diye sordu. Rodionov, emin bir şekilde “Gitmem gerek!” diye cevap verdi. Arıların çok yumurtası vardı; yolda bir gecikme yaşarlarsa, yavrular stokları yer ve ölür, arılar da telef olurdu. Yakov İvanoviç iyiden iyiye şaşırmış bir halde “Nasıl başaracaksın?” diye sordu. Rodionov ise onun neden şaşkın olduğunu çok iyi biliyordu. Yaşlı adam yetmiş yılın yükünü, binlerce aile ve kolhoz işini bir kenara atıp çalışmayı yürütmek için Rodionov ile birlikte gitmek zorunda hissediyordu kendini. “Arkadaş, vazgeç bu işten, odun taşımıyorsun ya?” diye ikna etmeye çalıştı onu. Ancak vazgeçmek sezona nokta koymak demekti. Vagon ayrılacaktı. Başka bir vagonu da hemen bulma şansı yoktu. Sonra hava bozabilirdi ve şeker alınması gerekiyordu.
Arılar ile ilgili endişelerin yarattığı telaşın arasında araştırmacı, içinde hem kendine hem de bir arı sever olan arkadaşına gerekli malzemelerin ve ekmeğin bulunduğu çantayı getirmesini belirttiği telgrafı vermeyi unuttu. Engelli olan ve hiçbir meziyeti olmayan İvan Nikolayeviç Vzorodov, trenin hareket etmesinden ancak yarım saat önce ortaya çıktı ve hiçbir şey düşünmeden, kendince kovanların hareket halindeyken birbirine sürteceğini düşündüğü yerlerde boş boş oyalandı. Arkadaşının içinde bulunduğu zor durumu hemen fark etmiş olacak ki seslere kulan asmadan kendini çalışmaya verdi. Ve tek bir kelime bile etmeden, doğruca Kuzey Kutup Bölgesi’ne gitti.
Her şeyin bir ikilik yarattığı zor günler vardır: Bir yoldan gidersin, çok zor gelir, diğerinden gidersin, başta kolay ve güzel gelir ama sonra kaçarı yok kurtlara yem olursun. İşte bizim arıcı dostların da yolları ikiye ayrıldı. Daha da kötüsü hangisi zor taraf, hangi tarafta kurtlar var bilmiyorlardı da. Arıların salkım yapacağı27 bir yer olsun diye kovanların örtülmesi sırasında üst çıtalar çıkartılır ve yukarıya da arılar kaçmasın diye bir ağ gerilir. Çekiç ilk kez vurulduğunda, arılar, elbette huzursuz olur ancak bütün bunlar normal hızda ilerleyen bir vagon için önemsizdir.
Soğutmalı vagonun tavanında altı adet bal süzme makinesinin tutturulduğu, et asmaya yarayan pek çok metal kanca vardı ve tren giderken, tüm bu kancalar birbirine çarparak, arıların üzerinde adeta çan gibi bir ses çıkarıyordu. Vagonda fazla yük olmaması da ayrı bir dertti. Yeter ki işi yürütecek bu iki kişinin sığacağı kadar yer olsun da varsın vagon yüz kovanla, bal süzme makineleriyle, kuzey kovanlıklarıyla tıka basa dolsun. Vagonun normal doluluğu ile kıyaslandığında bu, yük bile sayılmaz, normal hızda giden arılarla dolu vagonun hissetmek zorunda kaldığı bu şeye sarsıntı bile denmez.
Kısa bir süre sonra arıların yolda epeyce bir yem tükettiği, heyecanla ve gittikçe daha güçlü bir şekilde salkım yaparak sıcaklığı bir hayli yükselttikleri fark edildi. Buz hızla eridi. Bir an evvel buz bulmamız gerekiyordu. Ancak yolcu treninin mola süresinin kısa olmasından dolayı daha ilk buz doldurma denememizde vagonu buzla doldurmanın imkânsız olduğunu anladık. Vagonu katardan ayırdık ve diğer trenin bekleyişi içinde tam bir gün kaybettik.
İşte bizim arıcıların başına gelenler bunlar… Nereden başlasam… Tundra çiçeklerinin olduğu kuzeye uzanan yol ikiye ayrılır: Eğer serinlemek için buz kullanırsanız, yol çok uzun sürer, yem yetmez ve arılar açlıktan ölür. Eğer buz kullanmazsanız, arılar sıcaklığı yükseltir ve sıcaktan dolayı yavrularıyla birlikte ölürler. Ancak öyle sanıyorum ki ne zaman yeni, eşi benzeri olmayan bir şeyler yapılsa, yaratıcı çalışmanın bir aşamasında yol hep çatallaşır. Bunu gösterebileceğin bir örnek var mı derseniz, yok. Zaten hayat dediğimiz şey örnek göstermeden başımıza gelen şeylerden ibaret değil midir?
Hatta şu an bile, fazlasıyla gerçekçi olan öykümü tasvir ettiğim bu dakikada yolum tam da ikiye ayrılıyor ve ben gerçekçi tasvirin zor yolunu seçmek istemiyor, zor yerlerde ilham perisinin yardıma yetiştiği öyküye sarılıp onun içine dalıyorum.
Arıcıların bakacağı hiçbir yer yoktu. Bu kadar fazla sayıda arıyı kuzey sınırına demiryoluyla götürecek kimse yoktu belki de. Şans derler ya hani, bakarsın bizim arıcıların da şansı yaver gider?
Rodionov, “Vanya”, diye seslendi. “Hadi şans getirmesi için istasyona soğutucu getirelim.”
Vanya “Önce bir bakalım sıcaklık kaç derece ona göre,” diye cevap verdi. “Aşağısı 9 derece, normal, yukarısı ise 18 derece. Yukarısı da o kadar kötü sayılmaz.”
Rodionov “Var mısın?” diye sordu Vanya’ya. Vanya “Varım, Kostya dayı,” diye cevap verdi.
Arıcılar şanslarına güvenerek risk aldı ve istasyona soğutucu getirdiler. Nereden çıktı bu iş diye sorarsanız söylemem zor; ancak her şeyden önce son buz parçalarının da erimesi yüzünden olduğunu söyleyebilirim. Çünkü son buz parçaları da eriyip gitseydi o zaman kovandaki sıcaklık ölümcül bir hızla yükselmeye başlardı. Yolculuğun vaziyeti “denize düşen yılana sarılır” deyimine uygun bir duruma doğru gidiyordu. Ancak burada sarılacak bir yılan bile yoktu.
Aşağının sıcaklığı arılar için henüz o kadar kötü sayılmazdı, ancak insanlar rahatsızdı ve üşüyordu, belden aşağıları tir tir titriyordu. Yumuşak ve sıcak tutacak hiçbir şey yoktu, üstelik karanlıktı da. Bozuk havada dallara tünemiş iki ispinoz kuşu gibi oturdular kovanların arasında ve elleri ısındığında, yürekleri arılar için duydukları korku yüzünden giderek daha da ürperiyordu.
Rodionov “Vanya, bir sıcaklık var gibi, şu mumu ve termometreyi al da yukarı çık bakalım.”
Vanya ise ona “Acele etme, Kostya dayı, yeterince baktık, uyumaya çalış sen,” diye cevap verdi.
Ve tam uykuya dalmışlardı ki başka bir sorunla daha karşılaştılar. Kâh sıcaktan kâh başka pek çok şey yüzünden, bazı asi arılar kaçmak için kovandan bir çıkış yolu aradı. Elbette vagondaki sarsıntılar yüzünden kil ile örtülmüş küçük yarıklar açılmış ve huzursuz-eşkıya arılar bu küçük yarıklardan özgürlüğe çıkan yolu bulmuşlardı. Karanlıkta uçamadıklarından aşağıya doğru sürünmüş, yukarıdaki kovandan önce aşağı, oradan da yere inmişlerdi.
Rodionov, sonrasında bize yürüyen arıların uçan arılardan çok farklı bir şekilde soktuğunu, yürüyen arıların sokmasının daha aptalca, daha acı verici olduğunu söyledi, ancak bu doğru muydu yoksa soğuk vagonun karanlığında ona öyle mi geliyordu bilmiyorum. Ancak bilimsel araştırma gezisine ya da savaşa katılan hatta savaşa dahi girmemiş herkes tüm bu işlerin yanında bunların hiçbir anlam ifade etmediğini bilir. Tek bir sorun vardı o da sürünen bir arının çok güçlü ve şiddetli ısırmasıydı ki bu arılara karşı olan sorumluluğumuzla ilgili düşüncemizi de etkiliyordu. Ve en kötüsü de arılara karşı sorumlu olmaları değil, her şeye rağmen yaptıklarının bir işe yaramıyor olduğuydu.
Rodionov “Yok, Vanya, uyuyamıyorum, ben bir gidip bakayım,” dedi.
Vanya “Kostya dayı, ben de uyumuyorum, hadi mumu buraya getir.” Ellerinde bitmek üzere olan bir mum ve termometre ile bir kovandan diğerine çıkıyordu Vanya.
Vanya yukarıda, üçüncü katta duruyor ve termometreyi tutuyor, bir süre bekliyor ve termometreyi gösteriyordu. Mum birden söndü. Vanya dengesini kaybetti ve kovanların üzerine yuvarlandı, termometre elinden düştü ve kırıldı. Karanlıkta termometreyi elle yoklayıp aramak kolay değildi ancak yılmadan süründüler, yürüyen arıların üstüne düştüler, saydılar, sövdüler ama sonunda termometreyi buldular.
Rodionov “Termometre kaç derece gösteriyor Vanya?”
Vanya “Ne sen sor ne ben söyleyeyim, Kostya dayı, 22 derece. Her şey mahvoldu.”
Rodionov “Hata bizde. Buzu almamız