Arkasından biri bağırdı:
“Boş versinler, nihayetinde düzeltirler!”
Dumandan siyahlaşmış duvarları, parlayan siyah çatısı ve siyah ocağıyla bu siyah dar hamamda siyah rafta dört adet yıpranmış lapti15 görünüyordu; rafın arkasından komisere doğru dört adet göz bakıyordu. Duvardaki oyuğa çırayı batırınca katran akarken çıra tütüyordu. Çıradan ışıktan ziyade duman çıkıyordu. Duvarın uzun köşesi, külün gri kenarlarıyla çevrelenmiş ateşin önünde yılan gibi kıvrılıyordu. Küçük pencere canımın yanında sönük ve cansız bir akis görünüyordu.
Komiser geldi, kasketinin tepesini kirletmemek için eğilerek, bacağı kırık olan sırayı duvara sağlamca yaklaştırdı ve oturdu.
“Sen gelsene! Yoldaş komiser… Yoldaşın kendisi… Şerefin ta kendisi, duyuyor musun? Hariton, hey, duyuyor musun?”
“Kovalayın onu!”
“Kaçıyor muyuz diye bakmaya geldim. Kaçmayacağız.”
Bütün kocalar evlenene kadar iyidir!
“Dinle, bekle, Hariton!”
“Bekliyorum. Bizim şehre alışmamızı istiyor… Evet, bekleyecek!”
“Sizinle konuşmaya geldim, yoldaşlar.”
“Biz yoldaş değiliz. Biz Sısova köyünün yurtsuzlarıyız.”
“Dinleyin! Eğer tıkanıklığı düzeltirseniz, sizi özgür bırakacağım, ödül olarak tayın vereceğim.”
“Vardiya değişecek mi? İşçilere Maslenitsa bayramı geliyor demek!”
“Aynen öyle! Hiçbir şey yapmanıza gerek yok, kadınlar ve genç kızlar da çok, takın birini kolunuza da gezin!”
“Başlayacak mısınız?”
“Nehirdeki sıkışıklık amma da büyük bir sıkışıklık. Önce zıpkınla, sonra hiç olmazsa ezerek açmak gerek.”
“Nöbetçiyi ben uzaklaştırırım. Ateşin olduğu yere gidin ve yarın başlayın!”
“Ticaret yapmak gerekiyor yoldaş, ticaret olmadan başlayamayız!”
“Peki, siz burada ne için oturduğunuzu biliyor musunuz? İçtiğiniz, benim yakaladığım kaçak votka ve sabotaj için buradasınız Herkes çalışırken siz yoktunuz ve işçi başından zıpkınları alamadınız.”
“Neden buraya gelmedin yoldaş? Ama nehir kıyısı karanlık. Gerçi zıpkınları almadık ama ne işimize yarayacak? Kütükleri bu köylüler değil, delikanlılar itebilir. Bizim işimiz kütükleri kırmak. Senin kuralın ise şu, yoldaş: “Herkes yerinde olsun, işleri yapmasın ama işten de kaçmasın. Çalışma ama haylazlık et!” Bizim kuralımız ise şu: “Çalışırken şarkı söylersin, daha sonra hüzünlenmeye başlarsın. Bir bakarsın ki bitlenmişsin. Sonra iki zekinin üç yüz aptal için çalışması gerekene kadar balalaykalar ile birlikte gezeriz.”
“O zaman zıpkınları verin!”
“Bu kadar hikâye yeter! Tıkanıklığı açmaya gitmeyin, devrim mahkemesi sizi kaçak votka içmekten ve işten kaytarmaktan yargılayacak! Anladınız mı?”
“Boş iş! Kendin bizi ele veremezsin. Gerçi senin kanunlarına göre yoldaş, yargılamak gerekiyor… Kaçak votka yapan kişi çavdarın kalan son libresini kaynatıyor, kiselin16 tadını bozuyor ve öyle içiyor, işe yaramaz, lanet adam! Hariton ile birlikte bir gün içtik ve yarı sarhoştuk. Sonra su içtik, maya da karnımızda mayalandı, hem de midemiz bulana bulana!”
“Bu kadar kötüyse neden içiyorsunuz?”
“Şehirde kaçak votka işindekileri bulmak kolay iş, orada çok fazla polis var ve insan çok… Köyde kaçak votka yapanlarla iş daha zor, alan dar ama kanun fazla işlemiyor.”
Komiser onları hor gören bir ifadeyle gülümsedi:
“Peki, köyde kanun nasıl olmalı sizce?”
Hariton, is içerisinde kalmış bir yüz ve nasırlaşmış ayağıyla sallanarak rafa oturdu ve şöyle dedi:
“Basit! Benim düşüncem şu, yeni yetmeler, yani gençlik içmesin diye tohum eken yaşlısından yetişkinlere herkese votka verilsin! Eğer birer domuza dönüşürlerse, kilere koy da ara vermeden çalışsınlar. O zaman benim hesaplarıma göre, kaçak votkacılık yok olur ve amaçları ekmek olur. Kim burda17 içmek istesin ki? Eski birer ayyaş olan yaşlıları kurtaracak bir şey yok, içkiye para harcıyorlar, belki de korkuyorlar.”
Rafın üzerinde yatan arkadaşının gömleğinin ucundan tuttu:
“Yönetimin önünde uygunsuz bir halde oturmak da neymiş Mikifor, neden yatıyorsun!” dedi.
“E, sizinle bunu konuşmaya gelmedim. Sizi neyin beklediğini biliyorsunuz,” dedi komiser sertçe.
Nikişka uzandı ve uzandığı yerden konuşmaya başladı:
“Gözünüzü korkutmayın korkaklar! Düşünün: kaç kere ölümün kıyısından döndük biz? Sen bizi kurşuna da dizebilirsin, o zaman nehirdeki tıkanıklığı bir arşın bile ilerletemeyeceksin. Tüm güç bizde. Biz aranan iki ahmak komşu, serseri Mikişka ve Haritanko… Zamanında votkayı kovasıyla içer, ucuza çalışır, hayatımızı aptalca geçirirdik, ama sen bizi adam etmeye, korkutmaya kalkma. Ateş et haydi, tıkanıklık çağlarcada öyle dursun kalsın, kokuşsun, bahçedeki su cininin pek hoşuna gider. Fakat duyduklarım doğruysa, yönetim seni de ormanın arkasında yargılamaya götürecekmiş!”
Komiser alçak tavanın altında kafasını eğerek ayağa kalktı. Aynı ses devam etti:
“Nöbetçiyi sen uzaklaştır. Zaten tepe dik ve sağanak yağış alıyor, üzerine rüzgâr esince duramaz. Başka türlü kaçamayız, sen nöbetçinin yanında kal da bizim yerimize uyu bari uslu uslu!”
“Nöbetçi asker bir kadın değil ve görevlendirildiği yerde olmak zorunda! Bir kere daha soruyorum size, Hariton ve Mikifor, tıkanıklığı açmaya gidecek, bu görevi yerine getirerek, üstlerinizden övgü alacak mısınız, yoksa…”
“Eğer ikimiz için alkol verecek, bir libre sigara ve yaşlı kadınlarımız için çay ve şeker verecekse kaldıralım!” dedi diğer bir ses.
Komiser çıktı. Banyodan şarkı sesi geliyordu:
Sen benim paltomsun, palto-o!
Seni kimse alamaz!
İnsanların önüne çıkıp bağıracağım!
Nöbetçiler, ceket istiyorum-m!
Sabah komiser tepede duruyordu. İşçi başları insanları topladı. Gökyüzüne koyu bulutlar yığıldı, yağmur hafifçe çiseliyordu. Tarlaların üzerine hızla yağan yağmur, dimdik duran çavdarların belini kimi zaman büküyordu.
Suyun üzerinde beyaz renkli kuzular kıvrıla kıvrıla gidiyor, nehirdeki sıkışıklık boyuna değil de enine doğru giderek artıyordu. Bu sıkışıklığa eklenen kütükler ise nehir boyu yoğun, geniş kitleler halinde duruyordu. Aylaklar ise dalga geçiyorlardı: “Etrafını çevirmeyi bıraktı! Döşemeye başladı!” Kütükler ıslanarak parladı. İnsanların oluşturduğu kalabalıktan bir uğultu geliyordu. Kalabalık içinden birisi şarkı mırıldanıyor, başka biri ise tekerleme söylüyordu:
Aylaklar, nehrin hüzünlüleri,
Amirler ormana sürdüler sizi,
Ormanı geçtiler, koşuşturdular,