Beksultan Nurjekeuli

Ey Dünya Ey


Скачать книгу

uzun hikâyedir! Dinlemek size ağır gelir, anlatmak da bana zor olur! Kısaca böyledir! Karkara’dan sürgün ederek Karakol’un hapsinde tam on gün yattık. On birinci günü altı asker gelip ben, Jamenke ve Uzak üçümüzü zincirleyip sürgüne gönderdiler. Jamenke hastaydı, ben destekleyerek götürdüm. ‘Sorguya alabilirler, hepimizin ifadesi aynı olsun’ dedim ikisine fısıldayarak. Mahkeme ilk önce beni sorguladı. ‘Orduya gençleri vermeye ne dersin?’ dedi tercümanla çevirterek. ‘Karşıyım’ dedim sesimi yükselterek o iki ihtiyar da duysun diye, ‘Sizden asker almayacağız diye pek çok vergi ödettirdiniz, birçok yün topladınız, evimizi bile aldınız. Asker vereceksek ilk önce onların hepsini ödeyin, geri verin!’ demiştim, tamam diye hâkim bir küfretti.

      – O ne demek istemiş? dedi Tilevli.

      – Ne bileyim, her nasılsa çok öfkeliydi! Masaya üç kere üst üste vurdu. Sonunda öleceğiz diye lafımı hiç esirgemedim. Benden sonra Jamenke’ye sıra geldi. ‘Sende mi asker vermeye karşısın?’ dedi kulak kabartarak. ‘Vermeyeceğiz deyin!’ demiştim, yanımda duran asker tüfeğiyle beni dürtüverdi. Ben de ona vurarak tüfeğini elinden aldım. Hepimizi vuracak diye hepsi korktular. Biri askere kızarak birisi tercümana bir şeyler söyleyerek aniden herkes telaşlanmaya başladı. Sonunda tercüman yalvararak tüfeği benden aldı.

      – Tüh! Hiç olmazsa birisini bari vursaydınız ağabey, deyiverdi Ağıntay.

      – O zaman bilemedim ki bizi öldüreceklerini! Bilsem, ne olursa olsun sonuç ölüm diye öyle yapardım! ‘Askere gençleri verecek misin?’ diye hâkim tekrar sordu. ‘Ben yetmiş altı yaşında ihtiyarım’ dedi Jamenke, ‘Vereceğim diye söz veremem. Birisinin çocuğu şöyle dursun kendi evladıma da sözüm geçmez’. ‘Neden geçmez? Kazak büyüklere saygı gösterir. Verdireceksin!’ dedi hâkim kızarak. ‘Sen büyüklere saygı gösteriyor musun peki? Onlar da senden öğrenmiyor mu? Verecek evladım yok! Vermedi diyorsan benim şanım olsun, şunu kesip al da pişirip yeyin!’ dedi iki eliyle göstererek. Tercüman onu çevirdikten sonra hâkim küfür ederek yine masaya vurdu. Uzak hemen, ‘Gençleri ver diyorsan bizi serbest bırak!’ dedi. ‘Serbest bırakmaya izin yok’ dedi hâkim. ‘O zaman hapiste yatıp sana toplayıp verecek gençlerim de yok’ dedi, hâkim hemen öfkelenerek küfür etti, mahkeme dağıldı.

      – Sorularının hiç de önemi yok ki, dedi Tilevli hoşlanmadan.

      Avbakir’in kızarak konuştukları gittikçe Şeyi’nin hoşuna gidiyordu. Söyleyeceklerini nerede olursa olsun çekinmeden herkesin yüzüne söyleyecek bir kişi olduğunu soğuk yüzü ve görünüşü belli ediyor gibiydi.

      – Sonra üçümüzü tekrar hapse götürdüler. Biraz sonra bir asker Jamenke’ye ilaç getirdi. ‘İçmeyin, o zehir!’ dedim. Uzak, ‘O kadar da değil, korkutalım diye biraz tehdit etmiş olabilirler!’ dedi. Acıya dayanamadığından mı nedir, Jamenke ilacı içiverdi. İçtikten biraz sonra sağa sola dönüp kıvranarak öldü.

      – Allah rahmet eylesin! Mekânı cennet olsun! İyi birisiydi, diyerek Tilevli ellerini yüzüne götürüp dua eder gibi yüzüne sürdükten sonra hepsiyle birlikte Şeyi de ellerini yüzüne sürdü.

      – Ertesi günü Jamenke’yi defnettik! Ondan sonra tekrar altı gün yattık. Yanımızda yedi Rus vardı, birisi bayandı. Onları, bir şey oldu deyip de serbest bıraktılar. Hapiste sadece Kazaklar kaldık. Öğlen üç asker gelip, ‘Avbakir! Çarın size munapas5 kararı var, saat ikide serbest olacaksınız’ dedi dalga geçerek. ‘Ey, bekle!’ dedim onlara, ‘Karar neden o Ruslarla birlikte gelmedi? Söyleseydin, saat ikide ateş edeceğiz diye, köpekler!’ deyiverdim. Kısaca öleceğimiz belli oldu. Namazımızı kıldık, atalarımızın ruhuna dua ettik. Biraz sonra az önceki üç asker yine geldiler. Birinin elinde beşli tüfek, diğerinde tabanca, üçüncüde ise bir tüfek vardı. Gelince hemen demir kapının deliklerinden bize ateş etmeye başladılar. Etrafımızı toz kalkarak duman kapladı. Hemen kalkıp şapkamı giyene kadar sırtımdan iki kurşun değdi. Dönüvermişim üçüncü kurşun yine değdi. Hemen demir kapının altına saklandım. Yanımdaki altı kişi de yerde yatıyordu. Zaten öleceğim dedim ve ateş eden askerin tüfeğini alta doğru çekiverdim. Silkerek çektiğimde asker korkarak bağırdı. Diğer ikisi yardım edip tüfeği aldılar. Askerin yırtılan gömleği elimde kalmıştı. Üçü birden etrafa bakmadan kaçtılar. Neden kaçıyorlar diye etrafa baktığımda içinde bulunduğumuz hapishaneyi ateşe verdiklerini gördüm.

      – Tüh! Kurşundan ölmeyenler ateşte yanıp ölsünler demişler yani? ! diye Ajiken ürperdi.

      – O an Uzak’ın, ‘Eyvah! Göğsüme kurşun değdi, diyen sesi duyuldu, ‘Nasıl olsa aydınlığa çıkıp öleceğiz, yıkın duvarı!’ dedi. Sallaya sallaya kapı tarafından bir tahtayı kopardım. Tahtayla vurup kapının dört çivisini çıkardığımda ağır kapı dışarı doğru düştü. Hepsi hemen dışarı koştular. Ben, Uzak, Sıbankul üçümüz en sona kaldık. Dışarı çıkınca hemen etrafı çevrili duvara doğru atıldık. Uzak’ı kucaklayarak duvardan ileri attım. Zincirli beş Kırgız’ı da ileri fırlatıp kendim de duvara atıldım. Ayaklarıma yapışarak Sıbankul da çıktı. Atlayarak yere indiğimde karşı evin yanında bize doğru silahla nişan alan askeri fark ettim. ‘Sıbankul, in!’ diye bağırdım. Yetişemedi, o anda kurşun değdi. Uzak’ı bulamadım. Yardım ettiğim beş Kırgız’ı görebildim fakat Uzak yoktu. Toz dumandan kaçıp bir Nogay’ın evine girmiştim fakat kapıdan dışarıya doğru sürükleyerek çıkardı.

      – Eyvah, kâfirmiş ya? dedi Ajiken.

      – Kim bilir, o da kendi canı için korkmuş olabilir. Kaçağı evinde sakladın diye çoluk çocuğuyla öldürürlerdi belki! Sonra hiç gücüm kalmadı, halsizdim. Bir ağaç bulmuştum o, dayanağım oldu. Ecelim gelmediğinden olabilir bir eski ahıra girip akşam olana kadar saklandım. Geceleyin yaya yürüyerek Balpak adında tanıdık bir Kırgız’ın evine sabahleyin zor yetiştim. O bir sınıkçı bulup üç kurşunu çıkardı. İltihaplanmasın diye yarama barut döktürdüm. Kırgızlar bir at buluvermişti. Köyüme gelsem ne göreyim, halk tamamıyla korkup Çin’e gitmişler! Ben de kadın, çoluk çocuğumu alıp onların peşine düştüm!

      – Üç mermi yedikten sonra sağ kalman Allah’ın yardımı olabilir, diye Ajiken Avbakirle konuşurken kocasına da arada bakıyordu.

      – Can alıcı yerime değmediği için sağ kalmıştım yoksa insan bir kurşundan da sağ kalmayabilir.

      – Biz de bugün yarın gideceğiz diye hazırlık yapıyoruz. Sadece Avbakir’in kalçasındaki kurşunu çıkaracak birisini bulmak için çocuklar koşuşturuyor!

      – Nerede ağabey, ben bakayım yaranıza! Kırgız sınık-çının kurşunu nasıl aldığını gördüm. Bir insanın yaptığını başka bir insan da yapabilir! Bana yardım edecek biriniz burada kalın diğerleri dışarı çıksın!

      – Biz de yemek hazırlayalım o zaman! dedi Ajiken gelinine bakarak.

      Babasıyla Avbakir’in yanında kalan Ağıntay bir an dışarı koşarak,

      – Jüzük, sobayı ateşle! dedi ilgi göstererek. Kendisi bir kucak odunu eve götürdü.

      Arkasından hemen çadırdan duman çıktı. Birazdan Ağıntay dışarı çıkıp tekrar bir kucak ağaç götürdü. Sonra evden Jüzük de dışarı çıktı.

      – Ne yapıyorlar? dedi Şeyi sabırsızlanıp.

      – Bıçağı ateşte ısıtıyor! Bıçakla kesip kurşunu alacak herhâlde.

      – Eyvah! Zarar vermeden yapabilir mi?

      Biraz sonra Tilevli’nin inleyen sesi duyuldu. Sonra da ‘Ah!’ diye bağırdı.