bakın yoldaşlar! Sıkışıklığı önce yüzeyden almak gerek!”
“Orası ne halde biliyorsunuz!”
“Görüyor musun, ensen nehre bakıyor, yüzün ise çağlarcaya!”
“Bunu size öğretmek bana düşmez. Neyi nasıl yapacağınızı biliyorsunuz!”
“Çağlarcadan sıkışıklığı bir temizleyip, şu işten bir kurtulalım. Ruhumuzu teslim etmeyeceğiz ya… Tıkanıklık açıldığında beş verst ileride bir gök gürültüsü gibi bir ses duyulacak.”
“Tekrar söylüyorum. Kim ormana daha fazla ilerlerse, işi karşılığında tayın alacak.”
“Tabi ki, yiyeceği özledik… Ölmesek bari…”
“Alın o zaman!”
“Kokusunu şimdiden duyuyoruz, işe koyulacağız!…”
İnsanlar köprüden geçerek tıkanıklığın olduğu yere yöneldi ve oraya buraya koşuşturmaya, uyuşuk bir şekilde tıkanıklıkta yer alan kütükleri kırıp, aşağı doğru yuvarlamaya başladılar. Birbirlerini uyararak sıkışıklığın nasıl göründüğüne dair bilgi veriyorlardı.
Komiser, sıkışıklığın etrafında toplanan insanlara, kapıların yanında nöbetçinin bulunduğu kara kulübeye sert ve gururlu bir şekilde baktı, silkelenip kendine geldiği anda arkasından biri bağırdı:
“Hamamları boşaltın! Yoksa bizimkiler boşuna vakit kaybedecek.”
İşçi başları tarafından sıkışıklığa neden olan kütükleri temizlemek için gönderilen aylaklar her gün geceyi gündüze katarak çalışıyor, azgın nehrin bir kıyısından diğer kıyısına döşenen geniş ve uzun köprü boyunca gidip geliyor, tıkanıklığın içerisinde sıkışan kütükleri kırıyorlardı. Kütükler boğuk bir ses çıkararak hafifçe çarpıyor, kayarak aşağı yuvarlanıyor, bazı kütükler ise tıkanıklığın içinden yuvarlanarak geçiyordu. Şelaleler kütükleri güçlü bir şekilde yakalıyor, azgın suyla yıkanan taşların üzerine çıtırtıyla hafifçe çarpıyordu. Sıkışıklıkta hiçbir azalma yoktu, öylece duruyordu. İş her gün daha sıkıcı, daha uyuşuk bir hal alıyor, aylaklar birbirleriyle dalga geçiyor, kendi hallerine gülüyorlardı:
“Birimiz çalışıyor da geri kalanlar yatıyor mu acaba?”
Akşam yaşlı işçiler kıyıya ön tarafa ateş götürdüler, su kaynattılar, peksimet yediler, çorba içip, bayat ekmek yediler. Bazen, kimde tuzlu balık varsa pişiriyor, akşam yemeğini yiyip, bol bol konuştuktan sonra uykuya hazırlanıyorlardı. Gençler aceleyle yemek yiyerek yıkanıyorlar, yirmi kişi tek tarak ile taranıyor, karadan geçer gibi köprü aracılığıyla nehir üzerinden tıkanıklığın üç verst ötesinde bulunan ıssız köye geçiyorlardı. Köy büyüktü, çok fazla kadın, az sayıda erkek vardı ve aylaklar kaçamak ve eğlenceler için istenen misafirlerdi. Hava henüz aydınlıktı, ama soğuktu, akordeonun sesi eşliğinde ritim tutarak her biri kendi eşini seçti ve köyün ortasında Polonyalı kızlar gibi chaine18 oynadılar. Sonra da her biri kendi eşini alarak, oturmak için harman yerinin ya da hamamın arkasına geçti. Sabah işe değil de küçük ormana döndüklerinde ise uykuya daldılar. Öğle yemeğinden sonra zaman zaman esneyerek ve ellerine tükürerek, sıkışıklık içerisinde yer alan kütükleri zıpkınla çektiler, fakat tıkanıklığı açmaya çalışmak amaçsız bir işten başka bir şey değildi. Görünüşe göre işçiler, kütüklerin oluşturduğu tıkanıkla güçlenmiş ve bütün bir yıllığına nehre yerleşmişti.
Komiser geldi, uzun uzun ve dikkatli bir şekilde işçilere baktı. Bütün çabalara karşın tıkanıklığın kalkmamasına şaşırıp kaldı.
Gece mehtap vardı. Nehrin arkasındaki köyde genç aylaklar yoğun sisten faydalanarak kaçamak yapmak istediler, kadınlarla birlikte sisin ardına saklandılar. Ancak hiç de umdukları gibi olmadı, çünkü köyün erkekleri onları kovaladı:
“Her gece harman yerine sigara içmeye geliyorsunuz, bir de yangın çıkarıyorsunuz, defolun buradan yabancılar!”
Delikanlılar bezmedi. Gece tatlı ve ılıktı. Kendilerine kaçamak arayan kadınlar ise eğlence için bir izbe kiraladılar ve gece yarısından sonra oraya eğlenmeye gittiler.
Tıkanıklığın yanında duran aylaklar uzun bir süre yatmaya gidemediler, kaçamak yapmaya gitmek için hazırlanan arkadaşlarıyla dalga geçtiler:
“Nereye çocuklar! Daha uzun süre burada kalacağız. Ormanda kütük çok, bari izbe yapalım. Kızları buraya getirin de hep beraber eğlenelim.”
“Sen evli değil misin? Karının kulağına gitsin de gör!”
Uzun köprü üzerinde, tam da sıkışıklığın olduğu yerden tüylü bir gölge fırladı. Tıkanıklığın üzeri köpükler yüzünden gri bir renk almıştı. Köpükler daha da yukarı yükseldi, rüzgâr ile birlikte döndü ve mavimsi ayın çıktığı havada uçuştu.
Şelalelerin altında, sıkışıklığın üzerinde küçük damlaların oluşturduğu mavi parlak sütun gökyüzüne doğru uzanıyordu. Uykulu tarlaların üzerinde bir baykuş yavaş ve maharetli bir şekilde uçuyordu. Bazen de çitin üzerine tünüyor, ıslık çalarak gagasını şaklatıyordu.
Şelaleler, yüzyıllardır bilinen aynı şarkıları mırıldanıyordu.
Komiser, çağlarcanın eğimli yerinde kalbi arada duraklayarak bekliyor, beyazımsı açık renkli suyun bulunduğu devasa alana uçsuz bucaksız bir şekilde çıkan uçurumun derinliğine bakıyor, sigara içiyor, dağın eteğindeki yangını ve tomruk sıkışıklığını seyrediyordu sakin sakin. Tepedeki hamama yaklaştı, nöbetçi ise görevini devretti. Daha sonra aylakların konaklamak için mutlu bir şekilde toplandığı tarafa indi ve ambardan yaşlı işçi başına seslendi:
“Hamamda onlarla olmak nasıl?”
“Doğruyu söylemek gerekirse, onlara içki vermek adet oldu.”
Komiser, elini kolunu kızgın bir şekilde sallayarak, yerine çekildi.
Üst rütbeli işçi başı hamama girerek paketi açtı ve şişeyi sıranın üzerine koydu. Rafta duran akağaç kabuğundan yapılmış dört adet ayakkabı tabanı, yani iki varlık, tatlı su gelinciği gibi anında kayboldu, sessizce rafın arkasından kayıp gittiler.
“İletmemiz emredildi! Orada çerez dâhil her şey var… Fakat çocuklar, orman halkı yarın çağlarcada olmak zorunda.”
“Doğru mu?” dedi birisi, titreyen elleriyle kabı tutarak.
“Bekle Mikişka! Doğru düzgün yapmak gerek, şurada bir yerde süt kabı olacaktı…”
“Buldun mu onu!”
“Yavaş yavaş suyla doldurmak lazım! Suyla!”
“Duyuyor musunuz çocuklar? Orman halkı yarın çağlarcada olmak zorunda!”
“Duyuyoruz… Söyle bakalım! Duyduğuma göre kısa bir süre önce işçi başı olmuşsun.”
“Evet, alaşımdan sorumluyum… Komhoz19‘da…”
“Yaa, at arabasında mı?20 Ormandakiler yarın çağlarcada olmayacak. Yazık, hemen gitsinler isterdim hâlbuki.”
“Bekle Mikişka! Birlikte gitmek gerek, sen de canım.”
“Yoldaş komisere, yüreğine inmesin diye de ki, teşekkür ederim, fakat orman halkı yarın hiçbir şekilde çağlarcada olmayacak!”
“Bak,