Ancak çocukluktan beri Kızılderililer ile ilgili kitaplar okuyan, Mohikanlarla birlikte her zaman isyan eden ve savaşan ben, şahsen buna alışmayacağım. Ve ilk Mohikanımızın ülkesinin ufkunu genişletmek için attığı ilk adımın ufku genişletmenin aksine önceki kazanımların baskısı ile karşılaşması tesadüfi değildi.
Oka’nın Bölge Tarım İşleri Başkanı, Rodionov’a yüz adet arı kolonisi satmayı reddetti. O zaman yıldırım telgrafla Rodionov’un yerine tundralı Elza getirildi. Bu prensipli kızın sihirli bir gücü vardı. Tundralı Elza, Kuzey Kutup Dairesi insanını araştırma düşüncesine o kadar derinlemesine girmişti ki Oka ötesinde milyonlar kazanan kolhozlarda Kuzey Kutup Bölgesi için yüz adet arı kolonisi bulunmadığını duyunca o kadar alaycı bir şekilde gülmüş ve bu durum Başkanı şaşkına çevirmişti. Aslına bakarsanız başkanın ufku, yeni nesil kızların bakış açısı ile kıyaslandığında orman bitkileri ile sınırlı eski bir bakış açısıydı. Orman sınırlarını aşan bir ufka sahip olan Tundralı Elza, bunu hemen anladı ve ona direkt olarak “Çitini kaldır, yoldaş!” dedi.
Başkan şaşırdı.
Elza “Siz burada, Oka ardındaki çayırlıkta zengin kolhozlarınızı canlı çitle donatmışsınız. Ancak umuyoruz ki bizim tundramızda sizin kadifemsi çayırlığınızdan daha çok bal elde edeceğiz. Çağımızın temel düşüncelerinden biri de geride kalmış insanları ön sıralara taşımak değil midir?” dedi sonrasında. Bu sözlerden sonra Başkan her şeyi anladı ve kendi bölgesi ile ilgili mücadele azmini anlattı.
Elza “Balınız ziyan olmayacak! Bal, memleketiniz Oka’yı üne kavuşturacak,” dedi. Başkan tamamen kendine gelmiş bir halde “Bizim kadifemsi çayırlıklarımız sizin Kutup tundralarını andırıyor, diye cevap verdi.
Böylece saygın işçi kıvrak bir hareketle çitin ötesine geçti ve Tundralı Elza, kadifemsi çayırlıkların tüm bal taşıyan üyeleri için koca bir buket aldıktan sonra bölgeden ayrıldı.
O yaz çayırlıktaki ot biçme işi yağmur yüzünden bir parça sekteye uğramıştı. Ancak Rodionov’a arıları taşımak için acil olarak birisi gerekince, yağmur dindi ve tıpkı eskisi gibi yaşlılar ve gençler çayırlara attı kendini. Arılar varken yerinde durmak mümkün değildir. Yağmurlu günlerde arılar stoktakini yer; gelecekteki güneşli günleri ümit etmek için geçtir. Yoldayken yem yetişmeyebilirdi, ancak bunun da planı yapılmıştı: Arılar stokları ile birlikte Kuzey Kutup Bölgesi’ne taşınacak ve hemen bal toplamaya gönderileceklerdi.
Bu verimli dönemde arılarla bir gün bile yerinde durmamak gerekiyordu. İnsanlar ise kendilerini çayırlara salmıştı ve onları Bıstryakova’nın Bölge Tarım İdaresi Başkanını ikna ettiği gibi inandırmak mümkün değildi. Neyse ki memleketimizin her bir köşesinde zeki ve geniş bir ufka sahip bir insan gizlidir. İşte bugün de bu kişi, çocukluğumdaki İvan Ustinıç’e benzeyen yaşlı arıcı Yakov İvanoviç Popov’du.
Kulak25 diye bir şey bugün kalmadı zannedersem, ancak mülkiyet sahipliği ruhu kamu işlerinde hâlâ yer yer kendini gösteriyor. Bir yerlerde Kuzey Kutup Bölgesi’ne ikinci sınıf bir arı kolonisi iteleyip kendilerine daha iyilerini ayırmaya yeltenmişler. Ve eğer Yakov İvanoviç olmasaymış, ilk Mohikan için kötü olurmuş. Yakov İvanoviç’in görevi fazlasıyla büyüktü ve bu görev Oka’dan oldukça uzakta, Kutup Dairesinde bir yerlerdeydi. Ama Yakov İvanoviç gibi bir yerli için bunun ne önemi var! “Hilesiz satış olmaz” sözüne göre hareket eden herkesin üstüne bir atmaca gibi atılıp tüm benliğiyle Kuzey Kutup Bölgesi için çalıştı.
Sonraları “yeşil gece” olarak adlandırılan bir gece yaşandı. Araç yetersizliğinden, ne bileyim belki de yolun olmamasından dolayı arıları taşımak için çayırlarla kaplı ormanlık alanı at üstünde geçip Oka’dan demiryolu istasyonuna geçmek gerekti. Arıların huylarını iyi bilen arıcılar, ameliyata girmeye hazırlanan bir doktor gibi telaşlandılar. Diğer arılar at arabasına taşınsın diye tek bir arının kovandan çıkıp atı sokmasından bile memnun olacaklardı. Tek bir kovan kırılsa ve oğul arı kovandan kaçsaydı, yalnızca iki yüz arının iğnesi bile at için ölümcül olabilirdi. Ancak atlar yalnız değildi. Her kısrağın henüz süt emen bir yavrusu vardı. İşte bu sebeple Yakov İvanoviç bütün gece elinde duman körüğüyle birlikte at arabasından diğer arabaya koştu ve şüphelendiği yerlere sürekli olarak duman verdi, Rodionov ise elinde bir kil kovası ile oraya buraya koşuşturarak sarsıntının kovanda oluşturduğu irili ufaklı her türden yarığı sıvadı.
Tüm gece aralıksız süren bu koşuşturmalarla geçti ve gece boyunca içlerinde tek bir endişe dönüp duruyordu: “Arıların kovandan kaçmaması için ne yapmalıyız?” Burada, insanların kafasında bu endişe varken, bu yaz akşamında, çayırlıkta çekirgelerin tek bir endişesi vardı: Tek bir notadan vızıldayıp durmak. Dişi bıldırcın da tıpkı onlar gibi bütün gece boyunca tek bir iş seçmişti kendine “ciiik ciiik ciiik”26, bıldırcın kılavuzu ise bir başına herkes adına kendini paralıyordu: “Zordur anam, zordur babam”. İşte bu yüzden Rodionov bize daha sonra bu gecenin yeşil bir gece olduğunu söylemiştir, ancak arıların Kuzey Kutup Bölgesi’ne taşınması sırasında hissettiklerim arasında bizi en çok şaşırtan, bir önceki gece getirilen arı kolonisinin bırakıldığı istasyonun şefi olmuştur. Elbette arıların başına bir nöbetçi dikilmişti ama tam da bu noktada başına bir bela almıştı. Biraz düşündükten sonra istasyonda arılara bir şey olmaz dedi ve kaçtı gitti. Bir başka arı sever istasyon şefi onun yerine gece boyunca orada nöbet tuttu ve ikinci arı kolonisi gelene kadar o da belki “yeşil” bir gece geçirdi.
Kuzey Kutup Bölgesi balının keşfinin bu işle uğraşan bütün insanların ortak gayreti ile birlikte yürütülmesi istenmesine rağmen arının ne kadar hoş ve hisli bir varlık olduğunu bilmeden arıcının emeğini anlamak ve onun değerini bilmek imkânsızdır. Herhangi eski bir arıcıyla konuşmak ve “Bu arı sever bize yalan uyduruyor olmasın?” diye kendine sormak yeter. Yakov İvanoviç, güneş tutulmasının yaşandığı çok eski zamanlarda bile arıların sabah itibarıyla her zamanki düzende Oka’nın ötesindeki çayırlara doğru uçtuğunu, insanların güneş tutulmasını fark etmelerinden birkaç saat önce adeta büyük gri bir boru şeklinde geri döndüklerini ve kovanın her yerine yapıştıklarını anlattı. Sonrasında, güneş tutulması başladığında herkes arıların bunu nasıl önceden bildiklerine şaşırmış. Ancak köpeklerin, kilometrelerce ötede sahiplerini kaybettiklerinde, yağmurun tüm izleri silmesine rağmen onu bulabilme gibi özel bir topografik hissi varsa ve kuşlar gökyüzünde bizim okyanusta yüzdüğümüzden çok daha iyi ve daha doğru uçabiliyorsa, o halde arıların gökyüzündeki güneşi hissetmek gibi özel bir içgüdüleri neden olmasın?
Yıllarca arıların dansını arıcıların bir uydurması olarak görmediler mi? Bugün artık bilim, arı dansının keşif uçuşu yapan arıların işçi arılara bir şeyler anlattıkları bir arı dili olduğunu gösterdi. Nektarın bulunduğu yer ile ilgili topografik anlatı üç noktaya ayrılır: kovan, nektar bitkileri ve güneşin konumu. Bu üç noktadan ikisi sabittir, üçüncü nokta olan güneşin konumu ise değişkendir. Ve keşifçi arıların anlatısı, aslında, altında nektar bitkilerinin bulunduğu alana düşen güneş ışınlarının düştüğü kesin dakikanın bulunduğu bir köşe perspektifi çizimidir. Madem keşifçi arılar her seferinde gökyüzündeki güneşin konumu hakkında bildirimde bulunabiliyorlar, o halde neden topograf-arılar güneşin tutulma öncesindeki şaşkınlığını kovandakilere bildirip, “kıyamet” öncesinde onlar da şaşırmasın ve kovandan kendilerini aşağı atmasın diye birbirleriyle haberleşmesinler ki? Bunların