yere indirerek o arada Sopıya yarasına tekrar bakıp sardı.
– Kalçasını yarıp kurşunu çıkarsak daha iyi olurdu, yoksa iltihaplanır diye korkuyorum da ne bileyim? dedi Sopıya.
– Sen yarmasını biliyor musun? Korkmayacak mısın? diye Tazabek yüzüne şüpheyle baktı.
– Tilevli ağabey kendini vuran kurşundan korkmadıysa ben niye korkayım ki! Bende sadece alet yok!
– Onu nasıl bulacağız?
– Jalanaş’ta Sergeyçük adında bir sağlık memuru var. Kendisi gelip görse daha iyiydi! Gelemezse aletini verir!
– O zaman kaynatamı eve yetiştirelim. Ondan sonra Jalanaş’a ikimiz birlikte gidip gelelim.
– Hayır! Tazabek, sen hiç rahatsız olma! Sopıya’yı ben kendim götürüp geleceğim. ‘Sen kimi olursun?’ diye sorarsa, ben kocasıyım derim, sen ne diyeceğini bilemeden şüphelendirirsin!
– Vay be! Senin böyle kıskanacağını hiç düşünmemiştim?
– Kıskansam da kıskanmasam da eşimin başka bir erkekle gitmesine nasıl razı olabilirim?
– Tamam, tamam! dedi Sopıya yavaşça Kojak’ı omuzuyla dürterek,
– Şakalaşmayı bırakın! İlk önce yaralı kişinin durumunu düşünün!
Tazabek hemen kendi fikrini söyledi,
– Jomart ikimiz ormandan iki üç tane sırık bulup ondan sedye yapalım. Sonra kaynatam da biz de zorlanmayız.
– Ama dikkat edin! dedi Sopıya Tilevli’den biraz uzaklaşarak,
– Bu düşmanlar Fon-Berg’in cellatları olabilir! Onunla şakalaşmayın! O zalim tepenin önünde gizlenmiş olabilir.
– Berg de kim oluyorr? dedi Tazabek bir şey anlamadan Sopıya ile Kojak’a bakarak.
– Benim aslında Kazaklarla birlikte olmam o Berg’in sayesindedir. ‘Kötü kişi sırrını söyleyeceğim diye gerçeği söyler’ diyerek eğer Kojak alınmasa anlatayım sizlere.
– Anlatabilirsin, başka birisinden duyacağına, kendi kulaklarıyla senden duysun!
– Sizin haberiniz var mı yok mu bilmiyorum! Ben, Kojak’ın karısı olalı sadece bir gün oldu.
– Vaay! Ne ilginç! dedi Jomart gülerek,
– Ben bunlar çoktan evlenmiş diyordum! Hep birlikte yaşıyor, beraber oluyorlar, ne bileyim?
– Yalan söyleme, Jomart! Biz birlikte olmadık.
– Ruslar evlenene kadar birlikte yaşayabilir diyorlardı, ne bileyim?
– Şuna sus diyecek birisi yok mu, hiç konuşturmuyor ki?
– Tamam, yeter! Kaynatamdan utanmıyor musun? Berg denen zalim kimmiş öğrenelim.
– Tazabek ağabey! Onun babası da kendisi de Jarkent tarafında görev yapan kişilermiş. Fon-Berg dediğine göre kökü tam Rus olmayabilir. Dün sabahleyin babam dışarıdan üzgün geldi. ‘Dün Kazaklar Başarin ile Zubkov’un evini yıkıp kendilerini öldürmek istemişler. Ailenin hepsi ormana saklanıp sağ kalmışlar. Onlar bize de rast gelebilir! Başarin’e gidip kendi gözümüzle her şeyi öğrenelim’ dedi. Babamla ben ve ağabeyim arkasından gittik. Geldiğimizde evin etrafı asker doluydu. Saydım, Berg ile birlikte yirmi dokuz kişi vardı. Berg iki yardımcısıyla birlikte Başarin’in yanında oturuyordu. Babam durumu sormuştu, o an Berg bir başladı. Allah’ım, öyle övünen birisini hayatımda görmemiştim. ‘Beni Bakan Kravçenko’nun kendisi gönderdi, dedi tam Çar görevlendirmiş biri gibi. Kazaklar ‘Rusların arı kovanını yıkıp kendilerini de dövüyormuş. Gidip dağıtın onları’ diye emir vermiş Kravçenko. Sonra hemen yola çıkıp Karkara’dan Taldıbulak’a gece bir gibi gelmiş. Gece iki gibi Kazak güvenliğiyle karşılaşıp onu vurmuşlar. Tam savaşta gibi övünüyordu. Konuşmalarına dikkat edilirse Kazaklarla Ruslar arasında çok zorlu bir savaş oluyor gibi. Sabah beş gibi Tüp nehrinden geçip bir köye girmişler. Köyün dışında duran iki nöbetçiyi de vurup öldürmüşler. Onlar nöbetçi mi yoksa öylesine giden yolcu mu onu sadece Allah bilir. Çünkü onlar Berg’e karşı gelmemiş. Berg onlarla ne yaklaşmış ne konuşmuş, gürünce hemen vurmuşlar. O iki nöbetçinin feryat seslerinden köy uyanıp bunlara karşı öylesine ateş etmişler. Berg’in yaverleri köye baskın yapıp sabahleyin tatlı tatlı uyuyan Kazakların yaklaşık ellisini öldürmüşler. Kendisi, ‘Kazakları öldürdüm’ demiyor da ‘isyancıları öldürdüm’ diye övünüyordu. Bak, gördün mü onun isyancı dediği köylüler olaylardan habersiz uyuyan Kazaklardır. Diğerleri ise her şeyini bırakıp dağa kaçmışlar dedi hiç utanmadan. Silahsız kadın, çoluk çocuk başka nereye kaçsın ki? Dağın sığınak bir yer olmasına da şükürler olsun! Zor dayanıp dinliyordum, çok sinirlerim bozuldu. Sanki silahlı askerlerle savaşıyor gibi övünüyordu. ‘O saldırıda Aysa diye bir Taranşı4 cesurluk gösterip iki isyankâra ateş etti’ diye övündü. Silahsız Kazaklara saldırmayı cesurluk sayan akılsız kişiye ne dersin?
– Onların arasında Taranşı ne yapıyormuş? Kazaklara karşı onun ne kini varmış?
– Onu ben nereden bileyim Jomart! Berg’in kendi söylediği, işte! O köye saldırdıktan sonra başka köye gitmişler. ‘O köydekiler bizi görünce hemen mızraklarını ellerine alarak bize karşı çıktılar’ dedi Berg. Bunun isyancı dediği kişileri gördün mü, hepsi kendi köylerinde sakin yaşayan Kazaklar! Onun askerleri ikiye bölünüp köyü kuşatarak hepsini öldürmüşler. ‘Savaşta seksen kişiyi öldürdük ve on ikisini de yaraladık’ diyor hiç çekinmeden. ‘Savaşta’ diyor hiç utanmadan, sanki Kazaklar ellerine kılıç alıp başkaldırmış gibi! Dediğine göre burada da sağ kalanlar dağa kaçmış ve evlerini de yakmışlar! Fakat evin çoluk çocuk ve kadınlarının nereye gittiğinden hiç bahsetmedi. Karkara’ya doğru giderken yolda kendi elleriyle dört kişiyi öldürüp, on evi yakıp ve Başarin’e geldiği anmış. Ben dayanamadan, ‘Evi yaktığında o evin çoluk çocuğunu, kadınını nereye gönderdiniz? Yoksa onları da mı yaktınız? demiştim. Berg hemen yerinden kalktı. ‘Düşmanın çoluk çocuk, kadını olmaz yoksa onlara mı acıyorsun? dedi bağırarak. Ben de yerimden kalkarak ‘Savaş alanında kendinizle savaşan düşmana değil Rusya’nın kendi halkına, öz yurdunda kendi köyünde, kendi evinde uyuyan halka saldırdığın için hiç utanmıyor musun? En azından askerinin birini öldürdüğü için saldırdıysan o zaman anlarım. O zaman söyler misin o kadar insanı ne sebeple öldürdün? dedim. Titreyerek iki üç kere elini silaha götürerek ne yapacağını bilemeden çok sinirlendi. Sonunda, ‘Of, hain!’ dedi başını sallayarak. ‘Dikkat et, kelimelerine, görgüsüz! Baba! Ağabey! Sizler de mi bu zalimle birliktesiniz? Günahsız, silahsız halkı öldürdüğü için gururlanan sizin gibi Rus askerine lanet olsun! dedim ve evden çıkıp gittim.
– Vaay! Kurbanın olayım Sopıcan’ım! Hey! Sen öyle yapmazsan Sopıya olmazdın? ! diye Tazabek kucağına aldı. Dayanamayıp gözlerinden yaş aktı.
– İşte bu, cesaret! dedi Jomart gülümseyerek,
– O zaman babanla ağabeyine ne oldu? Onun yanında kaldılar mı yoksa seninle birlikte gittiler mi?
– İkisi peşimden koşarak yetiştiler. ‘Nerede, nasıl konuşacağını bilmiyorsun. Kendi devletine kendin karşı koyuyorsun. Onu da Kravçenko’yu da devlet görevlendiriyor ki? diye babam azarladı. ‘Artık bizi ne Kravçenko ne Kazaklar korur, boşuna öleceğiz’ diye ağabeyim kızdı. Sonra düşündüm ki, artık bu evde bana huzur yok. Üzerime giyecek bir şeyler alıp ‘Kojak neredesin?’ diye evden çıkıp gittim.
– Babanla