Jomart ağabeyinle selamlaştın mı?
– Ooo, ağabey! Nasılsın? Kendi ağabeyimi sağ salim gördüğüme sevinip sizi görmemişim!
– Kızlara baktıracak özelliğimiz olmadığı için zavallı biz nasıl öfkelenebiliriz?
– Eyvah! Jomart ağabey öfkelenmiş, şimdi ne yapsam? Küsmeyin, bundan sonra ilk sizinle selamlaşırım.
– Tazabek’i kucakladığın gibi beni de kucaklayarak selamlaş!
– Baş üstüne! Öyle yapacağım!
Tilevli’nin durumunu duyunca Kalişa çok üzüldü.
– Heeey Allah’ım! Neden bu belalar bizim başımıza geliyor? Şeyi’yi yine yakın arada eve götüremiyoruz? ! Jameş, git sen semavere çay hazırla, Jomart evladım çay içsin!
– Anne! Ben Jameş’e küstüm! dedi Jomart.
– Niye? Sana karşı bir şey mi dedi?
– Karkara’da Tazabek silahla, ben ise mızrakla dörtnala gittim! İşte benim hayatım Tazabek’ten daha tehlikedeydi. Fakat Jameş kendi ağabeyinin sağ salim geldiğine sevindi de bana hiç bakmadı! Bu yaptığı doğru mu?
– Yanlışlık yapmış! Ey Jameş! Jomart’ın gönlünü al, tatlılarını getir de güzelce çay ver!
– Baş üstüne anne, hazırlıyorum! Büyük insanın öfkesi de büyük olurmuş. Eve girmeden başlamıştı hala bitmedi. Jomart ağabey! Küsmeyin, ağabeyim yanında senin de sağ olman için annem de ben de dua ediyoruz.
– Şimdi bu lafından sonra öfkem dağıldı. Artık Tazabek’le ikimize hiçbir kurşun değmez! Kadının duası Allah’ın kulağına erkeklerden önce yetişirmiş!
Tazabek gülüverdi ve
– Onu hangi kitaptan okudun? dedi.
– Okuyanlardan işittim.
‘Bu, kardeşime bir kur mu acaba?’ diye Tazabek şüphelendi, öfkelenmeden kendine geldi. Ertesi öğleyin ikisi Orta Merke’ye doğru yola çıktılar. Yoldayken Jomart, ‘Kardeşin Jameş çok şımarıkmış!’ dedi. ‘Hım’ deyiverdi sadece Tazabek.
Kojakla Sopıya Jalanaş’tan çok geç geldiler.
– Neden geç kaldınız? dedi Jomart onlar attan iner inmez.
– Yaaa, Jomart! Sağ salim geldiğimize şükret! Kojak herkese elini uzatarak selam verirken durumu da anlattı,
– Onlar tam zalim bir Rus olmuş! ‘O Kazak nerede yaralanmış? Ruslarla vuruşmuşsa sen neden o Kazaklara acıyorsun? Bu yanındaki kim, kocan mı? Kazak’tan önce senin kendini öldürmen gerekir!’ diye Sopıya’yı azarlamaya başladı.
– Aletleri verdi mi? dedi Tazabek sabırsızlanarak.
– Hayır, vermedi, dedi Sopıya üzülerek,
– Ben onların çirkin yüzlerinden korktum ve sert tavır sergileyen o iki kardeş de adam öldürecek gibiydi. ‘O Kazak Orta Merki’nin neresinde oturuyor?’ diye ince ince soruşturmasından şüphelendim. Buradan hemen ayrılmamız gerekiyor!
– Mermiyi çıkarmadan nasıl gideceğiz? dedi Ağıntay Sopıya’ya üzülerek bakıp.
– Bakıyorum da, bu kurşundan ona zarar gelmeyecek, çünkü iltihaplanmadı! Yakılıp basılan keçenin faydası olmuş olabilir. Kemikle etin arasındaki kurşun belki kararıp yara iyileşir.
– Eyvah! Kurşun çıkmadan kendi kendine nasıl iyileşebilir?
– Tamamen iyileşmese de rahat olabilir, ağabey! Kurşunu alabilseydik tabi ki daha iyi olurdu, fakat onun için aletimiz yok ki!
– Tamam! Ben yarın Karabeldek’e gidip geleyim, dedi Tazabek,
– Orada bir Kırgız kırıkçı vardı, elinden her şey gelir diyorlar. Onu bulup getireyim!
– İşittiğime göre, Kırgızların durumu Kazaklara göre çok kötüymüş. O yüzden gidersek kalabalık gidelim, dedi Sopıya,
– Belki ‘Kırgızlarla anlaşmaya gelen Kazak’sın’ diye ateş eder ya da hapse atabilirler! Eğer yanınızda ben olursam, ‘Eee, aralarında Rus bir bayan da varmış’ derler.
Onlar böyle tartışırken evden Şeyi çıktı.
– Babam hepiniz için eve girsin diyor! dedi Şeyi.
Vedalaşmak mı istiyor diye Tazabek korktu.
– Ağrın mı var, ne oldu? Çocukları neden çağırdın? diye Ajiken de şüphelenerek korktu.
– İhtiyar başını salladı. Sonra biraz sessiz bekleyip gözünü kapatarak dinlendi.
– Tazabek! dedi bir an gözünü açıp, – Şeyi’yle ikiniz yanıma gelin! ‘Ey!’dedi Ajiken’e seslenerek, ‘İki evladını ellerinden tuttur’. Ajiken kızının elini Tazabek’e tutturdu. Dua edeyim ellerinizi açın, evlatlarım! Akşam yaşayan insanın sabaha çıkmayacağı bir devir oldu. Ömeken’in ruhu razı olsun, dünür olalım isteğini kabul edip şimdi hayattayken iki evladıma babalık duamı vereyim, Allah yardımcımız olsun!
Peygamber’imiz kollasın!
Kız oğlanlarınızı hiç eksik etmesin!
Allah bir birinize merhamet eylesin!
Birlikte zaman geçirmek için uzun ömür versin!
Allah, kaza beladan saklasın!
Kazakların mutlu günlerini görmeyi nasip eylesin!
Halkımızla birlikte çoğalın!
Âmin!
– Bu gün evlenseniz de itirazım yoktur, evlatlarım! Huzurlu zaman olursa inşallah düğününüzü de yaparız. Karıcığım, şimdilik elinden geldiğince gerekenleri yap da iki evladı birleştir!
Tazabek bir kızardı bir bozardı ne yapacağını bilemedi. Ne yapsam acaba der gibi bir Şeyi’ye bir Ajiken’e endişelenerek baktı. Sonunda,
– Baba! dedi sesi biraz kısık çıkarak. Dua ve niyetlerininiz için teşekkürler! Sağ salim oldukça Şeyi’yi üzmeyeceğim! İki ocağın bereketini ayırmayacağım, baba!
Sonra da ne yapması gerektiğini bilemeden Ajiken de kocasına endişeyle baktı.
– Çocuklar gitsin mi yoksa daha diyeceklerin var mı?
– Diğerlerini Jüzük’le ikiniz halledin! Kalişa’ya selam söyle, hazırlansın! Sen de acele et biraz, Çin’e gitmezsek burada artık huzur yok!.
– Eyvah! Bu halde nasıl gideceksin ki?
– Yetişirsem giderim, yetişmezsem canımın üzüldüğü yerde bırakırsınız! Ben kendim için değil o evlatlarımızı korumak için kaçacağım. Benim için onların hayatını tehlikeye atmak yerine, onlar için benim canımı feda edin!. Şeyi’yi kutlu yuvasına yerleştirelim de biz de yavaş yavaş kalkalım!
Sabahleyin Tazabekler Karabeldek’e doğru gittiler ve Şeyi ile Jüzük yine hayvanları otlatmaya çıktılar. Tilevli’yi dışarı çıkarmaya Ajiken’in tek başına gücü yetmeyeceği için Ağıntay babasının yanında kaldı.
Sessizce yanında gelen Jüzük aniden Şeyi’yi dürttü.
– Jibek, oraya bak!
Gösterdiği tarafa Şeyi dönüp baktı. Aktoğay taraftan gelen kalabalığa göç de denilemez çünkü yüklenmiş yükleri de yoktu. Hayvan bakan insan mı desem, hayır çoluk çocuk, köpekleri yanlarında beraber bunların evine doğru gidiyorlardı.
– Ruslardan