Babahan Muhammed Şerif

Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat


Скачать книгу

“Ben genç yazarlarımızı sorumluluk gerektiren işlere daha çok yönlendirmeye çalışıyorum, ama şu an onların arasından birini seçemem. Tabii ki, birkaç yetenekli yazarımız var, ben gelecek konusunda onlardan umutluyum. Ne yazık ki, Azerbaycan edebiyatı epey gelişti diyemiyorum, aksine o geride kaldı. Zamanında, örneğin Yusuf Sametoğlu, İsa Hüseyinov, İsa Malikzade, Elçin İbrahimbekov gibi yazarların kaleminden çıkan eserler gibi kaliteli eserler yok şimdi. Ama bizde yetenekli yazarlar var, onlar daha olgunlaşma, tecrübe kazanma aşamasındalar. Yakın zamanda edebiyatımızın yükseldiğini görürüz diye umut ediyorum.” Hakiki bir itiraf! Halbuki, şura zamanından miras kalan pofpoflayıcılar, edebiyat alanında da “abartarak yazmalar” henüz devam etmekte. Birilerine yaranmak için yalan söylemenin gerektiği dönemi kapatmanın zamanı çoktan gelmiştir. Yalanın ömrü kısa, ama sonucu ağır. Bunu büyük nesil vekilleri yaşayıp öğrendi, günümüzün genç nesli de bunlardan kendine ders çıkartması gerekiyor. Yalancılık toplumun da, yöneticilerin de dikkatini dağıtır, sonucunda da doğru yolu bulma fırsatından mahrum bırakır. Böyle bir zamanda Yazarlar Birliğinin başkanı olarak Anar’ın mevcut eksiklikleri görebilmesi, onları örtbas etmeye çalışmaması, gerçekleri söylemesi ve onlara çözüm bulmaya çalışması ibretlidir, alkışa layıktır.

      Edibin içtimai faaliyeti iyilik için hizmet ettiği gibi, bedii eserlerinde de iyilik yüceltilir. Anar’ın yarattığı eserler yüksek kalitesi ile ayrı yere sahiptir. Yazar, neredeyse tüm eserlerinde, öncelikle okura önemli mesajlar vermeye çalıştı ve bunu başardı da. Edip konu, şekil bakış açısından her seferinde yeni bir yoldan ilerledi, kendi içinde tekrara düşmedi, yeni karakterler yarattı. Onun her eseri edebi kesim arasında tartışmalara sebep olmuş, farklı değerlendirmeler yapılmıştır.

      Belirtmemiz gerekirse, farklı düşüncelere sebep olan “İyi padişah hakkında masal” hikayesine bir bakalım. Bu hikaye durgunluk yılları diye adlandırdığımız dönemin en tehlikeli zamanında, 1970 yılında yazılmıştır. Eser güçlü eleştiri, kinayeyle yazılmıştır. Çilistan ülkesinin padişahı adaletli olmasıyla ün kazanmış, o “vatandaşlarına çiçekten daha ağır bir söz demiyormuş. Ne onları rencide eder, ne kafasını alır, ne de darağacına yolluyormuş.” Çok güzel karısı onu bırakıp veziriyle birlikte başka bir ülkeye kaçmış. Bu kadın erkinliğin temsilcisi olduğu için başkaları hatırlamasın diye padişah önce radyo dinlemeyi, sonra haini, hatta uykuda bile görmemeleri için rüya görmeyi yasaklamış ve herkesin gördüğü rüyası hakkında yazılı bir açıklama vermesini gerektiren bir ferman çıkartmış. Rüyaları özel bir araştırma ekibi kontrol etmeye, düzenlemeye, izin vermeye ve nezaret altına almaya başlamış. “Rüyalar düzgün, açık ve net olması gerekir”. İnsanlar “mutluluk ve ferah” içinde yaşıyorlarmış. Herkes rahat rahat uyurken padişah uykusuzluk hastalığını kapmış ve onun aklına şöyle bir fikir gelmiş: “Madem kendin mutsuzsun, herkesin kaygısını çekmen, herkesi mutlu etmenin ne anlamı var? Neden herkes mutlu, sen ise kötü olman lazım?..” Padişah şimdi geceleri kimsenin uyumaması gerektiği hakkında ferman çıkartmış. Padişah ara sıra vezirlerine vatandaşlarım mutlu mu, bizden memnun mu diye sorarmış. Vezirler hep beraber yalakalık edip vatandaşlar mutlu, birbirine karşı gayet kibar diye cevap verir, gerçekleri saklıyorlarmış. Sıradaki fermanla soru sormak yasaklanır. Artık kimse bir şey sormaz, hükümdarın da başı ağrımaz olmuş.

      Hikayenin sonunda vezir padişaha önceki hükümdarların döneminde yasaklanmış, kendisi şöyle bir dursun adı bile unutulan bir ayna parçasını getirir. Padişah çok zeki, tecrübeli, bir bakışta insanın kim olduğunu anlayan birisi olduğu için aynaya bakıp gördüğünün özelliklerini söylemeye başlar. “Bunun cahil yüzünü görmüyorsun, bak, ahmağın, rezilin ta kendisi, bütün dünya ondan nefret ediyor. Kendini iyi birisi olarak gösterse de içi kine dolmuş. Kin tuttuğundan dolayı da bedbaht birisi bu. Öyle bedbaht ki, herkesin mutsuz olmasını ister.”

      Erkinliğin boğulduğu, totaliter hakimin sınırsız hükümranlığına dayanan, her türlü ahmakça isteğin iyilik diye kabul görüldüğü bu durum okuru düşüncelere sürükler. Zeki okur yazarın ne demek istediğini anlar, insancıllıktan uzak olan bu durum sadece totaliterliğe değil, aynı zamanda bağımlılığa da sebep olduğunu fark eder. Boyun eğmek ve düşünce fakirliği – bu totaliterlik ve zorbalığın besleyen illetler olduğunu yazar bedii bir şekilde ifade etmeyi başarmıştır. Hikaye sovyet döneminin aynadaki yansımasıydı, dönemin illetlerini temsili bir yolla açığa çıkartmıştı.

      Edip “Beş Katlı Evin Altıncı Katı” romanında hal edilmesi toplumsal bir sorumluluk haline gelen manevi, ahlaki sorunları ele almış; “Ak Koç, Kara Koç” eserinde içtimai, siyasi meseleleri işlemiştir. Sonraki romanında yazar memlekette iyiliğin karar bulmasında yöneticinin yeri ve önemi meselesini kendine özgü bir şekilde anlatmış ve hodbinlerce atılan adımlar halkın başına çözülmesi zor olan külfetleri getirebildiğini canlandırmıştır. Kısaca, Anar eserlerinin hepsinde iyilik ve kötülük arasında duran insan kaderini tahlil eder ve okuru dönem, toplum, insan için önemli olan çıkarımlar yapmaya yönlendirir. Memleket, toplum için düşüncesizlik, fikri yetersizlik pek büyük bir sıkıntı. Bundan dolayı Anar muellimin fikri yetersizlik, düşüncesizliğin dehşetli sonuçlarını aydınlatmaya, iyiliği yüceltmeye adadığı eserleri okurun kalbinde derin bir yere sahip oldu ve onlar hiçbir zaman gündemini kaybetmez.

      Anar kahraman psikolojisini, ruhsal dünyasını aydınlatmada usta bir yazardır. O bazen gerçekçi tasvirlere sürrealist unsurları ekleyiverir. Eser kahramanlarının davranışları, yaptıkları onun iç dünyasında olanlara uygun bir şekilde tasvir edilir. Anar’ın sonuncu “Nazar Boncuğu” kıssasının kahramanı Ahliman’ın düşüncelerine dikkat edin: “…Çocukluk dönemlerinden beri karşıma çıkan zulümler, hor görülmelerim, enstitüde eğitim aldığım dönemdeki yalnızlığım, kadınların yabancılığı ya da hileleri, dostlarımın dikkatsizliklerine ne demek lazım? … Yada manevi sıkıntılar – yüzüme gülüp, sıkı fıkı görüşenlerin namertliği, en yakınım diye bildiğim öğrencimin ihaneti, babamın şefkatsizliği, annemin yakarmaları, ömrüm boyunca karşılaştığım yalanlar, iftiralar, ömrümü yiyip bitiren haksızlıklar, her gün kanıma verilen damla damla zehir.. bunların hepsinin bedelini almam gerekmez mi?..” Ahliman’ı bu sorular çok zorlar ve onlara cevap bulmaya çalışır, iyilik yolunu seçip seçmemek arasında kalır. Peki, o hangi yolu seçti? İnsanın iç dünyasında bu iki güç arasında hep bir savaş mevcut. “İnsan kendisini kendisi yaratır, isterse Hurmuzd olur, isterse Ahriman olarak yetişir. İnsanın içinde her ikisi de, Hurmuzd da, Ahriman da var”, der eserin kahramanlarından biri. Gerçekten, Rahman – yani iyilik yolunu mu seçer, yada şeytan – yani kötülük yolunu mu seçer, bu insanın kendisine kalmıştır. Allah insana irade özgürlüğünü vermiştir.

      Bu eserde hayatı boyunca haksızlıklarla karşı karşıya kalan, hor görülen, ezilen kişinin ruhsal dünyası belli durumlar, detaylar, çatışmalarla anlatılmıştır. Diri diri gömülen insanın mezarda kendisine geldikten sonraki durumu çok etkileyici bir şekilde resmedilmiştir. “Ağrı… Dehşetli, dayanılmaz bir ağrı… Vücudumun, yüzüm, gözümün her zerresine köz basıyorlar. Acıdan bağırmak isterim… sesim çıkmaz.

      Ağrı… karanlık… Zifiri karanlık. Hiçbir şey görünmez. Gözlerim hiçbir şeyi görmez. Gözlerim kapalı…

      Ağrı… dehşetli, dayanılmaz bir ağrı…” Bu ilk satırlar okurun dikkatini kendisine çeker ve durum gittikçe gerginleşir, dinamizm giderek yükselir ve bu durum eserin çözümüne kadar devam eder. Okurun merakını tutabilmek için büyük yetenek lazım. Anar bu eserinde de yetenek sahibi bir yazar olduğunu gözlerimiz önüne sermiştir. “Dirilerek” mezardan çıkan Ahliman hayat yolunu yeniden bir gözden geçirir, artık iyilik yolundan gitmeye