arasında halk, tuhaf olarak karşılanır. İnsanlar mizah yazarını okur ve gülmekten yerlere yatar, mizahçının suratı asıktır ve hayatında hiç gülmez. İçinden gelen kiniyle yazar, küçük burjuva zihniyetini topa tutar, kendisi ise küçük burjuva gibi değil mülk sahibi bir prens olarak yaşar. Güldüğünde, duygulandığında, sevdiğinde, nefret ettiğinde bir sanatçı kendi eserinde içten ve güçlü bir biçimde gereken duyguları fazlasıyla yaşar. Gerçek hayatta bunların çok azını gösterir. Sanatında ise hiçbir falso yoktur. Bu yönüyle gerçek sanatçı; içten olmayan, yanardöner, kendini biricik hisseden ancak başkalarını anlatan sanatçılardan tamamen ayrılır. Bu tür sanatçıları okur kısa zamanda, dişleriyle parçalarına ayırır. Nekrasov’un, Dostoyevski’nin ya da Goethe’nin özyaşamöykülerinde olduğu gibi, bu tür sanatçıların özyaşamöykülerinin karşısında hayretler içinde kalmaya gerek duymaz.
Leonid Aleksandroviç’in yaratıcılığı, tıpkı yaşama karşı duyulan ilahi sevgi gibi cesaret ve derin bir hürmetle ifade edilirdi. Ancak kendisi, hayata karşı kasvetli bir kayıtsızlık beslerdi, yaşam ise onu kendine getirirdi. O, gelecek için yaşamdan ürke ürke en kötüsünü beklerdi. Durgun ve pasifti. Al çehresinde, dudaklarının kenarlarında her zaman kasvetli bir kırışıklık bulunurdu. Ve sık sık Lyusya ona şöyle derdi:
“Lenya, Lenya, neden her zaman mutsuz bir yüzün var? Etrafına bir bakın, yaşamın nasıl da güzel olduğuna bir bak!.. İşte bekle! Tanrının aklına aniden insanlar üzerinde bir hüküm vermek eser. O zaman Tanrı sana şöyle diyecek: “Sana yaşamında o kadar çok şey verildi, peki sen bunun karşısında nasıl davrandın? Hiçbir şeyin farkına varmadın.” Ve ense köküne bir şamar gönderecek ve sen gerçek bir can sıkıntısının, hiçliğin ve kayıtsızlığın olduğu dipsiz bir uçuruma doğru tepetaklak uçmaya başlayacaksın. Ve cezayı hak etmiş olacaksın!”
Lyusya biçare idi, etrafında ise yaşamaktan yoksun olanlar vardı. Karısı, Leonid Aleksandroviç’e dinçlik ve neşe katan gerçek bir ilham perisiydi.
Lyusya’da şiddetli bir diş ağrısı başladı. Ağustosun başında Moskova’da diş doktoruna gitti. Dönüş yolunda soğuk bir rüzgârla birlikte yağmur yağmaya başladı. Çok üşümüştü, solgun bir şekilde arabadan indi. Leonid Aleksandroviç dikkatlice sordu:
“Ee, neyin varmış?”
“Bir dert daha! Hiç sağlam dişim yokmuş. Şuradan üç diş çekilmesi gerekiyor, iki kaplama ve bir de protez… Dişçi, ağzımı temelli boşaltmak istiyor. Kendi de: “Doğrusu protezi neyle yapıştıracağımı bilmiyorum”, dedi. Tanrım bu da neyin nesi!.. Hmm, pek de önemli değil!”
Ancak Leonid Aleksandroviç, karısının gözlerindeki çaresizliği okudu. Anna Pavlovna’dan gelmesini rica ettikten sonra Lyusya kendine geldi. Şiddetli bir migren başlıyordu.
Lyusya bütün gün tarifi imkânsız acılar çekti. Anna Pavlovna, başına sıcak sargı bezleri koyuyor, acı verici kusma nöbetleri geldiğinde alnından destek veriyordu.
Akşama doğru Lyusya uykuya daldı. Gece olduğunda da Leonid Aleksandroviç’i çağırdı.
Bitkin ama tatlı ve sakinleşmiş bir yüzle yatıyordu. Leonid onun narin ince ellerini hafifçe öptü:
“Dayanması zor, zavallım benim!”
“Yok canım, ne zavallısı! Şu an hiçbir şeyim yok. İşte sabah oldu ya!”, diyerek hüzne kapıldı Lyusya. İşte o anda zavallı oluyordu. Akla gelebilecek en korkunç suç işte budur – hüzünlenmektir. Böyle zamanlarda her şey ölür ve dünyada yaşama hakkı sadece mutlu insanlara kalır.”
Leonid, karısının parmaklarını öpmeye devam ediyordu, kendi ise: “Bu dur durak bilmeyen hastalıklarla nasıl yaşayabiliyor? Ben olsam çoktan canıma kastetmiştim”, diye düşünüyordu.
Lyusya’nın iri kara gözleri ışıldamaya başladı. Yarı bilinçli bir halde şöyle dedi:
“Dayanması zor diye sen söyledin. Geçenlerde aklıma geldi: insanın geçmiş ya da gelecek hakkında düşündüğü anlar dayanılmazdır. Bu düşünce olmadan da yaşamak her zaman olanaklıdır. İnsan dışındaki tüm canlıların geçmişin hasretini çekmeden, geleceğe göz gezdirmeden yaşamaları gibi. Bu durum Tyutçev’de nasıl? Bekle:
Güller geçmişin hasretini çekmezler
Bülbüller ise gece şakırlar;
Hoş kokulu gözyaşları
Aurora’nın geçmişi için dökülmezler;
Ve kaçınılmaz ölümün korkusu
Dalından hiçbir yaprağa serpilmez.
Bütün yaşamları uçsuz bucaksız bir okyanus gibi,
Bugün akıp gitti.”
Leonid Aleksandroviç, “Lyusya’nın acılarının üstesinden gelmede, kendi için ısrarla özel bir felsefe yarattığını” düşünüyordu.
Lyusya şöyle dedi:
“İşte kendime soruyorum: hadi, eğer geçmiş ya da gelecek hakkında düşünmeyeceksem, neden şimdi kendimi kötü hissedeyim ki? Dişlerim ağrımıyor, başım geçti, gönlüm sakin, yatak odam o kadar rahat ki, pencereden Jüpiter bile seyrediliyor… Üstelik sen de yanımdasın… Ah, canım benim!”
Lyusya, Leonid’in elini okşuyor, aşktan ışıl ışıl parlamış gözleriyle ona bakıyordu. Aniden şöyle dedi:
“Sen hayatta çok ağlayıp sızlayan biri de olsan zararı yok. Sen yine de tüm dünyanın mutluluktan güleceği Sovyet mimari tarzının yaratıcısı olacaksın… Evet, gerçekten!”
Keyifli, güneşli bir sabahta Lyusya bahçede sümbülteberinin8 toprağını eşeliyor ve göz kamaştırıcı bir şekilde çiçek açmaya başlamış, uzamış başlarını sopalara bağlıyordu. Leonid Aleksandroviç evden dışarı çıktı:
“Ben şimdi Moskova’ya gidiyorum. Sana oradan birşeyler lazım mı?”
“Ah, ne kadar da güzel! Çok ihtiyaç duyduğum bir şey var. Şimdi, uçurumdan aşağı çayın ardındaki yerlere doğru baktığımda birden fakültedeyken Yunan filozof Demokritos üzerine yaptığımız bir ders aklıma geldi; özellikle de onun muhteşem sözcüğü – euthymia. Ve onu daha iyi öğrenmek istedim. Lütfen, kütüphanenizde ya da daha başka yerlerde onu araştır ve bugün bana getir.”
Leonid Aleksandroviç istemeye istemeye itiraz etti:
“Onu nasıl bulabilirim ki?”
“Daha aramadan kendi kendine olanaksız deme. Eğer Rusçasını bulamasan da bazı bölümlerinin Almancadan yapılmış çevirilerini mutlaka bulursun. Ancak bunlara çevirinin çevirisinde değil de orijinal nüshalarından bak. Üniversitenin merkez kütüphanesinde mutlaka bulunur.”
Enerji isteyen her türlü eylem gerekliliği Leonid Aleksandroviç’te hüzün uyandırıyordu. Lyusya dikkatlice ona bakmaya başladı ve ısrarlı bir biçimde şöyle dedi:
“Lenya, kendini aş. Ona çok ihtiyacım var. İstersen kesin bulursun. Hem de Moskova gibi bir yerde!”
Leonid tereddüt eden bir ses tonuyla yanıtladı:
“Bulmaya çalışacağım.”
Bu konuşmanın ardından aradığını kolaylıkla bulabileceğini hissettti. Demokritos’un tüm parçalarının basımının Rusça çevirisi çıkar çıkmaz Leonid Aleksandroviç satın aldığı kitabı büyük bir sevinçle getirdi.
Lyusya anında büyük bir açgözlülükle okumaya koyuldu. Gece yarılarına kadar