canım! Kendim haber veririm!
Nikâhı yapılıp dünürler arasında koyun kuyruğu ve karaciğeri yendikten sonra Şeyi kendisinin Tazabek’in karısı sayıldığına, onun da giizlenmeden gelmesine hakkı olduğundan ve sözünü tuttuğundan gururlandı.
Tazabek gittikten sonra Ağıntay babasına gelip,
– Yarın ben kendim gidip geleyim! Sopayla topuzdan başka silahı olmayan Kazak, silahlı Ruslara ne yapabilir ki? dedi halının bir köşesine otururken. Yaşlı insan, başına bir şey gelirse diye endişeleniyorum!
Şeyi babasının cevabını nefesini içine çekerek bekledi. ‘Gitmezse cesaret edemedi’ diye düşündü.
– Oğlum! dedi Tilevli, oğlunun yüzüne bakıp oturuş şeklini değiştirmeden,
– Seni koruduğum için ölürsem, şehidim. Eskiden atalarımız evladı için kendilerini feda etmiştir. O geleneği bozup vicdansız olacak değilim. Seninse anne babanı, çoluk çocuğunu ve halkını korumak vazifendir. O yüzden çok konuşma, git ikimize de kayın ağacından iki topuz yap. Ne olursa olsun halkla birlikte yaşayacağız. Öyle yapmazsak ‘Andı bozanı ant çarpar’ oğlum! Geçen gün Ömeken anlatmamış mıydı Alban komutanlarının nasıl ant verdiklerini!
Bu sohbetten savaş hazırlığı hisseden Şeyi annesine korkarak baktı fakat annesi bir şey demedi. Çünkü erkeklerinin bu anlayışı terk etmesi, ‘Halk için savaşmayın, kim ölürse ölsün, siz sağ olun’ anlama gelirdi.
Babası ve oğlu henüz kurumayan topuzu ellerine alıp sabahleyin Karkara’ya gittiler. O gidişten geceye kadar dönmediler. Evdekiler meraklanmaya başladı. Herkes kendi düşünceleriyle fakat bir birine söylemeden ah çekiyordu. Üçüncü günü sabahleyin Ağıntay’ın tek başına gelip attan indiğini ilk gören Şeyi şaşırıp donakaldı. Ajiken ise hemen bağırarak,
– Evladım! Babanı nerede bıraktın? diye oğluna doğru koştu.
– Anne! Babam sağ salim! dedi yere otururken.
Şeyi’ye ağabeyinin gözleri biraz şişmiş gibi göründü. Ağladığı belliydi. Hemen söylemediğine göre bizi kandırıyor diye düşündü.
– Sağ salim ise nerede şimdi babam?
– Tazabek’in evinde.
– Yaralı mı yoksa? dedi annesi korkarak.
– Ömeken’i silahla vurdular, anne!
– Nasıl vuruldu? Sağ mı?
Ağıntay başını salladı,
– Pazara doğru yürürken karşıdan silahla vuruldu. Babam, ben, Tazabek ve Ömeken yan yana gidiyorduk. Ömeken atını kucaklayarak yıkıldı. Tazabek’le ikimiz yardım etmeye çalıştık. Fakat baktığımızda göğsünden vurulmuştu.
– Aman Tanrım! Ne yapacağız? dedi Ajiken telaşla korkarak. ‘Ne yapacağım?’ sorusu Şeyi’yi de korkuttu.
Ömirbek’i defnetmeye evdekilerle birlikte Şeyi de gitti. Daha gelin olmadan o eve uğursuzluk getirmiş gibi kendisini suçlayarak milletten uzak duruyordu. Bir an ağabeyinin yanına geldiğinde çevresindekilerin çoğunun konuşması askere alınma hakkındaydı.
– Ne için askere alacak, nereye götürecek, ben hala anlamıyorum, dedi iri yarı olan, kendisini güçlü olarak gösteren yüzü geniş delikanlı.
– Nereye mi götürecek? Ruslarla Almanların savaştığı yere götürecek! dedi birisi, bir şey biliyor gibi.
– Rusları kurşunlardan koruyacak derin çukurlar kazacakmışız! Ona da ‘siper’ deniyormuş!
– Eee, biz çukur kazdığımızda Almanlar çukuru kazıp bitirsinler diye bekleyecek miymiş? Ateş etmeyecek mi?
– Tabi ki ateş eder! Yoksa bu Kazak’mış diye acıyacak mı sanıyorsun?
– Bizim öyle göz önünde öldürülmemizin Ruslara ne faydası var?
– Bir faydası Almanlar, Rusların yerine bizi öldürürler, ikincisi, biz ölünce bizim topraklarımız, her şeyimiz Ruslara kalır. Sahipsiz kalan yeri sahiplenmekten başka ne yapılır? Zaten her sene çoğalıp, güzel yerlere yerleştiklerini görmüyor musun?
– Askere gitsen Rus diye Almanların elinde öleceksin, gitmesen, gitmedin diye Ruslar öldürecek diyorsun yani.
– Aynen öyle.
– Öyleyse sonuç hep ölüm! En azından kendi toprağımızda ölmeyelim mi?
– Ben de onu düşünüyorum!
Gençlerin böyle konuşmaları Şeyi’yi korkutsa da onların cesaretleri biraz güç verir gibi oldu. Fakat Tazabek’le ikisinin durumunun ne olacağını sadece Allah bilirdi. İnsanların hayal etmekte zorlanacakları zalimliklerin yaşanacağı bir devir gelmiş gibiydi., Düşünemediği korkunç olayları sanki insan dışarıda izliyor gibiydi.
Kendisinin Albanların içinde Sarı diye bilinen atalardan, annesinin Kızılbörik diye anılan soydan olduğunu biliyordu. Onlar her sene kışında Jalanaş’ın batı bölgesinde, yazın da Sırt’ta yaşıyordu. Orta Merki’de genelde bir iki gün kalırlardı fakat memleketin huzursuzluğundan dolayı bu sene uzun süre kaldılar. Tazabek, Albanların içinde Almerek ve onun Janibek diye bilinen kolundan geliyordu. Onun da annesi, Kızılbörik soyunun kızıydı. O taraftan ikisi akraba idi. Babalarının birbirlerine arada bacanak demesi ondan dolayıdır. Almereklerin yurdu Kulık dağının öteki karşı eteği ve Saha tarafının hepsidir. Kulık dağı, Şarın nehrinden doğuya doğru, Jalanaş dağı ise onun güney taraf karşısında İki Aşa’ya kadar uzanmaktadır. İkisinin arası doğuya doğru genişleyip bir birinden uzaklaşıyordu. Doğuya doğru sırayla Toğız Bulak, Şet Merki, Aral, Orta Merki, Jaydak Bulak, Kensu veya Bas Merki, İki Aşa denilen her yer, her su o Jalanaş dağının eteği olan yeşillik yerler. Bunlardan doğan nehir ve bulaklar Kulık dağının güney tarafından akan Keğen suyuna ve Aktoğay’la birleşip Şarın’a akar. Şarın’ın başı Aktoğay, ortası Köktoğay, eteği ise Sartoğay’dır. Suyun iki yakasındaki uçurumlar, su ile rüzgârın oluşturduğu mükemmel manzaralar, biri kahramana, biri ozana benzeyerek ilgi çekerken, diğeri de korkulu bir şeylere benzetilerek korkuturdu. Kazakları yöneten Rusların ilgisini böyle yerler çekmezse neresi çekerdi? Ruslar, şimdiden Jalanaş köyünü avucunun içinde oynatıyordu.
Babasının ölümü Tazabek’i birden yetiştirdi ve çok değiştirdi. Mal mülkün artık kendi sorumluluğunda olduğunu düşünüp Vasily’nin atlarını geri verdi ve akrabalarının oturduğu İki Aşa yaylasına ailesiyle taşındılar. Şimdi onun aklındaki tek şey babasının intikamını almaktı. Karkara pazarındaki birçok askere tek başına saldıramayacağını ancak bir Rus’u kurşunlamadan da yerinde duramayacağını biliyordu. Fakat sonunda bir çözüm bulacak gibiydi. O düşünceyle Vasily’nin verdiği silahı yanına alıp yine Karkara tarafına gitti.
Halk telaş içindeydi. Orta Merki’nin yukarısından Jalanaş’tan Karkara’ya, Karkara’dan Jalanaş’a doğru göçen halkı Şeyi her gün görüyordu. Tazabek’in şimdi pazar tarafını gözetlediğini bildiği için her kalabalığı gördüğünde yüreği ağzına geliyordu. Rusların eziyetine dayanamadığı için çatışan yiğitlerin ve onlar için telaşlanan milletin kaderinin nasıl olacağı belirsizdi. Hapiste yatan Avbakir’in akrabaları çok telaşa düşmüşlerdi fakat telaşın ötesinde çatışma, ölüm olduğunu kendileri bile anlayamayacak haldeydi. Ölümü tehlike değil cesurluk sayıyorlardı artık. Babasının bir övüp bir yerip durduğu Kazaklar için bu zulümden kurtaracak çare bulmak şimdilik belirsizdi. Şeyi,