. Babasının konuşmalarına bakınca kendisi övüngen; tek atını sevdiği birisine üzerinden inip verecek kadar cömert, korktuğunu ve şaşırdığını belirtmek istemeyen gururlu birisiydi. Kendisinin yaptığı doğru, yanlış olsa da dediğinden vaz geçmeyen hem cesur hem inatçıydı. Birisinin kendisinden üstün olduğunu kabul etmeyecek kadar kıskançtı. Bugün birisinin ‘eee, tamam’ demesinin yarın kendisine kazılan çukur olduğunu fark etmeyecek kadar saftı; birisine hediye vereni seven ve almaya da kötü demeyen, her nasılsa tüm iyi ve kötülüğü kendisinde bulunan Kazaklar gibiydi. O, övülünce dağın zirvesi gibi gururla omuzları yükselen, beğenilmediğinde de yardan düşecek Kazaktır. İlginç olanı Şeyi’nin babası için tüm söyledikleri hakikat gibiydi. Kazak, gerçekten kimseye benzemeyen, masallarda yaşayan ilkel halkın kalıntısı gibi bir halktı.
Bunların hepsini bilen, herkesle sohbet ederek anlatan babası bugün tamamen başka birisiydi. İki kelimenin birinde ‘Ömeke3, Ömeke’ diye Tazabek’in babasının önünde kendini küçük göstermişti. Tazabek, babasına çekmiştir, İhtiyar Ömerali, bağdaş kurarak oturduğunda da büyük görünürdü. Konuşması ve karakteri de görünüşü gibi sertti. Şeyi, sofradayken babasının sohbetlerini dinledikten sonra iltifatını anladı. Ömerali, çok düşünen ve fikrini açık söyleyen açık sözlü bir kişiydi. Kazakları ağır işe alacak diye Çarın fermanına Albanların nasıl davrandığını Ömerali bizzat gördüğünü ifade etti.
İlk önce Akjelke-Podborkop, Albanların en iyileriyle beylerini pazardaki beyaz sarayına çağırıp ‘Üç gün içerisinde savaş için ağır işe gideceklerin listesini verin! diye emretmiştir. İki üç günden sonra pazarın arkasındaki Ait tepesinde toplanıp ‘Gençleri verelim mi vermeyelim mi?’ diye istişare eden yaklaşık üç yüz dört yüz kişi, arasında Ömeken de vardı. Jamenke hemen, ‘Çarın niyeti bozulmuştur. Artık ona akıl verecek değiliz, o da fikrimizi dinleyecek değil. Çar bizi düşünmezse, Çarı dinleyen Alban’da yoktur. Kısacası, direnme zamanı geldi. Onun konuşmasının ardından Uzak devam ederek, ‘Çar sözünü tutmadı. Biz ilk geldiğimizde, ‘Kazaklardan asker almayacağız, fakat her ocağa bir som yirmi kuruştan vergi vereceğiz demişti. O verilen sözü, yazılan mektubu baba Savrık, Tezek asilzadenin evinde kendi gözleriyle görmüştür. Vaad, Allah’ın sözüdür. Kendi sözüne bağlı kalmayan Çara biz de saygı göstermeyiz’ dedi. O arada Irakımbay biraz sakinleştirmek ister gibi, ‘Gençleri vermiyoruz diyelim, tamam. Fakat hükümet asker gönderip sulh olan milleti yok ederse ne yaparız?’ demişti, Jamenke ona karşı, ‘Bizim için dönülecek yol yoktur. Versek gençler ölecek, vermesek yaşlılar. Gençler ölmesin de yaşlılar ölsün! Gençleri vermeyeceğiz, bitti! Benim diyeceğim bu! Başkasını kendiniz bilirsiniz!’ dedi. Tazabek’in torunu Avbakir de bağırarak, ‘Çar, Kazakları asker verse de yok eder, vermese de yok eder. Çünkü ona halk değil, Rusları yerleştirecek toprak gerekir. Boşu boşuna oturup ölmek yerine insan gibi savaşıp ölelim. Gücümüz yetmiyorsa Çin’e kaçıp kurtuluruz. Fakat yerin, suyun sahibinin olduğunu Çara bir hatırlatalım!’ dedi. Sonra Uzak yine bağırarak, Kazak’ın topuzla sopadan başka silahı yoktur. Öldüreceğiz diye Ruslar yerinde duramıyorlar. Silahlanalım! Pişmanlık duymayalım! Çoluk çocuk ve kadınları yarın düşmanın bulamayacağı ormana götürelim. Kazaklar hiçbir zaman birisinin toprağını almak için savaşmamıştır, sadece kendi yurdunu korumak için savaşmıştır. Düşmana karşı çıktığında cesurluk nasıl şartsa, birlik de onun kadar lazım. Eğer aramızdan birisi memleketin birliğini bozarak ihanet ederse, kendisine de evladına da acımayacağız! Buna ant içeriz!’ diye yerinden kalktığında, halkın hepsi, ‘Ant içelim! Ant! diye yerlerinden fırlayarak kalktı.
– Eee! dedi babası, aklındaki bir şeyi hatırlayamamış gibi çatık kaşla düşünüp,
– Çıldırmış halkı durdurmak şimdi zor olur. Yoksa Irakımbay’ın dediği gibi tehlikelidir. Gençlerin hiçbirini askerlik için vermeyeceğiz desek, ona sinirlenen Ruslar hiç birimizi sağ bırakmadan öldürebilir. Onun da savaş için bahane aramadığını kim söyleyebilir?
– Doğru söylüyorsun! Bu, Ruslara çok iyi bir bahane olacaktır, ‘Çara karşı çıktı’, diyerek hepimizi yok ederler. Sonra Kazakları kim korur ve suçsuz olduğunu kim ispat eder? Avbakir konuştuktan sonra Saylıbay’ın oğlu Semtik, ‘Kahramanlığı sen de uygunsuz yerde yaparsın ya, zavallı’ diye küçümseyerek konuştu. Ben tam yanında oturuyordum. Yüzüne bakıvermiştim hiç çekinmedi. ‘Cesaret akıla eşlik edemez, kahramanın tevekkeline akıl eşlik edemez’ dedi imalı şekilde. Nasıl olur size göre gençleri vermemiz doğru mu? demiştim, ‘Kendinden güçlüye öfkeni değil aklını göster. Öfke, öfke çağırır, güçlünün öfkesi dediğini yaptırır, akıl ise aklı çağırır, zayıfın aklına güçlü de eğilir’ dedi.
– Doğrudur! Onun demek istediğini ben de anladım. Gençler ölünce sadece yaşlılar ölmeyecek, çoluk çocuk, koca karı hepsi ölecek anlamında. Durum Semtik’in dediği gibi olsa ne olurdu?
– Nasıl olsa milletin başına bela oldu, Tilevli. ‘Artık evlatları düşünmezsek mundar ölürüz’ dedi Ömerali evdekilerin hepsine tek tek bakarak.
– Çocuklardan sadece sağ salim kalan Tazabek’in kaderi için endişeleniyorum. Sonunda karımla birlikte sizlerle danışmaya geldik. Acele oldu fakat acele etmekten başka çare kalmadı. Tek çocuk diye hiç üstüne varmadık, o da evlenmeyi düşünmüyordu. ‘Eee, nasip olsa evlenir’ diye bizde gönlümüzü rahatlattık. Oğlumuzdan torun sevmezsek, bu tehlikeli vakit oğlumun kendisini kaybedecek gibi tehlikelidir. Bu konuda sizinle biraz konuşmaya geldik.
– Tabi ki, olur Ömeke, dedi babası Şeyi’nin oturduğu tarafa yan gözle bakarak.
Zaten konuşmanın nedenini fark eden Şeyi bu ahvali kendi kulaklarıyla duyduktan sonra nasıl kalkacağını nasıl oturacağını bilemedi. Onu babası fark edince